Neva nehri (yeni su) üzerinde 500 e yakın irili ufaklı köprüler var. Bunların 56 sı büyük. Şehir 42 adacığın üzerine yayılmış. Petersburg 1917 devrimine kadar iki yüzyıl boyunca Rusya'nın başkenti, sanat ve eğlence merkezi olmuş. Lenin'den sonra güvenlik açısından Moskova başkent oluyor. Petersburgta Leningrat oluyor. Mimarisi, Venedik'i çağrıştıran kanalları, parkları, köprüleri, müzeleri, yetiştirdiği ünlü edebiyatçılar ve müzisyenleriyle Moskova'yı gölgede bırakmış. Bu şehrin, esrarengiz, dramatik, girift ve ince ruhlu, ahenkli, çeşitli, suyun birlikteliğinden ortaya çıkan kendine ait bir organizması olan bir şehir olduğunu söyleyen şairler var (Batüşkov). Tarihine bakıldığında bu şehir sevildi, nefret edildi, lanetlendi. "Meyve veren ağaş taşlanır" misali! Bazıları "Petersburgun özgün bir şeyi yok, elmanın yarısı gibi dünyanın her başkentine benziyor derken, bazılarıda "Rus mimarisi etkisiyle Avrupa mimari şekilleri değişime uğrayarak özgün yapılar ortaya çıktı" diyorlar. Hatta bu şehrin sanatında, toplumsal yaşamında Avrupa, Rusya ulusal gelenekleri girift bir biçimde uyuştuğu da ortak kanı! Rus balesi burada doğmuş, Rus müziğinin merkezi olmuş bu eşsiz kent. Rasputin, Çaykovski, Şostakoviç ve Rimski Korsakov, hayatlarının büyük bir bölümünü burada geçiren birçok ünlüden sadece birkaçı. Puşkin ise eğitimini St. Petersburg'da yapmış, buradan sürgüne gönderilip, burada öldürülmüş. Dostoyevski "Suç ve Ceza" adlı romanını bu şehirde yazmış. Aynı yıl Lenin sürgünden bu şehre dönmüş, burada Bolşevik Partisi'ni iktidara hazırlamış ve sonunda da başarılı olmuş.
Kazan Katedrali ve Saint Isaac Katedrali...
Her an karşınıza çıkabilecek heykellerden birisi ve kentten bir görüntü...
St. Petersburg, 1917'de Şubat ve Ekim devrimlerine tanıklık etmiş. 1712-1918 yılları arasında başkent olarak kalan şehrin adı 1924'te Leningrad diye değiştirilmiş, komünizm çöktükten sonra eski ismine yeniden dönmüş. II. Dünya Savaşı'nda Naziler burayı 900 gün kuşatmışlar, yarısı açlıktan olmak üzere 670 bin kişi hayatını kaybetmiş. Savaş bitmiş, Almanlar gitmiş ama yirmi milyon can yok olmuş. Ancak rahat bir nefes alacaklarken, despot Stalin dönemi başlıyor. Devrim karşıtı bir milyona yakın kişiyi öldürmesi, sürgünlere göndermesi. Annemim büyükleri de Kafkasyadan Batuma, Batum'dan Türkiye'ye bu dönemde göç ettirilenlerden. Göç edenlerin yarısı dağlarda, yollarda, denizlerde telef oluyor! 1953'de öldükten sonra, Kruşçev'in 1957 de iktidarı, sonra Brejnev, sonra Sovyetler Birliğinin son devlet başkanı Gorbaçov'un perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) adını verdiği reform çalışmaları, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin ülkede politik üstünlüğünü kaybetmesine ve sonrasında da Sovyetler Birliği'nin dağılmasına neden oluyor. 1991'de Sovyetler Birliği dağılıp ve Yeltsin Rusya'nın başkanı olunca St. Petersburg'un tarihinde de yeni bir sayfa açılıyor. Yeltsin'den sonra Rusya Devlet Başkanı olan Putin'de buralı ve bu şehrin yeniden inşasında büyük rolü var.
