Lise yıllarınıza geri dönün, benim gibi coğrafya dersini çok sevdiyseniz, Halkidikya adı size hiç yabancı gelmeyecektir. Egenin en kuzeyinde, Selaniğin yanıbaşında, deniz tanrısı Poseidon un elindeki üç başlı çatal gibi denize doğru uzanan işte o yarımada, bizde Halkidikya, komşuda Halkidiki olarak anılıyor.
Makedonya bölgesi gezimizin son gününde biz de bu bölgeyi keşfedelim istedik ama üçlü yarımadanın en batıdaki ucu, Kassandrayı bir güne sığdırabildik ancak. Ortadaki parmak Sithonia da belki bir sonraki gezimizde hedefimiz olur. En doğudaki yarımadayı gezmek gibi bir şansımız hiç olmayacak, çünkü orası, bin yıldır bir kilise devleti olarak yaşıyor...Hagion Oros=kutsal dağ, veya bizim bildiğimiz Aynaroz, sadece erkeklerin dünyası, bugün yirmi kadar manastırda, 1700 dolaylarında rahip, keşiş yaşıyor, ekiyor, biçiyor, yazıyor, çiziyor ve tanrıya verdikleri sözü, yemini yerine getiriyor. Kadınların girmesi yasak olan bu dünyaya, bu satırları okuyan erkek gezginler özel izin kağıdı alarak, yarımadanın başlangıç noktası Ouranopolis den kalkan teknelerle ulaşabilirler, keşiş odalarında güneşin batışı ile yatıp, gün doğarken kalkabilir ve onların pişirdiği yemeklerden karşılıksız olarak yiyebilirler. Bu manastırlarda 2-3 gün geçiren Selanikli dostumuz Thomas ın manevi dünyaya ait gözlemleri bizi de bayağı heyecanlandırdı. Bizansın en şaşaalı günlerinden beri burada biriken hazineler, Selaniğin Avrupa Kültür başkenti olması şerefine ilk kez Aynaroz dışına çıkartılarak, geçtiğimiz yıllarda Selanik te sergilendi de biz zavallı kadınlar görme imkanına kavuştuk. Sergide gördüğümüz en önemli eser bence Fatih in bölgeyi fethetmesi sırasında Aynaroz bölgesine verdiği özerklik fermanıydı.
Yeni Camii Cephe... Kitabe
Yeni Camii Girişi ve sağda mihrap... Kitabe
Hedefimiz Kassandra yarımadası. Ben bu ismi gezi planları yaparken duyduğumda, Troya kralı Priamos un kızı, ünlü Paris in kız kardeşi kahin Kassandra zannetmiş, Kassandra nın bu bölge ile ne ilişkisi var demiştim kendi kendime. Ama iş sonradan anlaşıldı, hani Selaniğe adını veren Thessaloniki vardı ya, işte o prensesin eşi olan komutan Kassandria dan geliyormuş adı.
Sabah Selanik ten arabamızla Halkidiki otobanına çıkış kolay oldu ama önce Selaniğin 19.yy.da iskan edilen nisbeten yeni mahallelerinde, sur dışında, görmemiz gereken çok önemli bir yapıya uğradık.
Yeni camii, Osmanlının renkli geçmişinin bir ürünü, Selanikteki "Dönme Müslümanlar" ın yaptırdığı zarif bir ibadet yeri. Sabetaycılar olarak da bildiğimiz bu topluluk Selanik te önemli bir cemaate sahipti. Çoğu ticaretle zengin olmuş, eğitimli bireylerden oluşan "dönmeler"in hikayesini burada anlatsak, Kassandra maceramız başlamadan bitebilir. Son yıllarda bizleri epeyi meşgul eden, cilt cilt kitaplara konu olan bu topluğu araştırmak isteyenler, liderleri Sabetay Sevi nin, İzmir den başlayan, Gelibolu, Edirne, Selanik de devam eden ve Arnavutluk-Karadağ da son bulan ilginç yaşamını okumakla başlayabilirler.
