Ülke |
Şehir |
Ekleme |
Düzenleme |
Gezi Tarihleri |
Okunma |
Yorum |
Yazan |
İspanya
|
Barselona |
18 Temmuz 2010 |
|
31 Mart 2010 04 Nisan 2010 |
22880 |
8 |
hakangeziyor |
|
|
Barselona: Başka Söze Gerek Yok (Genel)
|
Merhaba Barselona...
Geçen sene yakın arkadaşlarımdan Erdin Barselonaya gitmişti. Çok istememe rağmen tarihler uymamıştı. Bende bu paskalya dönemi olan 31 Mart-04 Nisan tarihlerinde annem ve kalabalık bir arkadaş grubu ile Barselona'ya gittim. Hem anneme verdiğim yurt dışı gezisi sözünü tutmuş oldum, hem de yepyeni bir yer gördüm. Pek çok yerler gezildi, notlar alındı ve hemen derlendi. Umarım okurken keyif alırsınız....
Öncelikle gezi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Paskalya dönemi olan 31 Mart-04 Nisan tarihleri arasında Ankara'dan ben ve annem dahil 16 kişi bir tur şirketinden Barselona, 4 kişi de Barselona-Madrid gezisini satın aldık (Turla ilgili artı ve eksileri yeri geldikçe sizlerle paylaşacağım). Ankara'dan gidiş-dönüş uçak, 4 gece dört yıldızlı şehir içinde konaklama ve kahvaltı, ara transferler dahil Barselona için toplam 399 €, ikili tur içinse 449 € ücret ödedik. Bu fiyatın dışında kalan ve ilave ücret ödenerek gidilebilen ekstra turların fiyatı ise: Flamenco Gecesi Turu İçkili 50, Yemekli 90 €; Girona & Figueres Turu 60 €; Andora Turu 60 € ve Yemekli Barselona By Night Turu 50 €. Toplamı 220 € olan bu turları dörtlü paket olarak Ankara'da satın alırsanız 175 € ödemeniz yeterliydi. Zaten Ankara dışında da kimse bize "gider misiniz" diye sormadı bile.
Barselona gezimizi Katoliklerin dini bayramları olan Paskalya döneminde yapmamızda iki temel neden vardı. Bunlardan ilki ve en önemlisi Hz. İsa`nın dirilişini simgeleyen, Hıristiyanların Noel`den sonraki en önemli dini bayramı Paskalya`da özellikle İspanyol ve İtalyanlar tatile çıkıyor. Yüzlerce insan sadece 4-5 günlük dönem için Türkiye gibi ülkeleri ziyaret ediyor. Bu yolcuları taşıyan uçakların da boş dönmek istememesi üzerine Türkiye'deki tur operatörlerinin bu uçaklarla uygun fiyatlara anlaşması mümkün oluyor. Böylelikle turun ana maliyeti olan uçak fiyatı ciddi derecede düşürülmüş oluyor ve bu da tur fiyatına yansıyor. Normalde Avrupa`ya 400-800 € arası fiyatta olan turlar, vergiler dahil 200-400 € gibi çok uygun fiyatlara düşebiliyor. İkinci ve eğlenceli nedense etrafımızda o kadar fazla bir Paskalya furyası oldu ki gitmezsek kendimizi eksik kalmış hissedecektik. Yani bir anlamda arkadaşlarımızı kıskandık da diyebiliriz...
31 Mart Çarşamba günü Ankara Esenboğa havaalanında saat 13.30'da toplandık. Tura katılan 12 kişi aynı adreste olduğundan bir banka kredi kartının ulaşım hizmetini kullandık. Bunun bize adam başı maliyeti gidiş-dönüş 27 TL oldu. 15.30'da havalanması gereken uçak 35 dakika rötarla kalktı ve İspanya saatiyle 19.35 de Zaragoza havaalanına indi. Havaalanında sadece tek bir görevli polis pasaport kontrolü yaptığından 1 saatlik rezillikten sonra bizi bekleyen otobüslere binebildik ve yaklaşık 4,5 saatlik yolculuktan sonra saat 01.30'da otele geldik. (Tur şirketi bize bu yolculuğun 2,5 saat süreceğini söylemişti).
Otelimiz, Zone 1'de temiz ve güzel Almeda bölgesindeki dört yıldızlı Novotel Cornelia idi. Accor oteller zincirinin bir parçası olan otelimiz genel olarak değerlendirildiğinde iyiydi diyebiliriz. Tek dezavantajı daha çok aile oteli olduğundan dolayı iki kişinin ayrı ayrı yatabileceği tek yatakların olmamasıydı. İkinci kişi için "sofa bed" denilen bildiğimiz çek-yatlar vardı. Gruptan bazıları ilk anda sızlandılarsa da daha sonraki günlerde otele külçe gibi geldiklerinden bir daha bu konuyu dile getiren olmadı. Otelin kapısındaki fiyat odabaşına 79 € idi. Otel, Barselona metrosunun 8 nolu hattına (L8) yaklaşık 500 metre, meşhur Katalunya meydanına ise 8-9 km. idi. Kısacası, otelin temizliği, odaların durumu ve şehir merkezine ulaşımında herhangi bir sorun yoktu.
Barselona İlk Gün
Sabaha karşı yorgun argın yatağa girdikten sonra, şehir turu saat 10.00'da başlayacağından, bir saat önce kahvaltıya indik. Neden bu kadar geç derseniz rehberimiz İspanya'da kiralanan otobüslerin kontak kapattıktan sonra en az 9 saat arabayı hareket ettirmelerinin yasak olduğunu söyledi. Tabi gece yarısından sonra gelirseniz sabah 10'dan önce de hareket edemezsiniz. Gerçi ben başka turlarda bu 9 saatlik işin olmadığını öğrendim ama neyse...
Hava açık ve yaklaşık 17 dereceydi. İki otobüslük insanın toplanmasının ardından yaklaşık 10.15 gibi şehir turumuza başladık. Turda ilk önce Montjuic Tepesine uğradık. "Yahudiler Tepesi" anlamına gelen 213 metre yüksekliğindeki Montjuic 1929 Uluslararası Fuarına ev sahipliği yapana kadar nispeten bakir kalmış, 1992 Olimpiyatları ile de yapılaşma tamamlanmış. Burada Olimpiyat Stadının önünde durarak birkaç fotoğraf çektikten sonra tepenin hemen aşağısında yer alan ve Barselona'nın Katalunya'dan sonraki en önemli meydanı olan Espanya'ya devam ettik.
Espanya meydanında bir zamanlar halka açık idamlar yapılırmış. Burada bulunan arena, Katalanlar boğa güreşini çok sevmediklerinden daha çok konserler için kullanılıyormuş. Espanya meydanından Montjuic tepesine doğru ise hava karardığında ışıklar eşliğinde su gösterilerinin yapıldığı Font Magica (Sihirli Çeşme) bulunuyor. Espanya meydanındaki kısa moladan sonra Parallel Caddesinden limana doğru devam ettik ve bitmeyen kilise olarak da bilinen "La Sagrada Familia"ya vardık.
