Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Hindistan ::::: Agra ::::: AGRA: Hint- Türk İmparatorluğu'nun Eski Başkenti...        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Hindistan Agra 03 Şubat 2020 25 Şubat 1990
28 Şubat 1990
2992 1 muratozsoy 

 AGRA: Hint- Türk İmparatorluğu'nun Eski Başkenti...
 (Genel)

Hindistan'ın Agra kentinde, Tac Mahal'in karşısındayız. Dünyanın en çok fotoğrafı çekilen anıtlarından biri bu. "İnsanlar, Tac Mahal'i görenler ve görmeyenler olarak ikiye ayrılır!" buyuran şair Edward Lear'in kulakları çınlasın...



TAC MAHAL: Şah Cihan hayatının son yıllarını, doğum sırasında ölen sevgili karısı için yaptırdığı Tac Mahal'i, oğlu tarafından hapsedildiği Agra Kalesi'nden seyrederek geçirmiş. Bu muazzam aşk anıtı, 21 senelik bir çalışma sonucu 1653'te tamamlanabilmiş.



Tac Mahal, Hint-Türk imparatoru Şah Cihan'ın büyük aşkının sembolü. On yedi yıldır evli olduğu karısı Mümtaz Mahal, imparatora tam on dört çocuk doğurduktan sonra, doğum sırasında ölür. Şah Cihan, üzüntüsünden iki yıl boyunca müzikten, eğlenceden elini ayağını çeker. Sonunda da devlet işlerini oğullarına devredip kendini mimariye verir ve karısı için bir anıt yaptırmaya başlar.



Avrupa'dan getirilenlerle birlikte, toplam yirmi bin işçi çalışır Tac Mahal için. Bu denli yoğun çalışmaya karşın, ancak yirmi bir senede tamamlanabilmiş bu aşk anıtı. Kimi kaynaklar, Tac Mahal'in mimarının İran'ın Şiraz kentinden getirilen İsa Han olduğunu belirtiyor. Kimi kaynaklar da Koca Sinan'ın yetiştirmesi Mimar Yusuf'un oğlunu, anıtın mimarı olarak gösteriyor. Mimar her kim ise ellerine sağlık!..



Avrupalı, ve özellikle Venedikli süslemecilerin de çok emeği geçmiş Tac Mahal'e. Mermerden bir taraçanın ortasına oturtulmuş olan bu aşk anıtının, hem içi, hem de dışı yine bembeyaz mermerden. Ak mermere oyulmuş çiçekler, Mümtaz Mahal'in mezarının çevresinde yetişen  çiçekleri sembolize edermiş.



Beyaz mermerlerin içine, yarı kıymetli taşlar yerleştirilmiş olduğundan, gün doğarken, batarken ya da ay ışığında, Tac Mahal, tamamen değişik görüntüler veriyor. Açık leylak renginden kreme, pembeden sarıya kadar renkten renge bürünüyor bu anıt. Dolayısıyla herkes, bu aşk anıtına yapılacak tek bir ziyaretin kesinlikle yeterli olmayacağı konusunda hemfikir. Muhteşem görüntüsünden ötürü, dolunay sırasında, dört gün boyunca, gece yarısına kadar açık kalıyor Tac Mahal.



Söylenenlere bakılırsa, Şah Cihan, beyaz mermerden yapılan Tac Mahal'in siyah mermerlisini de Yamuna nehrinin öte kıyısında kendisi için yaptırmak istemiş. Ancak, mimariye olan düşkünlüğü hayli pahalıya mal olmuş Şah Cihan'a. Oğlu Evrengzib, mimari eser peşinde, paraları har vurup harman savurmasından usandığı babasını, Agra Kalesi'ne kapatıvermiş. Simetrik mimari hayranı Şah Cihan da hayatının geri kalan kısmını, sevgili karısı için yaptırdığı aşk anıtını, hapsedildiği kaleden  seyrederek geçirmiş.