Ünlü yazar Dostoyevski, dünyanın en muhteşem şehri diye tanımlar bu kenti. Daha önce de söylediğim gibi UNESCO'nun Dünya Kültürel Mirası Listesi'nde de yer alıyor. Beş milyonluk şehirde eğitim seviyesi çok yüksek. Belki başkent değil ama kültürün başkenti. İstanbul'da kişi başına düşen yeşillik alan bir metrekare, burada kişi başına 37 metrekare metre. Ülkemizde yıllardır süre gelen iktidarlar gelişmişliği devasa gökdelenlerle, AVM'lerle, beton yığınlarıyla özdeştirirlerse olacağı bu!
Sokak ressamları ve alternatif şehir gezisi için kırmızı otobüsler...
Estetik objeler her yerde...Nevsky Caddesi...
Önce Tatar Camisini geziyoruz. İnşaat sektöründe çalışan Türklerin bu camiyi kullandığını söylüyor rehberimiz. 1913 yılında tamamlandığında döneminin Avrupa'daki en büyük camisiymiş. Kule şeklinde iki minaresi, epeyce yüksek türkuaz renkli çinilerle süslü kubbesi ilk dikkatimi çeken bölümleri. Görülmeye değer. Rotamız Aurora Gemisi! 1900 de yapılan, 1987'deki restorasyon sonrasında Neva Nehri'ne demirlenen girişin ücretsiz olduğu Aurora: Şafak Zırhlısı, 25 Ekim 1917'de Kışlık Saray'a attığı topla Bolşevik Devrimi'ni başlatmış. Mürettebat devrimcilerle işbirliği yapınca, gemi de böylesine önemli bir misyon üstlenmiş. Koskoca yıkılmaz denilen bir imparatorluğa atılan bir topla başlayan mücadele devrimcilerin zaferiyle sonuçlanıyor. Hayatta hiçbir şey baki değil diye düşünmeden ve halktan kopan, koskoca imparatorluklarında bu süreçte sonlarını hazırladıklarının belgesini görüyoruz. Buradan alınan ders halkını düşünmeyen rejimler yok olmaya mahkûmdur!
St Peter ve Paul Kalesinin yerini Petro kendisi belirliyor ve ana bölümü tavşan adasına kuruluyor. Kale tamamlandıktan sonra askeri garnizonun bir parçası ve siyasi mahkûmlar için hapishane olmuş. Burada yatan ünlülerden bir kaçı: Maksim Gorki ve Dostoyevski, Büyük Peter'in isyankâr oğlu Aleksey, Lenin'in ağabeyi Alexander ve Troçki, Leninin abisi Alexander. Dünyanın değişmez ortak belleği; özgürlük, insan hakları diyenlerin hapishanelerden bir şekilde yolunun geçtiğidir! Kalenin ana yapısında Peter ve Paul Katedrali yar alır. İnternetten incelediğim ve Rus tarihinin tanığı olan bu kale ve katedrali sadece dışından görme fırsatını yakalayabildim, guruptan ayrılmamak için. Sarı rengin çok yakıştığı bu katedralin kubbeleride altınlarla kaplı. Bir kubbesinin üzerinde 404 metre yüksekliğinde sütun var. Ucunda da altın kaplı haç tutan melek figürü var. Bu katedral Petro'nun naaşını, Rus imparatorluk ailesinin üyelerinin mezarlarını da barındırıyor.
Sıçrayan Kanlar Kilisesi...
Her gece saat 02.00'da gemilere açılan köprü ve köprünün açılmış görüntüsü...
Kanlı kiliseden detaylar...