Yapımına 1882 yılında başlanan ve 2022'de bitmesi planlanan (bence imkansız) bu kilise meşhur Katalan mimar Gaudi'nin en önemli eserlerinden birisi olarak tanımlanıyor. Her ne kadar kilisenin sadece bir cephesini (İsanın Doğumu) tamamlayabilse de, yaşamının son 16 yılına bu kiliseye adayan Gaudi, rehberin anlattığına göre, kilise için bağış toplarken bisikletiyle kaza geçirmiş ve hayata veda etmiş. Mezarı da halkın isteği ve resmi makamların kararıyla kilisede bulunuyormuş. Kilise için İspanyol hükümetinden hiçbir maddi katkı yapılmıyormuş ve masrafların tamamı bu kilise için dünyanın farklı bölgelerinde kurulan derneklere yapılan bağışlarla karşılanıyormuş. Kilise gerçekten çok heybetli ve muhteşem görünüyor. Tamamlandığında bizdeki peri bacalarına benzeyen bir kuleler kümesi ortaya çıkacak. Ama gerçekten bu yapıyı bittiğinde de görmek isterdim doğrusu. Biz içeriye girmedik ama merak edenler için giriş ücreti yetişkin başına 12 €. Sekiz dilde anlatım yapan kulaklıkla beraber 16 €.
La Sagrada Familia'dan ayrıldıktan sonra istikametimiz yüksekte ve şehrin ana bölümünün dışında kalan ve yine bir Gaudi eseri olan Park Güell. Zaten Barselona'da herhalde Gaudi'nin elinin değmediği herhangi bir bölge yok gibi. Antoni Gaudi (1852-1926) yakın çağların çok dikkat çeken ve üzerinde en fazla tartışma yapıla gelen büyük mimarlarından biri olarak biliniyor. Doğup büyüdüğü ve sonra da tüm yaşamının sürdürdüğü Katalunya yöresinde, özellikle Barselona kenti ve çevresinde çok kuvvetli izler bırakmış. Sadece çağdaş mimarlık kültürü değil, sosyal yaşam biçimi ve gündelik yaşamın şekillenmesi de Gaudi'nin büyük etkisi olmuş. Gaudi'nin eserlerinin sekiz tanesi UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor. Park Güell, Palau Güell ve Casa Milà 1984'te, La Sagrada Familia'nın "İsa'nın Doğuşu" cephesi ile yeraltı türbesi, Casa Vicesn, Casa Battlo ve Colonia Güell türbesi 2005'de UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmiştir.
1900'lerin başında sanayici işadamı Güell tarafından bir bahçe-şehir inşası için Gaudi'ye sipariş edilen Park Güell'de sadece iki ev tamamlanabilmiş. Daha sonra burası park olarak halka açılmış. Kiliseye geçene kadarki dönemde Gaudi buradaki evinde yaşamış. Şimdi bu ev müze olarak gezilebiliyor (Casa Museu Gaudi). Giriş ücreti 5,50 €. Buradaki yaklaşık 45 dakikalık molamızda giriş pavyonlarını, parkın sembolü olan çok renkli ejderha figürünü ve ortasındaki büyük meydanı gezdik. Bu meydan adeta bir panayır yeri gibiydi: Müzisyenler, kılıktan kılığa giren amatör sanatçılar, el becerileri ile resim ve değişik figürler yapanlar. Annem kendisi ve torunları için telden isimlik yazdırdı ve isimliklerin tanesine 4 € ödedi.
Park Güell'den çıktıktan sonra son durağımız olan Katalunya meydanına doğru yola çıktık. Passeig de Gracia caddesinde otobüsten inmeden Gaudi'nin meşhur La Pedrera (Casa Mila) ve Casa Battlo eserleri görüldü (Bunları daha sonra detaylı anlatacağım). Bu yolun sonunda da Barselona'nın en meşhur meydanı olan Katalunya'ya vardık. Burası ortasında heykeller ile süslü bir park bulunan oldukça büyük bir meydan. Bu meydandan Akdeniz'e doğru Las Ramblas Caddesi uzanıyor. Şehirlerin kimliği meydanlarıyla ölçülür derler. Gerçekten bu meydan her yönüyle muhteşem görünüyor. Kafeler, lüks restoranlar, şık insanlar ve daha neler neler. Eminim Katalunya'sız bir Barselona yavan ve tatsız olurdu....
Katalunya meydanına vardığımızda saat 14.00 olmuştu. Rehberimiz 18.30'da aynı yerde buluşacağımızı ve otele döneceğimizi söyledi. Bir daha dönüş dışında tur otobüsüne hiç binmedik. Katalunya meydanında 16 kişilik ekip üçe bölünmek zorunda kaldı: Dört kişi Cumartesi günü oynanacak Barselona-A. Bilbao maçına bilet almak ve Nou Camp Stadını gezmek için taksiyle stada giderken ben ve annem dahil dört kişi doğrudan meşhur Las Ramblas caddesine yöneldik. Kalanlar ise Ramblas'a paralel bir başka caddeden başlamak istediler. Biz dört kişi Las Ramblas'a yürürken aslında beş kişi olduğumuzu fark ettik. Tura tek başına katılan yaklaşık 70 yaşındaki Ahmet amca da bizimle beraberdi. Meğersem bizim Seyhan'la muhabbeti bayağı ilerletmiş ve gelmek istediğini söylemiş. Tabi o da kıramamış...
Las Ramblas, ortasında yayalara ayrılan yürüyüş yolu, yanlarında ise iki şerit taşıtlara ayrılmış yol bulunan çok geniş bir cadde. Barselona'nın en canlı merkezlerinden birisi olan yaklaşık 2 km.lik bu caddenin sonu denize varıyor. Eskiden bu caddenin yerinde bir nehir akarmış ve zamanla nehir doldurularak cadde ortaya çıkmış. Gazete büfeleri, kafes kuşu ve çiçek satıcıları, müzisyenler, çeşitli kılıklara giren amatör sanatçıların bulunduğu ve her ulustan insanın doldurduğu geniş yaya yolunda yürümeye başlıyoruz. Ve neredeyse caddenin hemen başında annem ve ben Seyhan'ları kaybediyoruz. Cadde o kadar kalabalık ve hayat dolu ki birkaç metrede bir durup yapılan gösterileri, caddenin etrafındaki bina ve hareketi fotoğraflamak ihtiyacı hissediyorsunuz. Tabi bu da birlikte olduğunuz insanlarla yürümenizi zorlaştırıyor. Caddenin hemen başında bulunun sokak lambası görünümlü 19. yüzyıldan kalma bir çeşmeden (Font de Canaletes) su içiyoruz. Elimizdeki rehber kitapta bu çeşmeden su içen herkesin Barselonalı olduğuna inanıldığı yazıyor. Zenciler, taklit ürün satmaktan burada da geri kalmıyor.