Tac Mahal'in ön yüzünü gördükten sonra bir de, bu haşmetin arkasına dolanalım dedik. En güzel açıyı yakalamaya çalışırken, tam Tac Mahal'in karşısında, keçileriyle, öküzleriyle iç içe yaşayan minicik bir köyle karşılaştık. Henüz turistlerin ulaşamadığı, fotoğrafı çekilen çocukların "fotorupi, fotorupi" diye bağrışmadığı bir köydü bu.





TAC MAHAL



İlginçtir, dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlar, belki de yıllarca para biriktirerek, bu aşk anıtını görebilmeyi hayal ediyorlar. Bu yoksul insanlarınsa uyanır uyanmaz ilk gördükleri şey Tac Mahal!



 Kuh-i Nur Elması: Bütün dünyanın iki buçuk günlük yiyeceğine bedel



Tac Mahal'in hemen yakınındaki Agra Kalesi'ne gidiyoruz. Üç büyük Hint-Türk imparatoru yaşamış burada. Bu kale ve çevresinde geçen öylesine hikâyeler anlatılıyor ki, inanası gelmiyor insanın!.. Rivayete göre, Timur'un beşinci göbekten torunu olan Babür, bir golf topu büyüklüğündeki "Işık Dağı" anlamına gelen "Koh-i Nur" elmasını 1526'da ele geçiriyor. Ve öyle bir elmas ki Koh-i Nur, Hint-Türk İmparatorluğu'nun kurucusu Babür'ün, bu elmasın, "bütün dünyanın iki buçuk günlük yiyeceği" değerinde olduğunu söylediği rivayet ediliyor. "Işık Dağı" elması tarihin labirentlerinde dönmüş dolaşmış, en sonunda da Lahor hazinesinden çıkarılıp savaş tazminatı olarak İngilizlere teslim edilmiş.



Babür'ün "Babürname" adı verilen günlüğü de hayli enteresan doğrusu! Babür, savaşlarını, eğlence törenlerini, kuşları, hayvanları, çiçekleri, meyveleri bile aktarmış günlüğüne... Üstelik bu gelenek, kendinden sonraki Hint-Türk imparatorlarına da yansımış. İşte bu sayededir ki, aradan asırlar geçmiş olmasına karşın, o dönemin saray yaşamı hakkında son derece detaylı bilgilerin bulunduğunu söylüyor tarihçiler.



Babür ve Ekber Şah'ın Afgan krallarını yok edip Hint-Türk İmparatorluğu'nu kurmasının ardından Hindistan İslâmiyet'le tanışıyor. Kimi kaynaklar kurulan bu imparatorluktan Moğol İmparatorluğu olarak da söz ediyor. Türklerle birlikte, Hint sanatı, özellikle minyatürde altın çağını yaşamaya başlıyor.  Altı büyük imparator, Babür, Hümayun, Ekber, Cihangir, Şah Cihan ve Evrengzib 1527-1707 arasında yaklaşık yüz seksen yıl boyunca Afganistan, Pakistan ve Hindistan'da hüküm sürüyor.



Ekber Şah ve dinlerin sentezi



Bu imparatorların en büyüğü olan Ekber Şah, son derece önemli bir kültür adamı. Tahta geçtiğinde on dört yaşında olmasına karşın yarım asır iktidarı elinde tutmayı başarıyor. Kendisine Hindulardan danışman, general ve yönetici yapmaktan çekinmiyor. Üstelik bundan da olağanüstü yarar görüyor.



Dinlere de pek meraklıymış Ekber Şah. Hinduizm, İslâmiyet, Sihizm ve Hıristiyanlığın sentezini yapıp Din-i hak ya da Din-i ilahi adıyla yeni bir din yaratmış. Bu kararından sonra, tutmuş bir de para bastırmış. Paranın üzerine de "Allahu akbar" diye yazdırmış. Bu, hem "Allah büyüktür" anlamına geliyormuş hem de "Akbar Allah'tır" anlamında yorumlanıyormuş!..



