El-cumhuriyyet-Tunisiyye ateşi düşüyor içimize. Gecenin günle buluşacağı ilk saatler... Uçağımız havalanıyor. Az sonra, hostesimizin Tunus gümrüğüne ilişkin bir anonsu geliyor kulağımıza. Bitişik koltukta oturan Tunuslu kardeşimiz ile tanışıyoruz. Suudi Arabistan'da mühendis olarak çalışıyormuş.Ziyaret edeceğimiz bölgelerin isimlerinin Arapça okunuşunu öğreniyoruz ondan. Tunus Arapçası, Ortadoğu Arapçasından hayli farklı. Arapça 60 ülkede konuşuluyor; dünyada en yaygın beşinci dil.
Tunus'ta Fransızcanın geçerliliği, uçakta Türkçe, İngilizce yanı sıra Fransızca anons yapılmasından da açıkça belli, Geçerli olmanın ötesinde, Fransızca, Arapça ile birlikte resmi dil Tunus'ta.
Afrika'nın "El Mağrib el Arabi" olarak adlandırılan bölgesine gidiyoruz. Cezayir, Fas ve Batı Sahra yanı sıra Tunus da Mağrip bölgesinde. Bu ülkelere Libya ve Moritanya'yı da eklerseniz, işte huzurlarınızda Geniş Mağrip.
Mağrip'in darı, genişi gibi kapsamlı düşüncelere dalmışken vaktin nasıl geçtiğini fark etmiyoruz. Ansızın inişe geçtiğimiz anonsu geliyor kulağımıza. Alçaldıkça, çevremizde çok sayıda beyaz renkli ev görüyoruz; hiçbirinin çatısı yok.
Aeroport Tunis Carthage yazısı çarpıyor gözümüze. Ve sonunda Tunus'un otuz küsur havaalanından biri olan Kartaca Havalimanına değiyor ayağımız. Havalimanının adı Kartaca; çünkü Kartaca antik kenti havalimanının hemen kuzeyinde yer alıyor. Afrika'ya ayak basmış olmanın heyecanı içindeyiz. Soğuklara veda etmiş oluyoruz artık.
TUNUS'UN HER YANI DOĞAL FİLM SETLERİYLE DOLU
Tunus, Afrika'nın en kuzeyinde, Akdeniz'in ortasında son derece stratejik bir noktada. 163 bin kilometrekare büyüklükte bir ülkedeyiz. Toprak olarak, Türkiye'nin beşte biri kadar Tunus.
Küçük olmasına karşın müthiş bir çevresel çeşitliliğe sahip. Çünkü kuzey güney doğrultusunda ince, uzun bir ülke. Çöle de, müthiş sahillere de yer var bu ülkede. Kuzeyde dağlar, ortada ovalar, güneyde Sahra Çölü.
Topraklarının yüzde 8'i koruma alanı. 17 ulusal park yer alıyor Tunus'ta. Böyle olunca, çitadan pantere, aslandan leopara, ceylandan su samuru, kurt, geyik, firavun faresi, ve antiloba kadar pek çok hayvan kendine yaşam alanı bulabilmiş Tunus doğasında.
Coğrafi çeşitlilik, çok iddialı filmlerin çekildiği bir ülke haline getirmiş Tunus'u: Yıldız Savaşları'ndan, Nazaretli İsa'ya, İngiliz Hasta'dan, Indiana Jones ve Kutsal Hazine Avcıları'na varıncaya dek pek çok ünlü film bu topraklarda çekilmiş.
Kutsal Hazine Avcıları filmindeki sahnelerden biri 1936'da geçiyor. Ama film günümüzde çekiliyor. Her taraf antenle dolu. Ne zaman ki çatılardan 300 televizyon anteni tek tek toplanmış, çekimler ancak ondan sonra başlayabilmiş.
TURİZM: SAHRA'NIN KUMU, AKDENİZ'İN SUYU, TUNUS'UN SICAĞI
Haritaya bakıyorum, Tunus, iki iri komşusuyla Akdeniz'in arasına sıkışmış gibi duruyor sanki. Cezayir'le bin km, Libya'yla da bunun yarısı kadar kara sınırı bulunuyor El-cumhuriyyet-Tunisiyye'nin.
Ülkenin en büyük yükseltisi 1.500 metre. Ağrı'nın 5.100 metresiyle kıyaslandığında üçte birinden az bir yükseklik. Tunus'un petrolü, doğal gazı var, fosfatı var; demir cevheri ve kurşun ha keza... Çinko ve tuzu da unutmamak gerek. Dev Sahra Çölünden ötürü, topraklarının ancak altıda biri ekilebiliyor. Tunus, ekip biçemediği Sahra Çölü'nün festivalini düzenleyip turizme katkısını sağlıyor.
11 ülkede varlığını sürdüren, dünyanın en büyük çölü Sahra, Tunus'un küçük bir bölümünü kaplıyor. Sahra, Tunus turizminin güzeli, canı, kanı, hayat damarı... Avrupa'yı soğuktan titreten kış aylarında Sahra'nın kumuna, Akdeniz'in sularına, sözün özü Tunus'un sıcağına geliyor turistler.
12 milyon nüfuslu Tunus'u her yıl 10 milyona yakın turist ziyaret ediyor. Zeytin gibi, hurma gibi, petrol ve fosfat gibi çok önemli bir gelir kaynağı oluşturuyor turizm. Ülke 8 Unesco Dünya Mirasına sahip.