Bu sırada gözüm sürekli Erdin'in ısrarla tavsiye ettiği ve mutlaka görmemiz gereken La Boqueria'ya ulaşıyoruz. Öncelikle niyetimiz pazarın tamamını gezmek ve Seyhan'ları bulmak. Zira caddenin başındayken bu pazara mutlaka uğrayacağımızı konuşmuştuk. La Boqueria Barselona'nın en renkli yiyecek pazarı. Girişte sizi ilk önce dünyanın her yerinden gelmiş çeşit çeşit meyve ve sebzeler karşılıyor. Kivi, ananas, mango, hindistan cevizi gibi tatlar yanında ülkemizde görmediğimiz tropikal meyveler ve kuruyemişler bulunuyor. Bunları geçtiğimizde ise pazarın tam orta bölümünde daha önce hiç görmediğim ve adını dahi bilmediğim deniz ürünlerinin de satıldığı tezgâhları görüyorsunuz. Tezgâhtarların çoğu kadınlardan oluşuyor. Deniz ürünlerinin pişirilip satıldığı dükkânlarda oturacak yer bulmak neredeyse imkânsız. İlginç olan insanlar yemeklerini yerken siz onların başında kalkmalarını bekliyorsunuz. Bunu da herkes doğal karşılıyor.
Karnımız çok aç olmamakla birlikte mutlaka bir iki çeşit deniz ürünü tatmamamız gerektiği gerçeğinden hareketle, oturacak yeri olmayan ve istediğiniz deniz ürününü küçük tabaklarda alıp gezerken yiyebileceğiniz bir yere doğru ilerliyorduk ki karşımıza Seyhan, Türkan ve onların ekürisi Ahmet amca çıktı. Onlar da bizi burada bulacaklarını düşünmüşler. Neyse, bulduğumuz bir yerden tabak içinde ahtapot, küçük sardalye (papalinaya benziyordu), kalamar aldık. Ahtapotlar önce biraz sert geldi ama yine de çok lezzetliydi. Hepsinin tanesi 3,5 € idi. Minik renkli çatallarımızla bunları yerken pazarı dolaşmaya devam ettik. Burası bizi gerçekten çok etkiledi. Gürültülü, kalabalık, her milletten insanlar, canlılık....Ne ararsanız var yani... Tabaktakileri bitirdikten sonra turistler için hazırlanmış ve içlerinde her türlü meyveden birer ikişer parça bulunan tabaklardan satın aldık. Bu tabakların küçük olanları 1 €, büyükleri ise 2 €'dan satılıyor. Nefistiler. Mutlaka tavsiye ederim...
La Boqueria'dan ayrıldığımızda saat beşe geliyordu. Las Ramblas'daki yürüyüşümüze devam ettik. Caddenin sonuna doğru restoranların ve kafelerin masaları artmaya başlıyor. Buralarda fiyatlar diğer yerlere göre %40-50 daha yüksek. Örneğin, İspanyolların pirinç ve safranla yapılan meşhur paella'sı 12,50 €, tapas tabaklarının başlangıç fiyatı 5 €, alkolsüz soğuk içecekler 3-5 €, kahve 2,5-3 €. Kolomb anıtına doğru yaklaşırken sol tarafta özellikle hanımların ilgisini çekebilecek incik, boncuk, işlemeler, takılar mevcut. Tabi annem ve Türkan'ın da buralara uğraması kaçınılmaz olduğundan bizim Kolomb anıtına varmamız saat altıyı buluyor. Burada ekibin diğer parçalarıyla telefon görüşmesi yaparak anıtın altındaki meydanda buluşmaya sözleşiyoruz.
60 metrelik dökme demir anıt, Kolomb'un 1493 yılında Amerika'dan dönüşünde yanındaki altı Karayipli ile birlikte karaya ayak bastığı yerde yükseliyor. Anıt, Gaieta Buigas tarafından 1888 Evrensel Sergisi için tasarlanmış. Anıtın altına inen bir geçite girdiğinizde adam başı 2,50 € ödeyerek anıtın tepesindeki platforma çıkılabiliyor. Ama biz oraya geldiğimizde kalabalıktı ve kapanmasına da az kalmıştı (Kapanış 18.30). Çıkamadık ama Erdin'in yazısından bildiğim kadarıyla asansör ve çıkış yapılan platform çok dar. Yukarıdaki platform boşalmadan aşağıdan asansöre binmenize izin veremiyorlar. Yukarıda ise güzel bir Barselona manzarası varmış. Tavsiye ediyordu...
Kolomb Anıtının denize doğru karşı tarafına geçtiğinizde küçük bir pazaryeri görüyorsunuz. Pazarda antika eşyalar satılıyor. Bir süre burada oyalanıyoruz. Resim çekmeye niyetlendim ama çok bozuldular ve izin vermediler. Annem buradan kendine tahta bir yelpaze satın aldı (10 €). Kolomb Anıtına sırtınızı verip denize doğru dönüğünüzde sağ tarafta Drassanes (Tersane) ve Museu Maritim'i (Denizcilik Müzesini) görüyoruz. Biz girmedik ama denizcilik tarihine meraklı olanlar bu müzeyi gezebilirler. Giriş yetişkin kişi başı 2,50 €.
Kolomb Anıtının hemen karşısında bulunan Place del Portal de la Pau'ya gittiğimizde ise bizi Golondrina'lar karşılıyor. Golondrina'lar Barselona limanı ve çevresini gezebileceğiniz, sözlük anlamı kırlangıç olan çift katlı tekneler. Bu gezi tekneleri ile Barselona limanı ve çevresini gezebileceğiniz yarım saat süren kısa veya bir buçuk saat süren uzun turlar düzenleniyor. Merak edenler için hemen belirteyim. Bir buçuk saat süren turun bedeli yetişkinler için 13,50 €, öğrenciler için 11 €, 4-10 yaş arası çocuklar için ise 5 €. Eğer limanda kısa bir tur yapayım derseniz bunun fiyatı ise yetişkinler için 6,50 €, 4-10 yaş arası çocuklar için 2,60 €.
Biz Port de Barselona binasının önünden geçerek Port Vell'e (Yeni Liman) gidiyoruz. Annem ve Türkan biraz yorulduğundan liman girişindeki banklarda oturmak istiyorlar (Ahmet amca da yorulmuş). Biz Seyhan'la döner köprü ve yaya yolundan, yat kulüplerinin ve büyük bir alışveriş, kafe ve restoran kompleksinin bulunduğu alana geçiyoruz. Oldukça lüks ve şatafatlı bu alışveriş merkezinde aradığınız her türlü tanıdık markayı bulmanız mümkün. Burayı kısa sürede gezip tuvalet ihtiyacımızı da giderdikten sonra bayanların yanına doğru yürüyoruz. Bu alanda aynı zamanda IMAX sinema ve Avrupa'nın en büyük akvaryumu L'aquarium Barselona bulunmakta. Biz Akvaryuma girmedik ama geçen sene geldiğinde Erdin'ler çok beğenmişlerdi. Özellikle üst ve yanları tamamen camdan oluşan tüneli ve köpek balıkları dâhil her türlü deniz yaratığının çevrenizde dolaştığını anlata anlata bitirememişti. Meraklısına, giriş ücreti yetişkinler için 17,80 €.