Rivayete bakılırsa Ekber Şah, Kraliçe Elisabeth'den bile zenginmiş. Yamuna nehrinin kıyısına Agra Kalesi'ni yaptıran da yine o. Böylece, kuşatma durumunda çok uzun bir süre, hiç susuzluk çekmeden dayanabilmeyi hedefliyormuş imparator. Hindistan'ın nehir kenarında yapılmış en büyük kalelerinden biri Agra Kalesi.  Ekber Şah, kaledeki sekizgen kulenin tepesine çıkar, pek sevdiği fil dövüşlerini oradan seyredermiş.



Üç yüz eş, beş bin cariye



Agra'dan otuz yedi kilometre açılıyoruz. Bu kez de, "Zafer kenti" anlamına gelen Fatehpur Sikri'deyiz. Dünyanın en mükemmel "hayalet kent"lerinden biri bu! Türk, İranlı, Hintli sanatçıların göz nuru mermerlere ve fildişi oymalara akmış. Yapı malzemesi ise tıpkı Kutup Minar gibi kırmızı kum taşı ve ak mermer.


Fatehpur Sikri, dünyanın en mükemmel "hayalet kent"lerinden biri. Su kaynakları kuruyunca, kent Kerbelâ'ya dönmüş... Bunun üzerine, terk edilen Fatehpur Sikri de hayalet gibi ortada kalıvermiş.



Fatehpur Sikri'nin çok ilginç de bir hikâyesi var. Ekber Şah, on iki yıldır tahttadır, imparatorluk büyümektedir, her şey yolundadır. Tek bir şey hariç. Ekber Şah'ın, üç yüz eşi vardır, hareminde de beş bin cariyesi bulunmaktadır ama, bir türlü çocuğu olmamaktadır.



Bir zaferden sonra Ekber Şah, Sikri'de bir evliyayı ziyaret eder. Evliya bir kehanette bulunur ve Ekber Şah'ın yakında üç çocuğu olacağını söyler. Ve hemen ertesi yıl, yıllardır çocuğu olmayan imparatorun Sikri'de bir oğlu doğar. Ne hikmetse birincinin hemen ardından iki oğlu daha olur Ekber Şah'ın! Bu inanılmaz mucizenin üzerine imparator, evliyanın dergâhının yakınında Fatehpur Sikri adında bir kent yapılmasını emreder.



Dört yüz küsur yıllık Fatehpur Sikri'de, Ekber Şah'ın, paçisi adlı oyunu oynamaktan çok zevk aldığı rivayet ediliyor. Kimi kaynaklar, imparatorun, yere çizilmiş dev sahanın ortasına oturup, oyun taşı olarak da fahişeleri kullandığını yazıyor. Biz de gelip geçenleri toplayıp paçisi oyununu görüntülüyoruz. İmparator Ekber Şah yerine de ortaya, birini oturtuyoruz... Ekber Şah'ın paçisi dışındaki zevklerinden biri de kadınlarıyla birlikte körebe oynamakmış. Paçisiler, körebeler falan derken, bir gün, bir de bakmışlar ki Fatehpur Sikri'nin su kaynakları kurumuş, kent Kerbelâ'ya dönmüş... Bunun üzerine terk edilen Fatehpur Sikri de hayalet kent gibi ortada kalıvermiş!.. Buna karşın, Ekber Şah'a, üç oğlu olacağı kehanetinde bulunan sufi evliyanın mezarı bugün bile çocuk isteyen Hindu ve Müslüman ailelerle dolup taşıyor.



Ekber Şah'ın mezarı


Ekber'in birçok eşi olmuş ama içlerinden birisi, hem de Hindu olanı onu çok etkilemiş. Öyle ki, karısının ısrarı üzerine hem soğan hem de sarımsak yemekten vazgeçmiş. Karısının isteği üzerine sakalını bile kesmiş koca imparator. Yine Hindu karısının isteği üzerine, kendisi Müslüman olduğu halde inek eti yemekten bile vazgeçmiş.