Çar Aleksander'in uğradığı suikastle ölümcül yara aldığı yere yapılmış olmasından dolayı halk arasında "Kanlı Kilise" ya da Dökülen Kanlar Kilisesi olarak bilinen "Yeniden Diriliş Kilisesi" olağanüstü çekici. Gündüz ve gece görüntüsü de insanı büyülüyor. Neva nehrinin kanallarından Gribayedov'un kenarında inşa edilmiş. Hele ayışığıyla kilisenin kendi ışıklandırması ve kanalla buluşması sihirli bir görüntü yansıtıyor seyredene. 5 kubbesi var soğan şeklinde. Rusya'da birçok kubbenin ortak formu soğan biçimi. Soğan biçiminin anlamı çokca tartışmalı Rusyada. Korkunç ivan döneminde ilk kez kullanılmaya başlandığı, müslümanlardan etkilendikleri, yanan kandilleri sembolize ettiği, Kazan Hanlığı'na yapılan akınlardan sonra kullanılmaya başlandığını gibi onlarca varsayımlar üretilmiş. Dev pastalardan oluşmuş bir masal evi sanki. Sadece dış cephesinde 7000 m2 mozaik kullanılmış. Yapının her yerini kaplamış olan farklı renkteki mozaikler şeker tadında bir atmosfer yaratmış. 81 metre yüksekliğindeki en yüksek kubbe suikastin gerçekleştiği yılı temsil ederken, 67 metre uzunluğundaki ikinci kubbe çarın öldüğü zamanki yaşını ifade ediyor. Hüzünlü bir olayın anısına yapılmış ve insanı irkilten adının olmasına rağmen, bu eşsiz yapı hayal dünyasındaymışım hissini veren bir sevinç yarattı ruhumda.
Kilisenin hemen arkasındaki açık hava sanat pazarında ekonomik fiyatları olan hediyelikler alabilirsiniz. Rusyadan alabileceğiniz hediyeliklerden bazıları: Matruşkalar, keçe çizme (valenki), lapti yazlık ayakkabılar (ipli), folklorik işlemeli elbiseler, kürk kalpaklar, paltolar (şinel), cam, seramik objeler, kısacası el sanatlarıyla yapılan her şey. Meşhur votkaları da.
11.000 kazık temel üzerinde bulunan, dünyanın en büyük kubbeli yapılarından ve hatta kubbesinde 100 kilo altın kullanılan inşaatı 40 yıl süren bir mimarlık şaheseri: St. Isaac katedrali! Parlaklığı nedeniyle, düşman bombalarından kubbeyi griye boyayarak kurtarmışlar. Bu Ortodoks katedralinin kubbesinden, meydandaki Mariinsky Sarayı'nı, meşhur Astoria Hoteli'ni, Donanma Binasını, I. Nikola Anıtı'nı kuşbakışı görebilir, şehri seyredebilirsiniz!
Solda Peter ve Paul Katedrali, sağda ise şehir siluetlerinden bir kare...
Sıçrayan Kanlar Kilisesi karşısında özgün Rus yemekleri ve müziğiyle tanışmak isteyenlere... Sağda ise meşhur Singer Binası
Sovyet dönemi boyunca Ateizm Müzesi olarak işlev gören, şimdilerde dini evlilik merasimlerine ev sahipliği yapan Kazan Katedrali de şehrin en gösterişli siluetlerinden. Katedralin adı, mucizeler getiren Kazan Madonnası ikonundan geliyor. Pembe Fin granitinden yapılma sütunları ve 80 metrelik kubbesiyle şehrin en gösterişli kiliselerinden biri. Katedralin tam karşısında ise Singer'in tarihi binası da görülmeye değer. 20 saray ve köşkten oluşan Büyük Petro döneminde inşa edilmiş dünyanın en görkemli bahçeleriyle çevrili Peterhof Sarayı görmek istediğim yerlerden birisiydi. Uzun zaman dilimli bir gezi olmaması, şehirde daha çok yürüyüp, detaylar keşfetme isteğim, tabi'i Hermitage müzesine daha çok zaman ayırabilmek olduğu için bu isteğimden vazgeçmek zorunda kaldım. Guruptan giden arkadaşların anlatımları ve çektikleri fotoğraflarla yetindim.
Şehrin sembolleri olan çift başlı kartal, çapa ve melek figürlerine ansızın bir mağazanın üstünde, bir yapının, sütunun yanı başında rastlamak mümkün. Her yerde karşınıza çıkıyor bu semboller. Sembollerin anlamı var. Bol ağaçlar sonbaharın renklerini ve hüznünü taşıyor. Trafik epeyce yoğun. Gezginler bu şehri romantik buluyor. Buna ek olarak ruhani duyguları çağrıştırıyor diyebilirim. Farklı bir atmosferi var. Açık hava müzesi gibi! Ünlü yazar Dostoevskinin romanlarında da anlattığı Mayıs ayından Temmuz ayına kadar süren güneşin saat 24.00'te battığı ve hala şehre karanlığın çökmediği beyaz gecelerini de görmek lazım diye düşünüyorum. İzlanda gezimde bu doğa olayına rastlamıştım.
