Her şey bundan bir, bir buçuk sene kadar önce İZ TV'de seyrettiğim "Yiğit-Eren YOLDA" adlı gezi programında adını daha önce hiç duymadığım ama muhteşem evleri, evlerin balkonlarından sarkan çiçekleri, içinden geçen nehri ile beni büyüleyen COLMAR isimli büyüleyici şehri görmemle başladı. Görüntüler beni o kadar etkilemişti ki uzun süre gözümü ekrandan alamamıştım. Soluk almadan programı seyretmeye başladım. Buraya mutlaka gitmeliyim diye o anda kafama koymuştum. Hemen araştırmalara başladım. Colmar'ın Fransa'nın güneydoğusunda çok meşhur olan Alsace Şarap Yolunda yer aldığını ve bu yol boyunca bulunan bir çok kasabanın da muhteşem yerler olduğunu öğrendim. 2015 yılının sonlarına doğru artık tüm çalışmalarımı bitirmiş rotamı oluşturmuş, önümüzdeki yılın 3 - 7 Temmuz tarihindeki Şeker Bayramı için uçak biletlerimi almış, arabamı kiralamış ve otel rezervasyonlarımı da yaptırmıştım bile...
3 Temmuz 2016 günü Pegasus Hava Yollarının 11:30' da Sabiha Gökçen - Basel/Mulhouse/Freiburg uçuşunu yapacak olan tarifeli uçağına yetişmek için evden çıktığımızda saat 07:30'u gösteriyordu. Normalde Sabiha Gökçen havaalanının evimize uzaklığı araba ile maksimum 30 dk. Ancak hem bayram dolayısıyla oluşabilecek trafik hem havaalanının muhtemel bayram kalabalığı, hem de ne yazık ki henüz bir hafta önce Atatürk Havaalanında yaşanmış elim terör faciası nedeniyle arttırılmış olan güvenlik önlemleri nedeniyle böyle erken gitmeyi tercih ediyoruz.
Uçağımız İsviçre saatiyle 13:30 gibi Basel Havaalanına iniyor. Basel Havaalanı Basel/Mulhouse/Freiburg Europort diye adlandırılıyor ve bu havaalanından üç ülkeye de (İsviçre, Fransa ve Almanya) çıkış yapabiliyorsunuz.
Basel Europort havaalanı çıkışı...
Araç kiralama işimi Pegasus'un internet sitesinden halletmiştim. Araç alış noktası olarak seçenek Fransız veya İsviçre tarafı diye bir seçenek sunmamıştı, sadece Basel Havaalanı olarak gözüküyordu. Ama sonradan evrakların üzerinde "Swiss Side" ibaresini görmüştüm. Ancak bizim bavullar 4 numaralı banda geleceği için biz 4 numaralı bandın olduğu sol taraftaki Fransız tarafından çıktık. Aracı AVIS' ten kiraladığım için hemen AVIS deskini buldum ama aracı İsviçre tarafından alabileceğimizi belirttiler. Kısa bir yürüyüş ile havaalanının sağ tarafına yani İsviçre tarafına geçtik. Orada da ayrı bir AVIS deski bulunuyordu. Bir VW Golf kiralamış olmama rağmen bana aynı fiyata otomatik Mercedes B180 teklif ettiler, seve seve kabul ettim. Hemen ofisin yanında bulunan kapıdan çıkınca da oradaki parkta aracımızı bulup bavullarımızı aracımıza yerleştirdik. Masal diyarına yola çıkmak üzere Navigasyon cihazımıza Colmar' daki otelimizin adresini girdik.
Bu seyahati yapacak olan ve bizim gibi araç kiralayacak olan seyahat severlere AVIS ve HERTZ'i şiddetle tavsiye ederim. Çünkü araçlar hemen kiralama ofisinin yanında bulunuyor, diğer başka havaalanlarında olduğu gibi servise binip herhangi bir park alanına gitmeniz gerekmiyor. Çünkü o tür teslim alma/bırakma seçeneği dönüşte zaman zaman sıkıntı yaratabiliyor. (Park yerini bulma, parkta boş yer bulma, servis bekleme vs. gibi) Dönüşte aracı bırakıp anahtarı teslim etmemiz 5 dakikamızı bile almadı.
Yaklaşık 45-50 dakikalık konforlu bir yolculuk sonrasında navigasyonumuz bizi tam otelimizin önüne kadar getiriyor. Oteli Booking.com'dan ayarlamıştım. "Balladins Hotel Primo". Öncelikli tercihim merkeze yakın olması ve tabi ki otoparkı olmasıydı. Hemen otelin karşısında günlüğü 5 € olan bir otopark ve onun 50 m ilerisinde de ücretsiz olduğunu tesadüfen önce oraya girdiğim için çıkış yapan bir araçtaki çiftten öğrendiğim bir başka otopark bulunuyordu. Araçtaki çift kararsızdı gerçi, aracı kullanan çocuk günlerden Pazar olduğu için ücretsiz olduğunu söylüyordu ama yanındaki kız arkadaşı buranın her zaman ücretsiz olduğunu söyledi. Kıza inandık tabi ki :) Neyse ki otelin resepsiyonunda teyit ettim, o park her zaman bedavaymış. Kadınlar her zamanlar haklıdır!...