Hindistan'da yılan ve maymunlarla her an, her yerde karşılaşmak mümkün



Agra'nın sekiz kilometre kuzeyindeki Sikandra'da Ekber Şah'ın Mezarı'ndayız. Maymunlar ve geyiklerle dolu, mezarın bulunduğu bahçe. Bahçenin bir köşesinde, firavun faresi ile kobra yılanının amansız mücadelesini izliyoruz. Keskin dişli firavun faresi kısa sürede kobrayı perişan ediyor.





Firavun faresi ile kobra yılanının amansız mücadelesi. Keskin dişli firavun faresi, kısa sürede kobrayı perişan ediyor.



Savaş alanlarında Nur Cihan



Fillere son derece meraklı olan Ekber Şah, kendisinden sonra tahta geçecek olanı da bir fil dövüşüyle tayin etmiş. Oğluyla torununun filleri kapışmış, oğlu Cihangir'inki kazanmış ve böylece babasının ölümünden sonra tahta o geçmiş. Geçmiş geçmesine ama, üzerinde, şarap kadehi tutan resmi bulunan para bastırtan Cihangir'in, alkol ve esrar tutkusu sonucu, imparatorluğu, ihtiraslı karısı Nur Cihan yönetir hale gelmiş. İran prensesi olan bu kadın, iki fil arasına yaptırdığı bir oturak ile savaş meydanlarına bile taşınıp savaşlara katılmış.



Cihangir'in karısı Nur Cihan, kalenin içindeki hamama gittiğinde, hamam, gül yapraklarıyla donatılırmış. Hamamdaki güllerle haşır neşir ola ola, kraliçenin gül yağını keşfettiği söyleniyor. Kimi kaynaklar da bu buluşun, kraliçenin annesine ait olduğunu söyler imiş. Sonuç olarak, ya anası, ya kızı kotarmış bu gül yağı işini ve böylece Moğol saraylarının dayanılmaz parfümüne imzalarını atmış olmuşlar.



Şimdi de, Nur Cihan'ın, Itimad-ud-Daulah adıyla anılan babası için yaptırdığı  mezarını çekiyoruz. Tıpkı Tac Mahal'de olduğu gibi, bu mezarın da tamamı ak mermerden... Rivayet edilir ki, Nur Cihan, babasına gümüş bir mezar yaptırmak istemiş ama çevresindekiler, onu, "insanlar gelir anıtın üzerindeki gümüşleri parça parça çalar!" diye uyarınca vazgeçmiş.





Altın Üçgen'i oluşturan kentlerden Agra. Tıpkı, Tac Mahal'de olduğu gibi, Itimad-ud-Daulah'ın mezarının tamamı da ak mermerden.



Öyle nefis bir kent ki Agra, doksan bin dörtlükle dünyanın en uzun şiiri olan Mahabharata adlı Hindu destanında, kentin adının, "cennet" anlamına gelen Agrabana olarak geçmesi hiç de şaşırtıcı gelmiyor insana! Bu cennette, imparator, yılda iki kez altın ve gümüşle tartılır sonra da bunlar halka dağıtılırmış. Ve öyle bir cennetmiş ki bu, pilav, üstü zar gibi ince bir altın tabakasıyla kaplanır öyle ikram edilirmiş. Yani orada "pilav üstü az kuru" yerine "pilav üstü az altın" ısmarlanırmış!























 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(16 Mayıs 2020)

Murat Bey
Agra yazınızı keyifle okudum ve yine bir çok bilgi öğrendim yazdığınız kent ile ilgili. Çok şanlısınız 1990da oraları görmüşsünüz. Ben Hindistana daha ayak basmadım. Belgesellerden filmlerden bildiğimiz kadarıyla. Bir de sizlerin yazılarınızdan.

Teşekkürler.

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.