İşte karşımızdaki zarif camii bu topluluk tarafından, Dönme Hacı müşir Mehmet Hayri Paşanın girişimleri ve cemaatten zenginlerin para yardımları ile 1900-1903 (1319) arasında İtalyan mimar Vitiliano Poselli ye yaptırıldı. Hamidiye Camii olarak ta anılan camiinin mermerleri İtalya dan getirtildi ve hiçbir masraftan kaçınılmadı. Aynı mimarın yaptığı ve ne yazık ki göremediğimiz Allatini köşkünde de Abdülhamit Selanik'teki sürgün yıllarını geçirmişti. 1922 de Anadolu dan gelen mübadiller yerleştirildi camiye, 1925 de müze oldu, 1988 den sonra ise sergi salonu haline getirildi. Osmanlı nın gidişinden sonra yıkılan minaresini ancak eski fotoğraflarda görebiliyoruz. 2013 yılı nisan ayında Yeni Camii değişik bir haberle gündemimize tekrar girdi. 50 kadar Müslüman bir Cuma namazını burada kıldılar Selanik Belediye Başkanı Yannis Boutari nin izniyle. Değişik uygulamaları ile adından çokça söz ettiren Belediye Başkanı, Yunanistan ın en ünlü şarap üreticilerinden Boutaris ailesine mensup. Yetkililer 90 yıl sonra kılınan namaza, bizim Karadeniz deki Sumela manastırında 15 Ağustos da ayin düzenlemesine verilen iznin bir karşılığı diyorlar. Haydi hayırlısı.
Nea Moudania Plajı ve sahildeki kafelerden görüntü...
Arabamıza uygun bir park yeri bulamadığımız için eşim arabada bizi bekleyecek. Acele ile ara sokaklara dalıyoruz, elde şehir planı, bir mahalle içinde cami karşımıza çıkıyor. Yapının yapıldığı devirde çekilen fotoğraflarda etrafı bu kadar sıkıştırılmamış, betonlaşmamış tabii. Girişte ana portal nefis bir alınlıkla taçlanmış, iki köşede zarif kuleciklerin üzerine saatler yerleştirilmiş. İçeriye dalmadan önce avludaki kaplumbağalar dikkati çekiyor, nereden çıktığını anlamadığımız onlarca kaplumbağa avlunun her yönünden bize doğru ilerliyor. Gülelim mi, şaşıralım mı? Camii girişinde sağda bir masaya yerleşmiş yetkili hanım, bizi görünce ayağa kalkıp, camiinin mimarisi ve bu güzel yapıyı yaptıran cemaat hakkında bilgiler veriyor. "Dönme" kavramını bilip bilmediğimizi soruyor, camii avlusunda beslenen kaplumbağaların sayısının 50 civarında olduğunu söylüyor.
Avlu teftişinden sonra eşimi daha fazla bekletmemek için, geldiğimiz yolu aceleyle dönüp, Kassandra yoluna koyulacağız ama trafik sıkışık ve Allatini köşkü bizi bekliyor. Abdülhamit sürgün yıllarını yine aynı İtalyan mimarın yaptığı bu köşkte geçirmişti. İlerleyen saat, sıkışık trafik ve tek yönlü yollar bizi Allatini köşkünden durmadan uzaklaştırıyor. Ne yapalım, bu köşk de eksik kaldı diyerek Halkidiki otobanından, Nea Moudania=Yeni Moudania çıkışından çıkıyoruz.
Nea Potideia Kanalı...
Tüm Yunanistanda olduğu gibi burada da başında "Nea" olan yer isimleri 1922 deki mübadelede Anayurtlarından yalnızca dinleri farklı olduğu için yeni yerlere savrulan insanların yeni yerleştikleri ülkede eski yurtlarına özlemleri dile getiriyor, dinler hani birleştirici idi ???