COLMAR:
Otele eşyalarımızı bırakıp, resepsiyondan şehir haritasını alıyoruz ve kendimizi Colmar sokaklarına bırakıyoruz. Çok kısa bir yürüyüş sonrası Colmar'ın tam kalbindeyiz. Gerçekten bir masala diyarı gibi burası, çok etkileniyorum. Hemen fotoğraf makinemin deklanşörüne basıyorum art arda... Mükemmel...
Unterlinden Müzesi...
Masal başlıyor...
Evler birbirinden güzel...
Ambiyans bir harika...
Çiçekler, kanallar...
Otelimiz tarihi merkezin hemen kuzeyinde. Küçük bir pasajdan geçip kısa bir yürüyüş ile Unterlinden Müzesinin yanından tarihi şehir merkezine giriyoruz. Her taraf çiçeklerle dolu, tam bir görsel şölen. Turizm Ofisi de zaten müzenin hemen yanında. Buraya uğrayıp bir Colmar haritası ve çevre köyler ile ilgili bilgi almanızda fayda var. Çünkü yarın "Route des Vins" yani "Alsace Şarap Yolu" üzerinde uğrayacağımız sayısız köy bulunmakta...
Detaylı bilgi için ise isterseniz aşağıdaki internet sitesini ziyaret edebilirsiniz;
Colmar'ın tam merkezinde St. Martin's Katedrali bulunuyor. Katedralin çevresi cafeler, restoranlar yiyip içen, eğlenen, sohbet eden insanlarla dolu.
St. Martin' s Katedrali
Her bir sokak ayrı güzel. Sanki canlı bir tablonun içerisinde geziniyorsunuz... Elimizde Colmar haritası hiç bir ayrıntıyı kaçırmadan her sokağa ayrı ayrı giriyoruz. Evler muhteşem. Alman mimarisi ile klasik Alsace evleri güzel bir ambiyans yaratıyor. Zaten Colmar İkinci Dünya Savaşı sırasında zaman zaman Alman, zaman zaman da Fransız yönetimine geçtiği için her iki ülkenin de etkilerini taşıyor. Colmar'ın en güzel evi dedikleri evi fotoğraflamak çok da kolay olmuyor. Sokaklar o kadar dar ve kalabalık ki boş bir anı yakalayıp aynı zamanda da kadraja sığdırmak çok zor oluyor.
Colmar'ın en güzel eviymiş...
Binaların dış süslemeleri en az kendileri kadar güzel...
Colmar'ın simgesi leylekler her yerde...
Colmar'ın eski şehir merkezi çok keyiflice yaya olarak dolaşılabilecek bir yer. Yoruldukça soluklanabileceğiniz kafeler ve restoranlar her yerde mevcut. Ancak isterseniz bu turu küçük keyifli bir tren ile de yapabilirsiniz.
Colmar' da tren ile şehir turu...
Biz tabi ki yürümeyi tercih ediyoruz. Böylece detayları da kaçırmamış oluyoruz. Örneğin 1571 tarihinden bugüne dek pelerin satışı yapılan "Maison au Pélerin" - Pelerin evi...
Maison au Pelerin, 1571'den beri...
Pelerin Evinin dükkan tabelası çok hoşuma gidiyor. Sonradan fark ediyorum ki bir çok dükkanda bunun gibi güzel tabelalar bulunmakta. Gözümün önüne ülkemizdeki dükkanların oluşturduğu tabela kirliliği ve belediyelerin bu konudaki vurdum duymazlığı gelince ne kadar estetik yoksunu olduğumuz gerçeği bir kez daha aklıma düşüveriyor nedense...
Estetik dükkan tabelaları...
Colmar'ın en güzel yerlerinden biri Petite Venice (Küçük Venedik). Küçük Venedik bölgesi sanırım adını bir kanalın üzerindeki köprü ve bu kanalın etrafındaki renkli Alsace evlerinin yaratmış olduğu Venedik etkisi dolayısıyla almış. Köprünün üzeri çok kalabalık, özellikle herkes bu bölgede fotoğraf çektirmek istiyor. Boş bulduğumuz anda hemen biz de bu harika atmosferi fotoğraflıyoruz. Evlerin alt kısımları restoran olarak hizmet veriyor. Ancak belki aşağıdaki son resimde göreceğiniz nehirdeki küçük (!) misafirler yüzünden bende bu restoranlarda yemek yeme isteği nedense hiç olmuyor...
Petite Venice (Küçük Venedik)...
Petite Venice (Küçük Venedik)...
Petite Venice (Küçük Venedik)...
Petite Venice' de nehirdeki küçük (!) misafirler...
Küçük Venedik'ten ayrılıp tekrar merkeze doğru yürüyoruz.
Vaktiniz varsa heykeltraş Frederic Auguste Bartholdi'nin doğduğu ev ve müzeyi ziyaret edin. Biz vakit ayıramadık, kısıtlı olan zamanımızda şehrin sokaklarını keşfetmek daha çekici geldi.