Tüm grup antikaların satıldığı bölgede buluştuğumuzda saat altı buçuğa geliyordu. Burada Ahmet amcayı ikna edip taksiyle otobüsün bulunduğu Katalunya meydanına gönderdikten sonra gezimize Barselona tarih müzesine doğru deniz kenarından devam ediyoruz. Uzun bir yürüyüşten sonra Katalunya Tarih Müzesinin (Museu d'Historia de Catalunya) önünden geçerek Barcelonata bölgesine gidiyoruz. Burası eskiden balıkçı ve işçilerin oturduğu bir liman bölgesiymiş. Barselonata'da marinaya bakan bir kafede yorulan ayaklarımızı dinlendirip susuzluğumuzu gidermek için mola verdiğimizde oturduğumuz yerin hemen 20-30 metre ilerisinde bir döner kebap salonu olduğunu fark ediyoruz: bella Istanbul Döner Kebap. Acıkan beş arkadaş oraya geçiş yapıyor ve kalanlar da tanesi 1,80 €' dan sütlü neskafe içiyoruz. Kafeteryada ilginç bir şey dikkatimi çekiyor. Kapının yanındaki tabelada yeşil yuvarlak içinde sigara işareti var. Bu işaret "sigara içmek serbesttir" anlamına geliyormuş. Dışarıda oturmamıza rağmen ilk kez karşılaştığım bu tabelayı çok sevdim. Yaşasın her yerde sigara içme özgürlüğü...
Cadde üzerinde oturduğumuzdan turistler ve Barselonalılardan oluşan kalabalık bu bölgede yürüyüş yapıyor, koşuyor, bisiklete biniyor veya bizim gibi bir kafe veya restoranda oturuyor, güneşin keyfini çıkarıyor. Biz kahvelerin parasını ödedikten sonra parçalar halinde biraz ileride bulunan dönerciye doğru akmaya başlıyoruz. Bizimkiler yemek yerken mekânda demleme çay olduğunu öğrenen herkes çay sipariş ediyor. Daha sonra ikinci çaylar derken bizim kısa mola bir saatten fazla tutuyor. Ama hiç kimsenin bundan şikâyeti yok. Bu arada restoranda döner kebap 6,90 €, İskender kebap 8,90 €, şiş kebap 10,50 €, lahmacun 3 €, baklava 1,50 €, kola 1,90 €, çay 1,50 € ve ayran 2 €.
Kısa olması planlanan ama uzayan moladan sonra bütün ekip (16 kişi) Gotik Mahalleye (Bari Gotic) ilerliyoruz. Saat sekize yaklaştığından hava yavaştan kararmaya başlıyor. Gezimizin son gününde Gotik Mahalleye tekrar gelmeyi planladığımızdan dolayı bu dakikada özel bir yer görme amacımız yok. Bu yüzden rasgele sokaklarda tur atıyoruz. Özellikle bayanlar dükkânlara girerek alışveriş yapıyorlar. Ancak bu alışveriş işi 16 kişilik ekibi öyle bir dağıtmaya başladı ki bir noktadan sonra her köşe başına birisini yerleştirmeye başladık. Adam kalmayınca da mecburen durduk. Şaka bir yana ağır ağır geziye devam ederken kendimizi Santa Maria Del Mar kilisesinde bulduk. Şehrin en beğenilen kiliselerinden birisi olan Santa Maria 55 yılda tamamlanmış.
Gezinin devamında Llibreteria caddesinin sonunda da karşımıza meşhur Sant Jaume Meydanı çıktı. Ortaçağdan kalma Katalunya Parlamento Binası (Palau de la Generalitat) ile Barselona Belediye Sarayının (Casa de la Ciutat) olduğu bu meydan aynı zamanda Barselona Katedraline çıkıyor. Katedral gezimizi de son gün planladığımızdan yolumuza devam ediyoruz ve az sonra meşhur Plaça Reial'e geliyoruz. Burası 1850'lerden kalma Barselona'nın en canlı meydanlarından birisi. Meydandaki neo-klasik lambalar Gaudi'nin tasarımı. Madrid'de bulunan Plaza Mayor'un küçük bir kopyası gibi olan bu meydanda çok sayıda kaliteli restoran ve kafeterya mevcut. Bu meydandaki Roma Restoran'da çalışan kızın bana İngilizce olarak 12,50 €'ya menü satmaya çalışması ve beş dakika sonra dil öğrenmek için 10 ay önce Barselona'ya gelen bir Türk olması hoş bir enstantane olarak kalıyor.
Buradan hemen iki adım mesafede olan Las Ramblas'a çıktık ve ağır ağır Katalunya Meydanına yürümeye başladık. Ekip içinde son yarım saattir konuşulan tek konu ertesi güne planlanan Figueres-Girona turunun nasıl organize edileceği idi. Zira tur şirketi normalde Cuma günü olan programı herhangi bir gerekçe göstermeden dönüş günü olan pazara almıştı ve gruptan hiç kimse son gün sıkıştırılmış bir program istemiyordu. Şehir turunda rehbere bu konuyu defalarca iletmemize rağmen tur yetkilisi ile konuşacağını ve bizim kendisini aramamızı istedi. Saat 20.00 gibi kendisini aradığımızda kimseye ulaşamadığını söyleyince artık tren istasyonuna kısa bir keşif turu yapmanın şart olduğu ortaya çıktı. Katalunya Meydanına geldiğimizde arkadaşlar bir yerlerde oturup soluklanmak istediklerini söyleyince ben, Cem ve Kürşat daha önceden aldığımız metro biletleriyle istasyona yola çıktık.
L3 (yeşil) hattı kullanarak istasyona geldik. İstasyonda bizi acı bir sürpriz bekliyordu: Tek bir gişe hariç hepsi kapalıydı ve oradaki görevli de bize bilgi veremeyeceğini, danışma ile görüşmemiz gerektiğini söyledi. İşin ilginç yanı danışma da kapalıydı. Bu sefer otomatik bilet makinelerine yöneldik ama onlarda da İngilizce dil seçeneği yoktu. Sonradan tabelaları incelediğimizde turistik güzergâhlar olduğundan en azından tren tarifesinin bulunduğunu gördük. Ancak iki tarife vardı ve birisi tatil günlerini kapsıyordu. Normal zamanda 09.16, tatil günü 09.46 treni mevcuttu. Hıristiyanların kutsal cuması olduğundan ertesi günün (Cuma) tatil kategorisinde olup olmadığını bilmiyorduk. Bu yüzden tarifelerin birer resmini çekip oradan ayrıldık. Yine L3 hattı ile Espanya meydanına, oradan da L8 (pembe) hattıyla Almeda durağına geldik. Kısa bir yürüyüşten sonra otele geldik ve orada bizi bekleyen arkadaşlara gerekli bilgileri verdik. 09.16 trenine binecekmiş gibi hareket etmeye ve ertesi gün otelden taksilerle istasyona geçmeye karar verildi. Bu sırada bize haber beklediğini söyleyen rehbere artık gerek kalmadığını söyleyerek odalarımıza çıktık. Vakit gece yarısını geçmişti ve herkes külçe gibiydi. Nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyorum....