Nea Moudania nın merkezi, bizim Mudanya nın merkezinden çok daha küçük, uzun bir iskele buranın denizcilikteki önemini haber veriyor. Osmanlı devrindeki "Kargı limanı", bugün 6000 nüfuslu bir kasaba. İlerdeki plajlara giden yola sapıyoruz. Çok güzel bir sahilde fazla lüks olmayan oteller, güzel plajlar ve sahil yolunun hemen gerisinde, plajlara da servis yapan kafeler var. Günün ilk frappe molası burada verilmeli. Modern ve şık hasır koltuklara yayılıyoruz, gelsin frappeler.
Nea Potideia ya Kassadra nın kapısı diyorlar, incecik bir kıstakdan yarımadaya geçeceğiz. Bu kasabayı da bizim Trakya dan gelenler kurmuşlar. Roma egemenliği altındayken Kassandrayı ana karaya bağlayan kıstakda bir kanal açılıyor ve denizciler yarımadayı dolaşmaktan kurtularak, kolayca Thermaikos körfezinden Toroneos körfezine geçiş yapıyorlar. Romanın ilerici düşüncesine bakın, o çağda (M.Ö.168) 125 metre genişliğinde bir kanal açabiliyorlar, bizimkiler de duysun bunu. Bizler araba ile kanalın üzerindeki köprüden yarımadaya giriş yapacağız ama önce kanal boyunda biraz keşif yapmalıyız. Köprüyü geçer geçmez sağa saparak köprünün altına kanal boyuna iniyoruz. Karşı kıyı çamlık, kanalın suyu şahane, kıyılar davetkâr. II.Filip in yakıp yıktığı şehir surlarından izler arıyoruz. Tam uç noktada bir fener kanalın ağzını işaret ediyor. Zamanımızın büyük gemileri değil ama yapıldığı çağın tüm gemileri buradan geçebilirdi.
Sur Kulesi kalıntısı ve Nea Fokaia'dan görüntüler...
Etraftaki birçok sahil oteli bölgenin turizm potansiyeline işaret ediyor. Karşımızda Nea Fokaia=yeni Foça. İşte buna bayıldım. Eşimin görevi nedeni ile hayatımızın iki yılını geçirdiğimiz Eski Foça nın kardeşine gelmek beni heyecanlandırdı.
Sahilde tam bize göre güzel bir taverna buluyoruz. Manos hem kumun üzerindeki tahta platforma hem de yukarıya masalarını dizmiş, bizi bekliyor. Biz aşağıda denize, plaja yakın bir masaya konuşlanıyoruz, sağımız, solumuz güzel bir plaj.
Manos Taverna...
Bizans Karakol Kulesi ve Kuleden Nea Fokaia...
Hafif bir şeyler yiyelim diyoruz ama yine de mezelerden kendimizi alamıyoruz. Yemek sonrası "Logariatmos parokalo" diyorum. Lisede matematik dersindeki "logaritma" burada "hesap" demek. Gelen "logariatmos" sadece adam başı 10 euro. Ben nasıl sevmem bu "yeni Foça" yı. Ellerimizi yıkamaya giderken Manos un süslü eşi Viki yolumuzu kesiyor, onun derdi "Pargalı İbrahim Paşa" yı sormak...Biz de Hürrem in Almanya ya kaçtığını söyleyince şok geçiriyor adeta ve haberi arkadaşlarına vermek için telefona sarılıyor. Ya Rabbim şu TV nin gücüne bakın. Nea Fokaia nın ufkunu, tepede, denize nazır, 1407 de inşa edilen Bizans karakol kulesi süslüyor. Yemek sonrası orayı da gezip yanı başındaki mütevazı kiliseyi de inceliyoruz.