Frederic Auguste Bartholdi, Amerika'daki meşhur Özgürlük Anıtının (Statue of Liberty) yaratıcısı olan heykeltraş. Kendisi 1834 yılında Colmar'da doğmuş. Fransa tarafından ABD'nin kuruluşunun 100. yılı anısına ABD'ye hediye edilmiş ve New York şehrindeki Özgürlük Adasına yerleştirilmiş meşhur bakır heykeli 1884-1886 yılları arasında inşa etmiştir. 46 metre boyundaki heykel, kaidesi ile beraber 93 metreye ulaşmaktadır. Bu anıtın parasının bir kısmının Sultan Abdülaziz tarafından ödendiği, aslında bu anıtın Mısır'a, Süveyş Kanalının Akdeniz'e açıldığı yere yerleştirilmek üzere Osmanlı İmparatorluğu tarafından sipariş edildiği ancak sonradan vazgeçildiği şeklinde varsayımlarda var ancak ben doğruluğunu kanıtlayacak bir belgeye ulaşamadım.
Frédéric Auguste Bartholdi - Yontu dikilmeden 1 yıl önce (1885'te) yayımlanan renkli taş baskı...
Kaynak: Wikipedia
Heykele Singer dikiş makinelerinin kurucusu Isaac Singer' ın dul eşi Isabelle Eugenie Boyer modellik etmiştir. Özgürlük Heykeli 1884 yılında Fransa'da tamamlandıktan 1 yıl sonra 350 parçaya bölünüp 214 sandık içinde New York limanına ulaştırılmıştır. Parçalar, 4 ay içinde kaidenin üzerinde yeniden birleştirilmiş ve 28 Ekim 1886 tarihinde binlerce izleyicinin önünde açılışı gerçekleşmiştir. (Kaynak: Wikipedia)
Yolumuza devam edince yine Bartholdi'nin 1888 yılında inşa ettiği çeşmeyi görüyoruz. Ama esas görmek istediğim gerçeğinin 1/8'i oranında küçültülmüş olan yaklaşık 12 m. boyundaki küçük Özgürlük Anıtı. Nerede olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok. Tabi ki bulamıyorum ama ertesi gün arabamızla Alsace köylerini keşfe çıktığımızda Colmar' ın çıkışında bir anda önümüze çıkıyor. Fotoğraf makinam bagajda olduğu için hemen telefonumla bir iki fotoğrafını alıyorum.
Roesselmann Çeşmesi (Bartholdi-1888)
Sürpriz...
İşte Özgürlük Anıtı...
Oldcity'nin meydanına geri döndüğümüzde eski gümrük meydanını ve eski gümrük binası "Koifhus"u görüyoruz. Gerçekten güzel bir bina. Çatısı renkli taşlardan yapılmış ve bence hakikaten göz alıcı.
"Koifhus" Eski Gümrük Binası
Bir müddet daha yürüyünce "Maison des Tetes" yani Kafa evini görüyoruz. Binanın yüzeyinde kafa kabartmaları var. Enteresan bir bina.
"Maison des tetes" Kafa binası
Colmar manzaraları...
Akşam yemeği için otelden çıkarken resepsiyondaki görevliye iyi bir restoran tavsiye etmesini rica etmiştim. Tavsiye etmiş olduğu "Bistrot des Copains" isimli restoranı hemen katedralin arkasında buluyoruz. Otele dönmeden önce akşam için yer ayırtmak istiyorum. Çünkü akşam Avrupa kupasında Fransızların İzlanda ile yapacağı çeyrek final karşılaşmasını da yemek eşliğinde Fransızlarla birlikte seyretmek çok keyifli olacak eminim. Zaten hazırlıklılar içeride üç tane dev ekran TV var. Bir tanesini tam karşıdan gören masayı bizim için rezerve eden garson kızımıza çıkarken İzlanda'lı olmamızın sorun yaratıp yaratmayacağını soruyorum, şaşkınlıkla suratıma bakakalıyor ve "Realy?" diyebiliyor sessizce. Gülümseyerek şaka yaptığımı ve Türk olduğumuzu söylüyorum. Yüzüne gelen gülümseme ile karışık rahatlama ifadesinden anlaşılıyor ki sanırım seviniyor...
Otelimize dönüp duş ve biraz dinlenme sonrasında akşam yemeği için tekrar geri dönüyoruz. Birkaç gece fotoğrafı alıp hemen restorana geçiyoruz.
Colmar ve gece...
Bistrot des Copains'e geldiğimizde maça 15 dakika falan var. Siparişlerimizi verip bir şişe kırmızı şarabımızı da açtırıyoruz. Keyfimiz iyice yerine geliyor. Restoranda herkes maçın havasına girmiş hem yemeklerini yiyorlar hem de kızlı erkekli şarkılar, marşlar söyleyerek eğleniyorlar.
Colmar denince ilk akla gelen yiyeceklerden biri de "Tarte flambe"... Başlangıç olarak iki tane söylüyoruz. İnce hamur üzerine isteğinize bağlı peynir, soğan, jambon vs. ne isterseniz konulan enteresan bir tat. Denemenizde fayda var, ben ve kızım beğeniyoruz. Hamur işleri ile zaten arası olmayan eşim kararsız ama beğenmiyor bence.