Başkent Tunus'a 60 km mesafedeki Hammamet'e doğru yola çıkıyoruz. Arapça Hamamlar anlamına geliyor. Kumsallarıyla ünlü. Doğruca, otelimiz Lella Baya'ya yöneliyoruz. Resepsiyondan içeri girer girmez nefes kesici bir güzellik karşılıyor bizi.
O kadar ilginç bir yapıyla karşı karşıyayız ki, sözcüklerle tarifi hayli zor. Tunus yerel mimarisini yansıtan muhteşem bir oteldeyiz. Lella Baya'nın içinde dolaşırken, bir Tunus kasabasının sokaklarında ilerliyormuşum hissine kapılıyorum. Gerçeküstü bir boyuta geçmiş gibiyiz.
ÇITIR BÖREK, KALAMAR, KUSKUS, HURMA TATLISI, BİR DE CAFÉ TURC
Yemekte Tunus lezzetlerini tadıyoruz. Baharatlı çorba, kuskus, yağda kızartılmış çıtır börek çok hoş doğrusu. İçine deniz ürünleri ya da sebze koyuyorlar çıtır böreğin. Izgara etler, kebaplar da ziyadesiyle lezzetli.
Balığı, deniz ürünü bol Tunus mutfağının. Ahtapot, karides ve kalamar salataları enfes. Cevizli baklava, makrud denilen hurma tatlısı, hurmanın içine ceviz, yanına da bir café turc ya da nane çayı... Harika doğrusu!
Gecenin ilerleyen saatlerinde komşu otellere misafirliğe gidiyoruz. Çevremiz çok sayıda 5 yıldızlı otelle dolu. Aralarında çok hoş olanlar da var. Bir tanesinin resepsiyonuna antik görünümlü kapılar yerleştirmişler; hayli yaratıcı bir tasarım. Başlarında testi taşıyan kızların dansları da çok ilginçti doğrusu.
SİDİ BU SAİD - SANATÇI KASABASI
Zengin kasaba Sidi Bu Said'de evler bembeyaz, kapı ve pencereler ise masmaviydi. Halk, sözü fazla uzatmayıp Sidi Bu diyor yerleşime.
Sidi Bu, Sanatçı Kasabası olarak ünlenmiş. İsviçreli ressam Paul Klee, Fransız filozof Foucault, Fransız yazar Andre Gide bir süre burada yaşamışlar.
Tunus'un en varlıklı ve etkili insanları Sidi Bu'da oturuyor. Bu nedenle de güvenlik tedbirleri hayli yüksek. Beldenin deniz manzarası ve günbatımı kuşkusuz son derece etkileyici.
YASEMİN KOKULU HAMMAMET
Sanatçı Kasabası Sidi Bu Said ile vedalaşıp 60 km ötedeki Hammamet'e ulaşıyoruz. Muhteşem plajlara ev sahipliği yapıyor Hammamet. Bu yüzden de yüzü aşkın otel bulunuyor kıyı boyunca.
Mis gibi yasemin kokuyor her taraf. Zaten kentin güneyine "Hammamet Yasemin" adı verilmiş, burada kırk kadar lüks otel bulunuyor. Palmiye ve portakal ağaçlarıyla dolu her yan. Sokaklar pırıl pırıl...
"Evlerin boyu, servilerin boyunu geçemez!" kuralı sözde kalmamış, gerçekten uygulanmış.
Kasaba geçmişte İspanyol ve Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. II. Dünya Savaşı sırasında Alman Nazi General Rommel'in karargâhlarından bir tanesi de Hammamet imiş. 1964'ten bu yana kasabada Hammamet Festivali düzenleniyor.
Hammamet'in uluslararası üne kavuşmasının öyküsü gerçekten ilginç... 1914'te İsviçreli ünlü ressam Paul Klee Tunus'u ziyaret eder. Klee'nin sanatında bir dönüm noktası olur bu ülke. Klee, Tunus'taki ışığın kalitesinden öylesine etkilenir ki, şöyle der: "Renk beni sahiplendi... Renk ve ben biriz..."
1920'lerde ise gerçek bir talih kuşu konar Hammamet'in başına. Talih kuşu George Sebastian adında Romanyalı bir milyonerdir. Para harcamaya da bayılmaktadır. Buraya öyle muhteşem bir villa yaptırır ki, dillere destan olur.
"Hammamet Hammamet olalı, böyle villa görmedi!" sözü efsane halinde kulaklarda dolaşıp durmuştur muhtemelen! Sonunda olan olur ve kent jet sosyetenin ve turistlerin akınına uğrar.
Fransa'nın güneyindeki Cannes mucizesi, aradan bir asır geçmeden Tunus'un Hammamet'inde de tekrarlanmıştır. Tarihler 1834'ü göstermektedir. Bir İngiliz lordu İtalya'ya gitmektedir. Ancak ortalıkta kolera salgını vardır. Lort İtalya'ya giremez ve seyahatini Cannes'da noktalamak zorunda kalır.
Tam kaderine küsecekken, kentin güzelliğinden ve ikliminden o derece etkilenir ki, Cannes'da bir şato yaptırmaya karar verir. Onun varlığı, kente başka zenginleri çeker. Ardından, "Şu zenginler nasıl yaşıyormuş, bir görmek farz oldu!" diyen orta halliler sökün ediverir. Böylece Cannes şöhret basamaklarını adım adım tırmanmaya başlar.
Aradan bir asır geçti, geçmedi derken Cannes örneğini bu kez Hammamet izler. Zaman içinde yasemin kokulu Hammamet de turizmin gözbebeklerinden biri olur.
ozsoymurat@gmail.com