Barselona İkinci Gün
Bugün kendimizi Barselona sokaklarına atacağımız bir başka gündü. Ayrıca maça bilet alan üç arkadaşımız için de ekstra bir anlam taşıyordu. Kahvaltımızı hallettikten sonra saat 09.30 gibi tüm ekip Almeda metro durağından L8 hattını kullanarak Espanya Meydanına geldik. Günün öğleden önceki programında Montjuic tepesi vardı. Güzergâh yokuş olduğundan yaklaşık 1,5 km.lik mesafeyi otobüsle gitme fikrim kabul görünce Espanya Meydanından 193 numaralı Park Montjuic otobüsüne bindik. Yaklaşık beş dakika sonra da ilk meydanda indik.
Burada Katalunya Sanat Müzesinin (Museu d'Art de Catalunya) önünden aşağıya doğru nefis Barselona manzarasını seyre daldık. Sergi binalarının bulunduğu Palau Nacional ve Font Magicia ve devamında Espanya Meydanı harika görünüyordu. Önünde bulunduğumuz Sanat Müzesi de tüm Katalunya'nın en önemli eserlerinin sergilendiği bir müze. İçeriye girmedik ama yetişkin giriş ücreti 8,50 €.
Bu arada saat 11.00 olmuştu. Safiye abla ısrarla Miro Müzesini ziyaret etmek istediğini söylerken birkaç kişi de Montjuic'de farklı yerleri gezmek arzusundaydı. Ben ve bazı arkadaşlar da meşhur Poble Espanyol'u (İspanyol köyü) gezmeye karar vermiştik. Böylece grubun müze önünde saat 13.00'da toplanmasına karar vererek dağıldık.
Bulunduğumuz yerden geldiğimiz istikamete doğru yokuş aşağı birkaç yüz metre gidince Poble Espanyol'un girişine geldik. Giriş ücreti adam başı 8,90 €. Eğer 15 kişi ve daha fazla sayıda olursanız rakam 6,50'ye düşüyor. Burası gece 04'e kadar açık olduğundan gece ziyaretinin bedeli ise 5 €. Toplam 10 kişi kaldığımız için grup kabul edilmedik tabi ki. Neyse biletlerimizi alarak küçük ve şirin İspanyol köyüne giriş yaptık. Biletle beraber köyün detaylı haritasını içeren bir broşürde verdiler.
Poble Espanyol, 1929 yılındaki uluslar arası fuar için inşa edilmiş bir yer. 49.000 metrekarelik bir alanda İspanya'nın farklı yerlerinden mimari tarzlarda 117 yapıyı bünyesinde barındırıyor. Ayrıca burası gece hayatının da hızlı olduğu bir yer. Çok sayıda kafe, restoran ve eğlence mekânı var. (Hatta turumuzun Flamenko gecesi burada yapıldı) Girişte bizi hemen Castellana meydanı karşılıyor. Biraz daha ilerlediğimizde ise kendimizi büyük bir meydan olan Plaza Mayor'da buluyoruz. Alt katlarında şirin restoran ve kafelerin bulunduğu bu meydan inanılmaz sıcak ve hoş görünüyor. Tüm toplantıların ve eğlencelerin yapıldığı, halkın bir araya geldiği köy meydanı işte...
Gezimize sağ taraftan devam ediyoruz. Sokakların büyük bölümü dar ve farklı mimari tarzlar hemen dikkat çekiyor. Medeniyetin ortasında sanki bir ortaçağ kasabası ve hatta köyünde gibisiniz. Sizi bu ortamdan alıp götüren tek şey bazıları son derece lüks olan restoran ve kafeteryalar. Ama onları da ayrı bir güzellik katmış diyebilirim. Sokaklar birbirini kesiyor ve aynı meydanlara çıkıyor. Evlerin altında ve bazılarının içlerinde cam, çelik işçiliklerinin sergilendiği atölyeler var. Ayrıca fayans üzerine yapılan işlemelerin sergilendiği ve satıldığı dükkânlar da son derece güzel. En çok beyaz evlerin yer aldığı Arcos bölümünü beğendim diyebilirim. Daracık sokaklarda yer alan şirin beyaza boyalı evler bana çok büyük bir keyif verdi.
Köyün sonunda ortaya çıkan bahçeden ilerlediğinizde Sant Miquel Manastırına varıyorsunuz. Ama maalesef içeriye girilmiyor. Zaten bence buranın en büyük eksiği hiçbir binanın içerisine girememeniz. Alt kattaki dükkânlar hariç yukarılara çıkamıyorsunuz. Oysa bir ya da iki tanesini böyle düzenleseler çok daha harika bir görsellik katılmış olurdu.
Köyü gezmeyi bitirdiğimizde saat 13.00 olmuştu. Daha önceden diğer grup elemanlarına buluşma saatini 13.30 yaptığımızı bildirmiş olduğumuzdan rahat bir şekilde Plaza Mayor'daki bir kafeteryaya oturarak kahvelerimizi içebildik (Tanesi 2,10 €) Bu arada karnımız tok olduğu için yemek yemedik ama sizin için bazı rakamları not ettim. Ancak bu rakamlar ortalama kafe-restoran fiyatlarıdır. Patatesli biftek tabağı 9,50 €, paella 12 €, patatesli kızarmış tavuk 8 €, kalamar tabağı 7 €, ahtapot tabağı 11 €, sandviçler 5 € civarı, meşhur creme catalana tatlısı 5 €, bira 3-3,50 €, Kahve 2-2,50 €. Afiyet olsun...
Poble Espanyol'dan çıktığımızda buluşma saatine sadece beş dakika kalmıştı. Herkesi yokuş yukarı yürütmemek için Seyhan'la ben diğerlerini almak amacıyla sanat müzesinin oraya hızlı adımlarla yürüdük ve diğerleri Espanya meydanına yol tuttular. Biraz sonra Miro müzesini gezmiş ve mutlu halde önden önden giden Safiye ablayı gördük. Ondan öğrendiğime göre Miro müzesine giriş ücreti 8,50 €.
Tam saatinde arkadaşları aldıktan sonra bizde yokuş aşağı devam ettik. Espanya meydanından L3 metro hattına binerek Diagonal durağında indik. Burada gezimiz Modernista sanat akımının hakim olduğu Passeig de Gracia Caddesi ve çevresindeki bölgeyi gezerek Katalunya Meydanına çıkmak. İlk önce Rossello caddesine sola dönerek birkaç yüz metre ilerideki Casa Terrades'i görüyoruz. Ziyarete kapalı olan bu kuleli ev 1900'lü yılların başında inşa edilmiş. Bruc caddesinden devam edip Provença caddesine sağa dönüp ilerlediğinizde köşede Gaudi'nin meşhur La Pedrera'sı (Casa Mila) karşımıza çıkıyor.