Maça gelince; ikinci turda İngilizleri sürpriz bir sonuçla 2-1 yenip evine yollayan İzlanda, ne yazık ki Fransa karşısında tutunamıyor. Fransızların golleri arka arkaya geliyor, ilk yarı 4-0, maç da 5-2 Fransa' nın galibiyetiyle bitiyor. Euro2016' ya veda edip evlerine dönen İzlanda' yla birlikte bizde otelimize dönüyoruz. Fransızlar ise zafer sarhoşluğu içindeler...
Maç sonu herkes sevinçli...
Tüm günün yorgunluğu otelimizde yatağımıza kavuşunca bitiyor. Yarın sabah istikametimiz, "Route des Vins"
Erkenden yapılan kahvaltı sonrasında rotamıza başlıyoruz. Planımız şöyle, önce Colmar'ın güneyindeki Eguisheim, Turckheim, Kayserberg, Riquewihr, Ribeauville ve Kintzheim... Akşam tekrar Colmar' a döneceğiz. Ertesi gün ise Strasbourg' a gideceğiz.
EGUİSHEİM:
Sabah kahvaltımızın ardından erkenden arabamıza atlayıp Alsace Şarap Yolu için yola çıkıyoruz. İlk durağımız Eguisheim... Eguisheim, Colmar' ın güneyinde, yaklaşık 7km uzaklıkta Şarap Yolu üzerinde ilk uğrayacağımız kasaba.
Route des vins d'Alsace... "Alsace Şarap Yolu"
15 dakikalık keyifli bir sürüş sonrasında kasabaya varıyoruz. Arabayı park etmek için kasabanın girişindeki otoparka giriyorum. Girişindeki makinaya para atmak üzere elimi cebime atıyorum 2,00 € çıkıyor. Ancak park ücreti 3,00 €. Arıyorum, tarıyorum 1 euro çıkmıyor bir türlü. Para bozdurmak için etrafta bir dükkan vs olmadığı gibi insan dahi yok çevrede. Bir araba daha geliyor biraz sonra o da İsviçre plakalı bizim gibi, büyük olasılıkla kiralık araba. Yabancılar alışık değildir gerçi böyle şeylere ama yine de şansımı denemek istiyorum, yanlarına gidip 5 Euro bozup bozamayacaklarını soruyorum. Tabi ki "hayır" diyor adam. Yanlarından uzaklaşıyorum. Eşimle kızımı arabanın yanında bırakıp biraz daha aşağılara inip bir dükkan falan bulabilmek için yürüyorum, Görünürde bir yer yok, yol iyice aşağıya doğru iniyor ama biraz sonra tekrar buraya geleceğimiz için çok da fazla inmiyorum, geri dönüyorum "ceza yersek de yiyelim" modundayım artık. Otoparka dönüyorum bir de ne göreyim, demin bana para bozmayan adam ve karısı eşim ve kızımla bayağı bir muhabbetteler. Hem de Türkçe!... Adam "anlamalıydım zaten" diyor. "Türklerden başka kimse para bozdurmak istemez..." Gülüyoruz, ayak üstü bir sohbet sonrası para bozma işimi hallediyorlar sağolsunlar.
Sonra demin inmekten yüksündüğüm yolu inmeye başlıyoruz. Dar bir yol ve iki tarafındaki evler harika. Sanki özel yapım bir film sahne dekorunun içerisinden geçiyorsunuz. Ancak hepsi gerçek yaşamın sürdüğü evler. Kızımın deyimiyle, "burada yaşıyorlar (!) gerçekten"
Aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz ev Eguisheim ile ilgili tüm kataloglarda ve internette göreceğiniz fotoğraflarda başrol oynuyor. Biz bu evin solunda göreceğiniz sokaktan aşağı doğru geldik. Bu evin sağ tarafında ise hediyelik eşya satan küçük bir iki dükkan bulunuyor. Yani para bozdurmak için yukarıdaki otoparktan aşağı doğru yürüyüşe devam etseydim buraya kadar gelmem gerekecekmiş.
Meşhur Eguisheim evi...
Eguisheim'ın meşhur evini fotoğraflayıp aşağı köy meydanına doğru iniyoruz. Meydanda sağlı sollu çok güzel binalarda şarap satış ve tadım dükkanları var. Meydanın tam ortasında küçük bir kilise ile 1002 - 1054 yıllarında Eguisheim'da yaşamış olan ve 1049 yılından ölümüne kadar Papalık yapmış olan Bruno of Eguisheim Dagsburg heykeli bulunmakta.
Equisheim meydanına giderken...
Papa IX. Leo
Şarap tadım evleri...
Yok ben şarap tatmak istemem şöyle güzel bir çay olsa da içsem derseniz de aşağıda resmini göreceğiniz gibi yine güzel, şık bir bina da bir çay salonu bulabilirsiniz. Ayrıca biz tadına bakamadık ama görünüşlerinden çok lezzetli oldukları şüphe götürmeyen pasta ve kurabiyelerin bulunduğu pastaneler de yine yol boyunca bulunmakta. Bu arada Fransızların her sene düzenlemiş oldukları "En sevdiğim Fransız Köyü" - "Village préféré des Français" yarışmasında 2013 yılında Eguisheim'ın 1. olduğunu belirtmeden geçmemek lazım. Bence de bu ödülü fazlasıyla haketmiş olduğu aşikar.