4,5 km uzunluğundaki şehrin ünlü ve ana caddesi Nevskiy Caddesindeyiz. Genişliği ile Paris'teki Şanzelize Caddesini anımsatıyor. Önce Mimazo diye bir yeri gözümüze kestiriyoruz. Fiyatlarının da makul olduğu bu yerde, önce Rusların meşhur Borç çorbasından içiyoruz. Sonra Beefstroganoff (mantar soslu, minik minik doğranmış biftek) yiyoruz. Ardından meşhur cranberry tatlısı. Çok çeşitli turtaları var. Kabak rendeli böreği ve yine kabak rendeli keki de tatmaya değer. Neyse ki midemizdeki bu doluluğu Nevskide gezerek eritebileceğiz. Geniş yürüme alanları, dükkânları, özellikle hediyelik eşya dükkânları, park, kafe, restoran, gece kulüpleri burada. Eski ve önemli mimari yapılara her an rastlayabilirsiniz. Nevski Caddesi'nin başındaki Amirallik binası, Kışlık Sarayı ve caddenin sonundaki ünlü Metropol Oteli bunlardan biri. Ünlü Mihaylovskiy Opera ve Bale Tiyatrosu dâhil olmak üzere birçok tiyatro binası da bulunuyor. Dostoyevski, Suç ve Ceza, Beyaz Geceler gibi romanlarında Nevski'den sıklıkla söz etmiştir. Sokak müzisyenleri, sokak ressamları, turistler ve yerli halkla karşılaşmak mümkün.
Saray Meydanında Alexander Sütunu ve Donanma Binası...
Genellikle halkı orta tabaka izlenimi veriyor. Caddelerde çok lüks ve çok eski model bakımsız arabalara da rastlanıyor. Özgün görünüyorlar, özellikle hanımlar defilede gibiler. Rus hanımlarında gördüğüm ortak özellikler: özgüvenleri yerinde, uzun boylular, manken edasıyla dik yürümeleri, bakımlı ve süslü halleri, zarafetleri, çoğunluğunun tercih ettiği soğukta bile cesaretle giydikleri mini etek ve ince çorapları, kemerli dar kumaş mantoları, uzun boyalı tırnakları ve süslü takma tırnakları. Çoğunun da zayıf olması. Buna karşın ülkemizde erkek işi olarak görünen en zor işlerde bile çokça kadınlara rastlanıyor. Kadınların Rus kadınlarını neden kıskandıklarını birazcık anladım galiba? Şehrin kalbi olan caddeler vardır ya, Nevski de onlardan biri. Herkes burada. Bu şehirde en sıradan dükkânların, evlerin bile yanında, kapısında, üzerinde rölyefler, heykeller gezginleri selamlamakta. İmrenmemek elde değil bu her köşesi sanat kokan şehre. Daha fazla bilgi için:
www.rsfmradio.com internet sitesini inceleyebilirsiniz.
Daha uygun fiyatları olan yerleri özellikle açık hava pazarlarını gördükten sonra, Nevski'den aldığımız hediyelerin ne kadar pahalı olduğunu fark ettik. Ayrıca pazarlıksız asla almayın derim. Sokaktaki insanların çoğu İngilizce bilmiyor, ancak Türkçe konuşan insanlarla her an karşılaşmak mümkün. Özellikle Azeri, Özbek, Kırgız, Kazak kökenli olanlarla dil konusunda sıkıntı pek yaşanmıyor. Çat pat Türkçe konuşabiliyorlar. Dükkânların çoğunda da Türkçe bilenlere rastlamak mümkün. Dünyanın en eski ve en derin metrosu olan Petersburg metrosu ile tüm bu yerlere ulaşım kolay, kaldığınız otellerin ücretsiz şehir gezileri de var, zamanınız uyarsa kaçırmayın derim. Rusça işaretler, yazıları görünce (Kiril alfabesi) dilsiz gibi oluyor insan. Bu durumlarda el, kol işaretleri yani, beden dili işe yarıyor. Ya da yanınızda getirdiğiniz Rusçadan-Türkçeye sözlükte işe yarayabiliyor. Gittiğimiz kafe, lokantalarda, kaldığımız otellerde internete wifi üzerinden ücretsiz girebildik.