İsmi eskiden binada oturan Mila ailesinden gelen Casa Mila, Barselona'nın her şeyi sayılan Gaudi'nin La Sagrada Familia kilisesine geçmeden önceki son eseriymiş. Kelime anlamı "taş ocağı" olan bu bina yapıldığında pek çok sanatçı Gaudi ile dalga geçmiş. Şehrin ilk yer altı otoparkının da bulunduğu evin hiçbir yerinde düz duvar yok. Binanın önündeki kuyruğu görünce benim "gezmek isteyen var mı?" sorum havada kalıyor ve hiç kimse geziye yanaşmıyor. (Giriş ücreti 10 €) Ancak neredeyse ekibin tamamı (ben dahil) zemin kattaki hediyelik eşya mağazasına uğramadan edemiyoruz. Burada gerek evle gerek Gaudi'nin diğer eserleriyle ilgili onlarca eşya satılıyor. Yolun karşısına geçip bol bol fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyoruz.
Passeig de Gracia'da Katalunya'ya doğru devam edip D'ARAGO caddesinden sağa döndüğümüzde bazı kaynaklara göre Barselona'nın yaşayan en ünlü ressamın olan Antoni Tapies Vakfının binasını görüyoruz. Sanatçı metal, beton ne bulursa kullanmış. Hatta binanın üzerinde demirden yapılmış "Sandalye ve Bulutlar" isimli kocaman eseri duruyor. İlginç bir çalışma olduğu kesin...
Buradan tekrar geriye Gracia caddesine döndüğümüzde ise bir başka Gaudi eseri olan Casa Batllo'yu görüyoruz. 1906 yılında tamamlanan bu yapının diğerlerinden en büyük farkı mevcut bir binanın yeniden inşasıymış. İtiraf etmeliyim ki bu ev diğerinden çok daha güzel. Bir ejderha şekli tasarımında olan evin ön yüzü işlemeli ve renkli yapılmış. Balkonlar demir, bacalar de renkli. Tabi önünde yine uzun bir kuyruk var. Biz gezmedik ama meraklıları için giriş ücretinin 17,80 € olduğunu belirteyim.
Casa Batllo'yu birkaç adım geçtiğimizde yine bir modernista harikası olan süslü kulesi ile Mansana de la Discordia'yı görüyoruz. Kelime anlamı "uyumsuzluk bloğu" olan bu eser farklı tarzları bir arada barındırdığı için bu ismi almış. Gerçekten de karşıdan bakınca bir tarafında yuvarlak taştan balkonlar varken diğer tarafında dar demir korkuluklu balkonlar var. Normal bir binanın üstüne hooop kocaman bir kule yerleştirilmiş. Bina halka kapalı ama rehber kitapta giriş kapısı açıksa mutlaka içeriye bakın diyordu. Sonuç: Tabi ki KAPALI...
Gracia caddesini bitirdiğimizde meşhur Katalunya meydanındaydık ve saat dörde geliyordu. 13 kişilik bir grupla Las Ramblas'da gezmenin zor, oturup herhangi bir yerde bir şeyler içmenin ise imkansız olduğu gerçeğinden hareketle ayrılıp saat 20.00'da Kolomb anıtının altında buluşmaya karar verdik.
Aslında yedi kişi kalmıştık ama Levent abi ile Deniz abla bizi kaybedince otomatik olarak beş kişiye düşen ekibin karnı acıkmıştı. Peki, Las Ramblas'da iseniz nerede yemek yenir: Tabi ki LA BOQUERA.
Pazarın içine girip yemek yiyecek yer aramaya başladığımızda bunun oldukça zor olduğunu anladık. Her yer tıklım tıklımdı. Aslında buranın da bir güzelliği bu kalabalık ve hengâme olsa gerek. Önce bir yerde beş kişilik masa beklemeye başladık. Adamlar uzattıkça uzattı. Sonra başka bir yerde küçük bir masa bulduk ama içimize sinmedi. Bu arada Reyhan'ı ilk bulduğumuz masada nöbetçi bıraktık. Sonra garson sipariş almaya gelince biraz beklemesini söyledik ama o bizi masadan kibarca kovdu. Hep beraber Reyhan'ın oraya yollandık. Vardığımızda adamlar hesap ödüyordu, içimiz rahatladı. Tam bir komedi sizin anlayacağınız. Ve nihayet yaklaşık 20 dakika sonra artık masada oturuyorduk.
Oturduğumuz yer pazarın girişinde en solda yer alan "Restaurante El Cochinillo Loco". Aslında buraya gelmemizin özel bir sebebi yoktu. Deniz ürünlerinin karşıdan görünüşü bizi cezbetmiş olabilir. Ne yiyeceğimize karar vermek için menüyü istedik. Ben bir tane bütün kalamar tabağı (calamar plancha) ve patates tabağı (patatas bravas) söyledim. Annem, Reyhan ve Gülseba abla sübyeli kocaman tabak bir menü (combianado sepia plancha) sipariş ettiler. Rıfat abi de aynı patatesten ve klasik bildiğimiz kalamar tabağı (calamares romana) söyledi. Tabi ki yanında birer tane de buz gibi bira söyledik. Bütün kalamar tabağı dediğim halka haline getirilmeden ızgara yapılmış beyaz renkli kalamarlar. Bunu ilk defa yiyordum ve gerçekten çok lezzetliydi.
Yorulan ayaklarımızı da dinlendirmek için oturma süremizi uzattık. Bu arada ufak bir mesajlaşmanın ardından Levent abi ile Deniz abla da bize katıldı. Ne yediğimizi sorduktan sonra sübye menüden onlar da sipariş etti. Daha onların siparişi gelmeden karşımıza Türkan'la Seyhan çıktı. Onlar da benzer menüden sipariş ettiler. Yediklerimizi herkes çok beğendi. Zaten deniz ürünleri ile aram iyi olduğundan ben bu La Boquera'yı çok sevdim. Fiyatlara gelince: normal kalamar tabağı 6 €, bütün kalamar tabağı 8 €, sübye (kalamar da olabilir) menü tabağı 15 €, bira 2,50 €, büyük su 4 €. Yemedik ama özellikle turistler için hazırlanan tüm deniz mahsullerinden oluşan iki kişilik devasa tabak ve bir şişe şarabın fiyatı da 50 €. Yalnız bu menüyü çok tavsiye etmiyorum. Zira devasa ıstakoz ve midyeler var. İçlerinde küçücük et parçaları. Tamam karides, kalamar falan iyi ama diğerlerini yesen de pek bir şey anlamayacaksın gibi geliyor. Sevdiğiniz şeyleri tek tek söylemek daha mantıklı sanki.