Çay Salonu...
Citroen 2CV (Döşova) bu arabayı hep sevmişimdir...
Colmar'dan sonra Eguisheim'da da leylekler bizimle beraber...
TURCKHEIM:
Arabamıza atlayıp planımızdaki ikinci köy olan Turckheim'e doğru yola çıkıyoruz. Eguisheim Colmar'ın güneyindeydi, Turckheim ise Eguisheim'ın kuzey batısında ve Colmar'ın batısında ve aynı paralelde. Ancak nehrin batı tarafına geçiyoruz. Eguisheim ile Turckheim'ın arasındaki mesafe yaklaşık 8,5 - 9 km. Bu mesafeyi seyir zevki yüksek bir yolda üzüm bağları arasında 15 dakikada alıyoruz... Hemen girişte bulunan ücretsiz otoparka arabamızı parkedip aşağıdaki resimde göreceğiniz gülümseyen binanın altından geçip şehre giriyoruz.
Seyrimize eşlik eden manzara: "Üzüm Bağları"
Turckheim gülümseyen bina
Şehre girdikten sonra hemen küçük bir meydan sizi karşılıyor. Meydanı çevreleyen güzel binalar, bir çeşme ve kilise ile diğer şarap yolu köylerinde de göreceğiniz şehrin olmazsa olmazı "Hotel de ville" yani "Şehir oteli"
Turckheim şehir meydanı
Meydanda biraz dolaşıp birkaç fotoğraf çekiyoruz. Balkonlardan sarkan çiçekler, evlerin bahçeleri sanki özel bir peysaj çalışması yapılmışcasına güzel. Ancak çok fazla insan yok, şehir biraz sakin geliyor bize.
Tüm bu güzellikleri içimize ve fotoğraf makinemizin hafıza kartlarına sindirdikten sonra bu küçük ve hoş kasabadan ayrılıyoruz.
KAYSERSBERG:
Şimdi 10km kadar kuzeye doğru çıkacağız. Rotamız Kaysersberg. Yaklaşık 20 dakikalık keyifli bir sürüş sonrasında Kaysersberg' e giriş yapıyoruz. Şehrin girişine yine ücretsiz bir otoparka aracımızı park ediyoruz. Kaysersberg şehri La Weiss nehri kenarına konumlanmış Turckheim'e göre daha büyük bir kasaba. Kasabanın girişinde zaten La Weiss nehri üzerinden geçen küçük bir köprü var. Bu köprü üzerinde yine çok güzel görüntüler yakalayabiliyoruz.
Keyifli rotamız...
Kaysersberg girişi...
Kaysersberg girişi ve La Weiss nehri köprüsünden görünüm...
Şehir meydanına gelince Turckheim'e göre oldukça hareketli olduğunu görüyoruz. Hediyelik dükkanları, restoranlar, şarap tadım evleri ayrı bir canlılık katıyor ortama. Öğle saatini biraz geçmiş olduğumuzdan hem zil çalan karnımızı doyurmak hem de Alsace yöresinin şaraplarından tadabilmek için bir restorana oturuyoruz. Genelde eşiminde benim de şarap tercihimiz hep kırmızı olmuştur. Çok fazla beyaz şarap sevmeyiz, ama bu yörenin uzmanlık alanı beyaz şarap olunca garson kızımızın da tavsiyesine uyarak onun seçtiği soğutulmuş bir beyaz şarabı yudumlamaya başlıyoruz. (Riesling 2013) O kadar beğeniyorum ki hemen bir şişe de İstanbul'a götürmek üzere alıyorum. İki farklı çeşit tarte flambe'de şarabımıza eşlik ediyor bu arada.
Kaysersberg şehir meydanı...
Yemek sonrası şehri dolaşmaya devam ediyoruz. Şarap bağlarının olduğu bir tepenin ve nehrin arasında kurulmuş olan Kaysersberg'de dar sokaklar heyecan verici...
Kaysersberg dar sokaklar...
Meydan, evler ve evlerin bahçeleri yine çiçek bahçesi gibi. İnsan burada huzur ve dinginlik içerisinde sanki bir masal içerisindeymiş gibi hissediyor.
Çiçek bahçesi evler, meydanlar...
Alsace bölgesinin meşhur leylekleri burada da karşımıza çıkıyorlar. Bunlar yuvada gördüklerimiz, elbette ki hava da gördüklerimiz var. Leyleği havada gören çok gezermiş derler, bu da tabi ki en çok istediğimiz şeylerden biri. Çok gezmek isteyenlerin mutlaka önce Colmar ve Alsace bölgesine gelmesi gerekiyor galiba...
Leylekler burada mutlu...
Kaysersberg kedisi...
Kaysersberg'deki gezimizi bu küçük mütevazi ev ve onun kedisi ile bitirip aracımıza dönüyoruz.
RIQUEWIHR:
Şimdi istikametimiz Riquewihr, yaklaşık 10 km bir yolumuz var. Aşağı yukarı 15 dakika sonra bu sefer Eski Şehrin girişine konumlanmış Hotel de Ville' in hemen aşağısındaki otoparka arabamızı bırakıyoruz. (3 Euro)
Riquewihr girişi...