Petersburg deyince ilk akla gelen Hermitage Müzesi! Bu kadar önemli bir müzeyi tek başına bir gezi yazısı olarak yazmalıydım. Bende öyle yaptım. Mitinglerin, merasim törenlerinin yapıldığı müzenin dış alanında, saray meydan şehrin merkezi meydanı. Şehrin mimari tacı bence! Meydanda 47,5 m. Yüksekliğinde, 600 ton ağırlıkta ve temelsiz yapıldığını, dünyanın en uzun zafer sütunu olduğunu öğrendiğimiz Alexander Sütunu, Donanma Binası, Genel Kurmay Binası ve binaların üzerindeki atlı heykelleriyle uyum içinde.
Tekne turundan kareler...
Saray Meydanından çıktığınızda sizi elinde minik bayrak taşıyan rehberler karşılıyor ve Nevanın kolları olan kanallardaki tura davet ediyor. Kanal turuna başlanan iskele müzenin yakınında. Gündüz kısa akşam uzun tur var. 2 kişi alınan biletlerde %30 indirim var. 325 ruble verdik. Lüks, piyanolu, lokantalı bir tekneye bindik. Menüye bakıyorduk ki Rus görevli geldi. "Burası bekleme salonuydu. Şimdi teknemize geçelim" diyor. Şaşkınlığımızı atamadan bağlantılı olan diğer tekneye bindik. Hayal kırıklığı yaşadık doğal olarak. Kanal tur yapacağımız tekne eski ve bakımsız bir tekneydi. Rus rehber 2 saat boyunca Rusça mekanik sesiyle ezberlediği gezi rotası hakkında bilgi verdi. Kapalı ve açık yeri olan teknenin açık bölümünde şehri su üzerinden de gezme ve görme fırsatını yakaladık. Yaklaşık 50 kadar irili ufaklı hepsinin bir öyküsünün olduğu köprülerin altından geçtik süzülerek. Bazı köprülerin altından geçerken başımız köprüye değecek kadar yakındı. Bazıları gerçekten mimari değeri olan köprülerdi. Kanal turdaki rehberin mikrofon elinde şehri anlatırken ruhsuz ve ezberlediği anlatımı suyun her iki yanında minyatür gibi dizilmiş mimari güzelliklerle ve manzaralarla uyuşmadı. Daha sessiz bir ortamda bu güzellikleri seyretmek isterdim! Budapeştedeki tekneyle akşam Tuna Nehri gezim aklıma düşüyor: Tuna gezisindeki her dilden tüm şehri tanıtan kulaklıklarımızla, tertemiz ortam, estetik tekneler. Petersburgtaki kanal gezi organizasyonu bu güzel şehirle uyumsuzdu. Para kazanmak ve bir an önce indirip diğer turistleri bindirme telaşı vardı üzerlerinde.
Her gece körfeze gemilerin geçmesi için köprülerin şaha kalkar gibi açılması, gemilerin geçmesi ve kapanması Petersburga özgü bir fenomen. Şansımıza kaldığımız otelin balkonundan yakaladığımız bu görüntüyü 2 gece 00.02' de hayranlıkla izledik.
Bu şehirde olmazsa olmazların bir kısmını yapabildik belki, en çok şehri yürüyerek keşfettik, minik alışverişler ve tabiî ki buranın güzel lezzetlerini mideye indirmeler! Keşfettiğimiz ve keşfedemediğimiz nice köşelere, müzelere, güzelliklere hoşça kal diyerek, Doğunun Venediği diye anılan, Deli Petro'nun delice projesi olan bu kentten ayrılıyoruz. Böyle delilere can kurban diyerek! Dostoyevskinin suç ve ceza kitabından bir alıntıyla yazımı sonlandırayım: "Burası yarı deliler kenti azizim! Yeryüzünde insan ruhları üzerinde Petersburg kadar karanlık, keskin ve garip etkiler yapan, bir başka kente çok az rastlanır."
Rotamız görmek için sabırsızlandığım Moskova. Moskova gezi yazımla buluşmak üzere, gezgince, sağlıkla ve sanatla kalın.