Arkadaşlar yemeklerini yerken annemle beraber Las Ramblas'ta bulunan Carrefour'a gidip gelmeye karar verdik. Biz oraya gittik ama gelemedik. Aslında geldik de kimseyi bulamadık. Kasada o kadar uzun bir kuyruk vardı ki gelene kadar millet kalkmıştı. Aslında iyi de yapmışlardı. Zaten o kadar gecikmiştik ki dönerken "inşallah beklememişlerdir" diye düşünmeden edemedim. Bu arada saat yaklaşık yedi olmuştu. Yavaş yavaş buluşma yeri olan Kolomb anıtını da yürümeye başladık. Mecburen yavaştık çünkü cadde her zamanki gibi çok kalabalıktı. Bu arada Carrefour'dan 1,50 €'ya bir buçuk litrelik sangria aldım. Ama bunun içine bazı şeyler ilave edilmesi gerekiyormuş. (Albayzin bardaki garson Orlando söyledi)
Anıta vardığımızda henüz kimse gelmemişti. Ancak kısa bir süre sonra tam kadro toplandık. Burada ekip üyeleri (üç kişi maçta) otele dönmekle dönmemek arasında kararsız kaldılar. Annem yorgunluğundan dolayı, ben ve Levent abi de elimizdeki torbalar nedeniyle otele dönme taraftarıydık. Akşam saat 22.30 gibi de Gigueres gezisinin akşamı erkek erkeğe gittiğimiz tapas bara (Orlando'nun olduğu) gidecektik. Zira Girona'daki sangria tecrübesinden sonra herkes bu hoş içkiden tatmayı istiyordu. Ayrıca Espanya meydanındaki sihirli çeşmede yapılacak su gösterisini de görmek istiyordum. Sonuçta hep beraber metroya geçtik (Drassanes) ve Espanya meydanına yollandık. Burada biz üç kişi otele doğru hareket etmek için L8 hattına geçtik. Benim niyetim bir an önce annemi otele bırakıp gösteriyi seyretmek için geri dönmekti.
Ama olmadı... Metroyu bir dakika ile kaçırınca ve sonraki tren 12 dakika sonra olunca dönmemin çok bir anlamı olmadığına karar verdim. Otele gelince hızlıca bir duş aldım. Saat 22.00'a kadar biraz dinlendikten sonra aşağıya indim. Az sonra Levent abi geldi ve ekibin bara geçtiğini ve bizi beklediğini söyledi. Annem de aşağıya inince bara doğru yürümeye başladık. Bara gidişimizin bir başka güzel anlamı daha vardı: Bugün (03 Nisan) annemin doğum günüydü. Toplanmanın bir hoş nedeni de bu olmuştu ve gerçekten çok da iyi denk gelmişti.
Bara geldiğimizde sohbet ilerlemişti. Dikine masada Amasya bardağı gibi dizildik. Az sonra maça giden arkadaşlar da bize katıldı. Barselona Bilboa'yı 4-1 yenmiş. Normal sonuç... Tabi ki grubun büyük bölümü sangria içmek istiyordu. Maççılar ise bira içmek istediler. Masaya gerek ücretli gerekse ücretsiz tabaklar dolusu meze ve deniz mahsulleri geldi. Ahtapotlar, kalamarlar, karidesler, domatesli ekmek tabakları, peynir tabakları, patates tabakları vs... Çok güzel bir ortam vardı. Orlanda tüm sıcaklığıyla daha iyi vakit geçirmemiz için elinden geleni yapıyordu. Tam 11 sürahi sangria içildi. Geçen sefer olduğu gibi bu sefer de bir başka arkadaşı çarptı bizim sangria. Gelelim bu gecenin günahına: 11 sürahi sangria, 6 bira, yiyeceklerle beraber hesap 258,60 € geldi. Kalamar tabağı, 8,40 €, ahtapot tabağı 9,35 €, duble peynir tabağı 10,90 €, küçük sardalye tabağı 14 €, patates tabağı 4,50 €, sangria 10,15 €, bira 3 €. Biraz da bahşiş bıraktıktan sonra otele doğru yola çıktık. Herkes keyifliydi ve gidilen mekanı da çok beğenmişlerdi. Otele geçtik ve yarın ki son günümüz için dinlenmeye geçtik...
Barselona Üçüncü Gün
Son gün... Sabah kahvaltı yapacağımız salon başka bir gruba toplantı için saat 09.30'da rezerve edildiğinden en geç saat dokuza kadar terk etmemiz gerektiği söylendi. Odaları boşaltma saati de 11.00, Zaragoza hava alanına hareket saatimiz de 14.30'du. Biz de kahvaltıyı yapar yapmaz odaları boşaltarak bavulları gösterilen depoya koymaya karar verdik. Herkes saat 09.45'te hazırdı ve istikamet Picasso Müzesi ile Eski Şehirdi (Bari Gotic). Cem ve Kürşat alışveriş yapmak için bizden önce otelden ayrıldılar.
Önce L8, sonra L3 hattıyla Passeig de Gracia durağına geldik. Buradan yer altından L4'e (turuncu hat) geçerek Jaume I durağında indik. Burası Picasso müzesine en yakın metro durağıydı. Biraz yürüyüp Carrer Montcada'ya saparak müzenin önüne geldik. Aman allahıımmm... Belki yüz metre kuyruk ve yaklaşık 300-400 kişi kuyrukta. Söylemişlerdi ama sabahın erken saatinde bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. Girmeme kararını vermemiz beş saniyeyi geçmedi.
Via Laietana'dan yürüyüşümüze devam ettik. Bu caddedeki binalar da çok şık ve gösterişli. Tekrar Jaume I durağına geldiğimizde sola kıvrıldık ve dar sokaklara kendimizi attık. Biraz yürüdükten sonra kendimizi Sant Just kilisesinde bulduk. Kısa bir süre buradaki ayini seyrettikten sonra dar sokaklardaki gezimize devam ettik. Plaça Reial'de kısa bir kahve molası vermeye karar verdik. (Kahve 2,10 €, çay 1,80 €)
Moladan sonra Katedrale doğru harekete geçtik ve birkaç yüz metre sonra Sant Jaume Meydanına çıktık. Meydandan sola doğru devam ettiğimizde yapımına 1298 tarihinde başlanan Barselona Katedraline ulaştık. Katedralin 19. Yüzyılda ön cephesi tamamlanana kadar yapım çalışmaları devam etmiş. Yan kapısından katedralin avlusunun bulunduğu bölüme giriyoruz. Buradan içeri girdiğimizde bizleri çok hoş ve yeşil bir bahçe ile birlikte kazlar karşılıyor. İçerisi Paskalya dönemi olduğundan ibadet ve ziyaret etmek için gelenler ile dolu. Avlunun kenarlarındaki odalarda İsa ve Meryem'in değişik heykelleri bulunuyor. Önlerinde çeşitli amaçlar ile ziyaretçiler tarafından yakılarak bırakılmış mumlar var. Avlunun ortasında Gotik revaklarda yer alan Aziz George'un heykeliyle süslenmiş çeşme bulunuyor. Bu çeşmeden su içebilirsiniz.