Hotel de Ville ve Riquewihr eski şehir giriş kapısı...
Hotel de Ville'in karşısında durup sağa doğru baktığınız zaman ise altta göreceğiniz şarap bağları manzarası ile karşılaşıyorsunuz.
Şarap bağları...
Hotel de Ville'in altındaki geçitten geçtiğinizde ise küçük bir meydan, bir çeşme ve yukarı doğru çıkan rampa bir yol ile yine sağlı sollu güzel evler, restoranlar ile mutlu insanlar görüyorsunuz.
Riquewihr' de meydandan yukarı doğru yürüyoruz...
Ana yolu dikine kesen dar sokaklar...
Yukarı doğru yürürken sağda ve solda ana yolu dikine kesen bir çok dar sokak var. Hepsi birbirinden güzel. Birkaç tanesine girip içlerinde kayboluyoruz, sonra tekrar ana yola dönüp yukarı doğru yürümeye devam ediyoruz.
Arada esprili binalar gözümüze takılıyor. Mesela aşağıdaki resimde göreceğiniz "Au tire bouchon winstub" yani tirbüşon evi. Aslında oturup keyifle şarap yudumlayacağınız bir şarap evi, daha doğrusu şarap odası...
Güzel evleri, kafeleri, restoranları ve güzelim dar ara sokakları ile yavaş yavaş yokuşun sonuna doğru geliyoruz. Karşımıza altında bir geçit bulunan yüksek bir saat kulesi çıkıyor. Buradan geçip biraz daha dolaştıktan sonra tekrar geriye dönüp girişe doğru aşağı inişimize başlıyoruz. Bundan sonrasını yazarak anlatmak yerine fotoğraflarla tasvirlemek istiyorum.
Yokuşun sonundaki saat kulesi...
Riquewihr'den manzaralar...
RIBEAUVILLE:
Bir diğer büyük şarap köyü olan Ribeauville sadece 5km uzağımızda, zaten yaklaşık 10 - 15 dakika sonra ulaşıyoruz. Hemen girişte Turizm ofisi bulunmakta. Turizm ofisini geçtikten sonra ise faal bir şarap fabrikası, deposu ve satış mağazası hemen dikkatimizi çekiyor.
Ribeauville şimdiye kadar gezdiğimiz köylerden daha büyük gibi geldi bize ve daha kalabalık. Özellikle girişinde bir insan yoğunluğu bulunmakta. Ama en yukarı doğru çıktıkça bu kalabalık nedense azalıyor.
Şehrin girişi çok kalabalıktı...
Yukarı çıktıkça azalan turist popülasyonu...
Tepeye yaklaştıkça neredeyse kimse kalmıyor...
Bunda en tepede olan Kaleye ulaşamama stresi olabilir mi bilmiyorum ama hakikaten yukarıya doğru çıktıkça turist popülasyonu bir hayli azalıyordu. Ribeuville'in mimari yapısı da şimdiye kadar gezdiğimiz köylerden biraz daha farklı geldi bana. Ya da o kadar güzelliğe alıştıktan sonra mı acaba öyle düşünmeye başladım bilmiyorum.
Diğer köylerden farklı bir mimari var sanki...
Yukarıda Kale gözükmeye başlayınca hakikaten neredeyse etrafımızda kimse kalmamıştı. Bizim de gözümüz kesmedi kaleye çıkmayı ve biz de geri döndük. Çünkü gerçekten hem yorulmuş, hem de acıkmıştık...
İşte uzaktan da olsa Kalenin görüntüsü...
Aşağı doğru yürümeye başladığımızda camlardaki ve yollardaki çiçekler yine biraz gözümüzü okşuyor ve dinlendiriyor. Hatta camlardan bir tanesi Fransız bayrakları şeklinde yerleştirilmiş özenle...
Çiçek bahçesi...
Bizim gibi yorulmak istemeyenler için bu rotayı Fayton ile yapma imkanı da var isterseniz.
Yorgunluğu en güzel nasıl atabilirsiniz? Tabi ki ince belli bardakta güzelce demlenmiş tavşan kanı bir çay ile... Fakat nerede bulacağız şimdi Türk tipi çayı diye düşünürken Anatolia Restaurant imdadımıza yetişiyor. Sahibi Cafer... 1973 yılında gelmiş buraya, o günden beri de en iyi bildiği işi yapıyor. İşlettiği dükkanın olduğu binayı satın almış, üstü ev altı dükkan geçinip gidiyor. 43 sene dile kolay... Hemen bize önden demli birer çay veriyor, pide dönerlerimiz gelene kadar. Dönerlerimiz gelince de yanında ayran. Hep şarap içecek değiliz ya... Sonra birer çay daha... Sohbet ediyoruz biraz Cafer ile memleket gözünde tütüyor besbelli ama ekmek parası işte.
Cafer' in Anatolia Restaurant'ı...
Cafer ile sohbetimizi bitirip hesabı ödüyoruz ve Ribeuville'e veda ediyoruz.
Yolumuzu bu sefer Cafer'in tavsiyesi üzerine Kintzheim'da bulunan Montagne des Singes parkına çeviriyoruz. Doğal ortamında yaşayan maymunlar parkı. Sonra da Haut Koenigsbourg Kalesine çıkacağız. Artık yavaş yavaş akşamüstü oluyor. Bu iki rotayı da tamamladıktan sonra tekrar Colmar'a döneceğiz.