Çamlar arasından geçen yol, adeta bir balkon gibi denize bakan Afytos dan geçerek bölgenin en büyük tatil merkezi Kallithea ya uzanıyor. Kallithea nın anlamı bizde de çok sık rastlanan ve hep Fransızca olarak kullanılan Bellevue=güzel manzara. Gerçekten güzel manzaralı bir yere geldik. Asıl kasaba karayolunun üst bölümünde ve sahile giden yamacı indiğimizde gerçekten güzel bir plajla karşılaşıyoruz.
Sıra sıra otel ve pansiyonlar, önlerinde tavernalar, kafeler, yürüyüş yolunun hemen altında da tam teçhizatlı bir plaj uzayıp gidiyor. Daha çok Sırp ve Boşnak arabaları görüyoruz, erken yazın bu ılık gününde sarışın Bulgar, Sırp hatunları plaja yayılmışlar. Biz de sahildeki kafelerden birinde kısa bir mola veriyoruz, meraklı bakışlar Türk plakasını süzüyor.
Nea Kallithea Plajlarından görüntüler...
Deniz kenarından ayrılan, çamlıklar arasından kıvrılan yolumuz, bir amfitiyatro gibi yamaca yayılmış Kriopigi den geçiyor. Bu köyde bölgenin entelektüellerinin buluştuğunu öğreniyoruz.Yolumuz yükseliyor, alçalıyor ve Polichrono da 7 km.lik bir kumsala ulaşıyor, her dönemeçte çamlar arasından masmavi deniz gözüküyor. Biraz yüksekteki Haniotis köyünde Girit in Hanyasından göç edenler yaşıyor. Artık yarımadanın ucuna yaklaştık, Pefkohori=Çamlık köy tam da adına yakışan çamlar arasında gözüküyor.
Nea Skioni...
Şimdi son mola için batı kıyılarındaki Nea Skioni deyiz. Küçücük köyün daracık sokaklarından, pembe zakkumlar arasından iskeleye iniyoruz. Yazlık evlerin sahipleri daha büyük şehirlerden gelmemişler, panjurlar kapalı birçok evde. Kıyıda balıkçılar ve sahiplerini bekleyen yelkenlilerden başka kimse yok.
Yolcu yolunda gerek, Selanik de akşam bizi bekliyor. Otele dönüş, biraz dinlenme ve son akşam finali yapmak üzere yine Ladadika ya gidiş. Bu kez "1901" adlı bir tavernadayız. Yağ deposunun kurulduğu tarihi, isim olarak tavernaya vermişler. Yine uzomuz, 8-9 çeşit meze, biz hanımların içtiği yarım litre beyaz şarap dahil 65 euro ödüyoruz. Yemek üzerine ikram da var: revani üzeri dondurma. Komşu bizi şişmanlatmaya kararlı.
Taverna Quzeria 1901'de final gecesi...
Bu güzel final gecesinde eski limana doğru yürüyoruz, ortalık cıvıl cıvıl, mini eteğin en kısası, şortun en yırtmaçlısı, dekoltenin en cüretkârı gelip geçiyor, eski dokları bar-kafe yapmışlar, parası olan oturuyor, parasını hesap edenler ise, eskiden gemilerden malların çıkartıldığı rıhtımlara yayılmış, ellerinde gitarları, biraları, kimseyi rahatsız etmeden çalıp söylüyor, sohbet ediyorlar. Biz de bu güzel gençlerin aralarından dolaşarak burundaki, tam vinçlerin altındaki kafenin divanlarına kuruluyoruz. Liman şehrin dışına çıkartılınca, bu bölge vinçleri ile aynen korunarak böyle güzel bir yere dönüştürülmüş. Bizim Galata-port böyle mi olur acaba, ayran ve çay sunan kafeleri ile?
İlerde Beyaz Kule arkasından mehtap çıkıyor, şehrin ışıkları ve ortamın güzel müziği bizi, Selanik den ayrılmanın zor olacağını düşündürüyor. Yarın bizi 650 km. yol bekliyor vatana doğru...
Elveda Selanik...