Katedralin ön tarafına doğru ilerliyoruz. Katedralin hemen önündeki bina Casa de l'Ardiaca başdiyakozun evi bulunuyor. 12. Yüzyılda inşa edilen binanın kapısının yanındaki üç kırlangıç ve sevimli bir kaplumbağa figürü bulunan mektup kutusunu mutlaka inceleyin. Paskalya sebebiyle Katedralde ayin düzenlendiğini görüyoruz. İçerisi inanılmaz kalabalık. Gerek bizim gibi turistik amaçlı gelenler gerekse içeride düzenlenen ayini takip etmeye gelenler sayesinde Katedralde adım atmak bile gerçekten zor. Binayı ve figürleri inceledikten ve ayini biraz gözlemledikten sonra Katedralden çıkıyoruz.
Çıkış kapısında çok neşeli ve keyifli müzik yapan iki kişilik bir grubu gözlemleyip Katedrali arkamıza alıp fotoğraf çektirdikten sonra son kez Las Ramblas'a doğru yola çıktık. Pazar günü olduğundan pek çok yer kapalıydı ve herkesin alacağı ufak tefek şeyler kalmıştı. Caddede La Boquera'dan Kolomb anıtına doğru yaklaşık 100 metre uzaklıktaki bir hediyelik eşya dükkanına girdik ve aramızda konuşurken Hintli tezgahtarlardan biri kırık dökük Türkçesiyle "hosgeldin" dedi. Bayağı bayağı konuşuyordu adam. Arada "cimri", "ucuz bu vallah" "olmaz" gibi kelimeler çıkıyordu ağzından. Birkaç kişi dışında herkes küçük hatıra eşyaları aldı: Küçük bir Barselona figürlü saat 5,90 €, minik bir tabak 3,50 €, Flamenko yapan bir kadın figürü 9,50 €, Sagrada Familia figürü 14,50 €, magnetler 1,50 € ve anahtarlıklar 2-2,50 €.
Tezgahtar çocuğa sorduğumuzda hemen ilk sokakta bir market olduğunu söyleyince oraya doğru yollandık. Su, meyve, kola gibi bir takım ihtiyaçları aldıktan sonra Liceu metro durağından L3'e binerek ve devamında L8 hattı ile otele geldik. Saat 14.15'di. Metroda bizim meşhur rehber Necatiyle karşılaştık ve şirketle ilgili yakınmalarını dinledik. Hoş bunlar bizi enterese etmiyordu ve biz grup olarak bir daha aynı tur şirketiyle seyahat etmeme kararını çoktan almıştık.
Bavullarımızı otobüse yerleştirip birer de sigara içtikten sonra saat 14.35'de Zaragoza havaalanına doğru yola koyulduk. Uzun ve zorlu bir yolumuz vardı. Yolda, erken vardığımız takdirde Zaragoza merkezinde yaklaşık 45 dakikalık bir şehir turu yapılıp yapılamayacağı talebimize tabi ki "hayır" yanıtı verildi. Daha doğrusu rehber tarafından tur şirketi bunu öngörmediğinden şoförün kabul etmediği söylendi. Bu doğru olabilir ama sorun zaten rehber ve/veya şoförde değil, bizatihi tur şirketinin kendisinde. Neyse, gelirken durduğumuz yerde 45 dakikalık bir mola verdik. Saat 18.30'da Zaragoza havaalanına varmıştık. Daha uçağımıza üç saat vardı. Check in işleminden yapacak bir şeyler aramaya başladık ama nafile. Küçücük bir havaalanı, bir kafe ve bir küçük hediyelik eşya dükkânı. Hepsi o kadar... Bu arada bir başka tur şirketinin uçağı 2 saate yakın rötar yaptığını öğrenince aldı bizi bir telaş. Ama korktuğumuz gibi olmadı ve sadece bir saatlik rötarla saat 22.35'de havalandık. Gelirken 4 saat 25 dakikada gelen uçak giderken üç buçuk saatte indi. İlginç...
Bavulları aldıktan sonra yaklaşık 180 kişi birden free shopa saldırınca birkaç parça bir şeyler almak ciddi işkence haline geldi ve yaklaşık 45 dakika sürdü. Daha önceden ayarladığımız servislerle eve geldiğimizde saat yaklaşık 04.30'du. Hepimizin yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Ama bir o kadar da tadı damağımızda kalmış bir Barselona vardı. Yorgun ama keyifli evimizin yolunu tuttuk...
Bir daha ki seyahatte görüşmek üzere...
|
Yazılan Yorumlar... |
NEŞE (22 Nisan 2011)
|
|
Sevgi hanım ben de size çok güzel bir gezi diliyorum...Hakan bu konuda şahane bilgiler veriyor yazısında,ben bir kez daha gidersem onun yazısını yanıma alacağım,sevgiler..
|
hakangeziyor (22 Nisan 2011)
|
|
Sevgi Hanım, Sizin için inanılmaz keyifli bir deneyim olacağından eminim. Madrit’i görme şansım olmadı ama Barselona için size diğer yazım olan "Barselona İçin Önemli Bilgiler"i okumanızı önerebilirim. Barselona İçin Önemli Bilgiler Zannederim bir çok sorunuza cevap bulabileceksiniz. Başka hususlarda da sorularınız olursa yardımcı olmaya hazırız.
İyi seyahatler...
|
sevgi özdemir (22 Nisan 2011)
|
|
sevgili hakan bey yazınızı zevkle okudum. Ben de ets tur ile 31 mayısta madrid barselonaya gidiyorum. Bu benim ilk yurt dışı deneyimim olacak. Fakat yalnız olduğum için biraz çekiniyorum. Tek kişi gidiyorum. İngilizcem çok süper değil. normal anlaşabilecek kadar. Aslında turun götürdüğü her yere gitmektense kendim gezmeyi yeğlerim fakat. Metroları falan karıştırır mıyım. gideceğim yerleri bulabilir miyim diye endişelerim var. Girmem gereken yerleri bir kağıda yazım. Ne gibi hazırlık yapayım.
Yardımlarınızı ve yorumlanızı bekliyorum.
Saygılarımla
|
cemal kaplan (25 Şubat 2011)
|
|
elinize sağlık. çok açık ve bilgilendirici olmuş. bende eşimle birlikte paskalya da (nisan) da bir tur şirketi ile gitmeyi planlıyorum. gittiğiniz şirketi ve pozitif-negatif yanlarını maile dönebilir misiniz acaba? ck533@yahoo.com
|
hakangeziyor (20 Ocak 2011)
|
|
İlker Bey, Havaalanı-şehir merkezi yaklaşık 12 km. Liman ise 13-14 km. mesafededir...
|
ilker ergen (20 Ocak 2011)
|
|
acaba barcelona limanı ıle havaalının mesafisi ne kadar yardımcı olabılırmısınız tesekkurler
|
hakangeziyor (02 Aralık 2010)
|
|
Kadir bey, eminim sizde bizim gibi büyük keyif alacaksınız. İyi yolculuklar...
|
kadir sağer (02 Aralık 2010)
|
|
selam, eşimle birlikte yarın madride,oradan da barcelonaya gidiyoruz.yazınızı çok beğendim.neredeyse gitmiş kadar oldum.şahsım adına teşekkür ediyorum.
|
Yorum yazmak isterseniz...
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.
|
|