MONTAGNE DES SINGES:
Aşağı yukarı 15 km' lik yolu 25 dakikada alıyoruz. Maymunlar Dağının geniş bir otoparkı var. Aracımızı parkediyoruz ama bu kadar çok arabanın bulunması beni şaşırtıyor. Montagne des Signes yani Maymunlar Dağı doğal ortamlarında çok geniş bir doğal parkta yaşayan maymunları herhangi bir bariyer veya engel bulunmadan ziyaret edip gözlemleyebileceğiniz ve onları besleyebileceğiniz bir doğa parkı. Bu arada giriş kapısına geldiğimizde otoparktaki o kadar fazla arabanın yansımasını görüyoruz. Giriş hakikaten çok kalabalık. Funda ile göz göze geliyoruz. Bu kadar sırayı beklemeye değmeyeceği yönünde hem fikir olduktan sonra tekrar arabaya dönüyoruz. Maymunlar ile buluşma uzak bir başka bahara kalıyor.
HAUT KOENIGSBOURG ŞATOSU:
Dağ yollarından tırmanarak en yüksek noktaya ulaştığımızda heybetli kale/şato kendini gösteriyor. Yol kenarında arabanızı parkedip girişe kadar yürüyorsunuz. Ancak arabamı girişe daha yakın yere park edeyim diye yolun sonuna kadar giderseniz evdeki bulgurdan da (yani önceden gördüğün boş park yerlerinden de) olursunuz. Çünkü yol çok dar ve tek yönlü, sadece gidiş. Geri de gelemiyorsunuz, dağın öteki tarafından inmek zorundasınız. Bu yüzden makul bir sayılabilecek bir yürüme mesafesine aracımızı park edip girişe kadar yürüyoruz.
Parke yerimizden Haut Koenigsbrough Şatosu...
Şatonun manzarası...
Şatonun içerisi gezmeye değer. Ayrıca bir de çeşitli bitkilerin özellikleri ile açıklamalarının bulunduğu küçük bir botanik bahçesi bulunmakta. Keyifli bir süre geçirebilirsiniz.
Artık akşam olmak üzere, arabımıza atlayıp otelimize dönmek üzere Colmar'a doğru yola çıkıyoruz. Yarın Strasbourg'a gideceğiz.
OBERNAI:
Sabah kahvaltımızı edip otelimizden ayrılıyor ve Strasbourg'a doğru yola çıkıyoruz. Yolumuzun üzerinde uğramamız gereken bir kasaba daha var, Obernai... Colmar - Strasbourg arası yaklaşık 75 - 80 km yani 1 - 1,5 saatlik bir yolumuz var. Obernai ise Colmar'dan 50 km uzaklıkta.
1 saatlik keyifli bir sürüş sonrasında Obernai şehir merkezine varıyoruz. Merkeze yakın paralı bir otoparka (3 Euro) aracımızı bıraktıktan sonra yukarı doğru yürümeye başlıyoruz.
Otopark manzaramız...
Obernai Şarap Evi...
Yukarı doğru çıkan yol tek yönlü araç trafiğine izin veriyor. İniş ise binaların sol tarafından başka bir yoldan veriliyor. Ortada ise trafiğe kapalı yaya yolu ve kafeler, restoranlar bulunmakta. Yine güzel ve çiçekli binaları izleyerek yukarı doğru ilerliyoruz. Önce küçük bir meydanda çocukların çok severek bindiği bir Carousel yani Atlı Karınca görüyoruz. Bunun daha büyüğünü Floransa'dan hatırlıyorum. Keşke bizde de olsa... Ama sadece lunaparklarda oluyor nedense.
Carousel...
Biraz daha ilerleyince uzun kulesi ile birlikte küçük bir kilise ile karşılaşıyoruz.
Yolun sonunda ise geniş bir alana geliyoruz. Bu alanda sağ tarafta konumlanmış katedral heybetli yapısı ile hemen dikkati çekiyor. Katedrale doğru döndüğünüzde sağ tarafta tarihi bir kuyu bulunmakta. 1370 tarihinden bugüne neredeyse aynen korunmuş bir şekilde halen varlığını sürdürüyor. O tarihlerdeki resmi ile benim çektiğim fotoğrafı alt alta görebilirsiniz.
Tarihi kuyunun 1370 tarihindeki hali...
Kuyunun şimdiki hali...
Kuyudan Katedrale doğru ilerlediğinizde ise sağlı sollu hediyelik eşya satan dükkanları görebilirsiniz. Katedralin içerisine girip bu tarihi mekanı dolaşıyoruz.
Katedral
Katedralin içinden...
Obernai trafiğe kapalı bölge...
Obernai diğer şarap köylerinden çok daha büyük. Bana biraz daha şehirleşmiş gibi geldi. Diğer köylerde aldığım keyfi burada aynı şekilde alamadım ama yine de güzel. Alsace şarap yolunun kuzeyden güneye doğru güzelleştiği söyleniyordu biz tam tersi rota yaptığımız için yani güneyden kuzeye doğru ilerlediğimiz için belki bu duygum biraz anlam kazanıyor gibi. Belki bu turu Strasbourg'dan Colmar'a doğru yapmak daha doğru olabilirmiş. Çünkü o zaman her gördüğünüz kasaba bir öncekinden daha güzel olacağı için daha iştahlı bir gezi olabilirdi. Bunu da Alsace gezisi yapacak olan gezginler için küçük bir not olarak buraya iliştireyim...
STRASBOURG:
Obernai Strasbourg arası yaklaşık 30 - 35 km. Yarım saat sonra Strasbourg'a giriş yapıyoruz. Strasbourg'ta 1 gece konaklayacağımız otel aynı zamanda Strasbourg'un en güzel yeri olan Petite France (Küçük Fransa) bölgesine de çok yakın. Aracımızın navigasyonu bizi otelin kapısına kadar getiriyor. Otopark hizmeti olan bir otel seçmiştim. Resepsiyondan günlüğü 9 Euro'ya giriş ve çıkış şifresini alıp aracımızı neredeyse giriş kapısının önüne kadar yakın bir yere park ediyoruz. Bavullarımızı odamıza bırakıp hemen şehri keşfetmek için kendimizi sokaklara atıyoruz. Burası için bir gece konaklama planlamıştım ancak şehri gezdikten sonra keşke iki gece kalsaymışız diye düşünmedik de değil.
Kısa bir yürüyüş sonrasında çok geniş bir parka geliyoruz. "Place de la Republique" yani "Cumhuriyet Meydanı" hakikaten çok güzel ve huzur verici bir yer. Fransızlar yakıcı güneşin etkisinden kurtulmak için ağaçların gölgelerinde dinleniyor, kitap okuyor, müzik dinliyorlar.
Place de la Republique - Cumhuriyet Meydanı
Cumhuriyet Meydanını baştan başa geçip yürümeye devam ediyoruz. Biraz sonra etkileyici büyüklüğü ve ihtişamı ile "Cathedrale Notre Dame de Strasbourg" yani "Strasbourg Notre Dame Katedrali"karşımıza çıkıyor. Paris'teki adaşından daha etkileyici gibi geliyor bana... Katedralin etrafı sokak sanatçıları, ressamlar, müzisyenler ile çok kalabalık ve çok güzel. Etrafta ayrıca karnınızı doyurabileceğiniz irili ufaklı restoranlar ve kafeler bulunmakta. Yine tabi ki hediyelik eşya satan dükkanlarda turistlerin yoğun talep gösterdiği dükkanlar.
Cathedrale Notre Dame de Strasbourg - Strasbourg Notre Dame Katedrali
Katedralin içinden...
Katedral' den çıkıp biraz daha batıya doğru yürüdüğümüzde L'Ill nehrine ulaşıyoruz. Kral III. Luois' nin nehri gibi okunuyor sanki ama değil tabi ki. L' dan sonra büyük "I" harfi ile iki tane küçük "L" yanyana gelince böyle oluyor yapacak bir şey yok. Nehrin kenarında nehir turu yapmak isteyenler için büyük tekneler var. Çok cazip gelmiyor bize...
L'Ill nehri tekne turu...
Nehir boyunca ilerliyoruz. Birazdan Petite France (Küçük Fransa) bölgesine ulaşıyoruz. Petite France gerçekten Strasbourg'un en güzel yeri. Evler, çiçekler ve ambiyans mükemmel. Uzun bir süre bu güzelliği içimizde sindirerek dolaşıyoruz.
Petite France "Küçük Fransa"
Ancak acıkan karnımızdan gelen zil sesine daha fazla yanıt vermemek olmaz diyerek birbirinden güzel olan restoranlardan birine oturup bu sefer kırmızı şarap eşliğinde bir şeyler atıştırıyoruz. Tatlı sevenler için söylüyorum burada mutlaka Creme Brulee yemelisiniz. Aynı zamanda dondurmasının da güzel olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca tüm Fransa için geçerli bir tüyo, özellikle sıcak günlerde çok faydalı olacaktır. Yemek siparişinizi verirken bir de"Carafe d'eau" (Karaf dö diye okunur, içilebilir musluk suyudur ama soğuktur.) sipariş ederseniz ücretsiz bir şişe soğuk su gelecektir. Eğer sadece su sipariş ederseniz ücretli su getirirler.
Petite France "Küçük Fransa"
Strasbourg'dan manzaralar...
Evet, tadı damağımızda kalıyor ama Strasbourg için ayırdığımız süre çok çabuk bitiyor. Ertesi gün artık bir başka ülkeye, Almanya'ya geçeceğiz. Şarap yolundan Romantik yola geçiş yapacağız. Heidelberg, Würzburg ve Rothenburg ayrı bir yazı konusu olacak...
Colmar'da başladığımız rüya gibi Alsace Şarap Yolu Strasbourg'da sona eriyor. Mutlaka tavsiye edeceğim bir rota oldu çünkü. Her ne kadar bol görsel kullansam da bazen fotoğraflar bile o güzelliği anlatmama yetmemiş olabilir. O yüzden hepinize bu geziyi şiddetle tavsiye ediyorum.
Seyahatiniz bol, yolunuz açık olsun...