Ülke |
Şehir |
Ekleme |
Düzenleme |
Gezi Tarihleri |
Okunma |
Yorum |
Yazan |
Türkiye
|
Çanakkale |
28 Şubat 2011 |
|
11 Ağustos 2010 13 Ağustos 2010 |
8900 |
8 |
gülden |
|
|
Gökçeada: Hoşçakal Koca Çınar ve Hep Böyle Kal... (Genel)
|
Ege Denizinin kuzeyinde bize ait iki ada...Bozcaada ve Gökçeada...Ben, yaşlanmış koca bir çınar, aynı zamanda da budanmayı bekleyen yeşermiş bir fidan olarak gördüğüm (ki tamamiyle şahsi düşüncemdir), sessiz, sakin, huzur dolu bakışlarla etrafını seyir eden, GÖKÇEADA'mızdan bahsetmek istiyorum...
Geçtiğimiz yaz bir akrabamızın düğün töreni için Gökçeada'ya davet edildik. Gitmek farz olmuştu artık. Aslında bir Çanakkale'li olarak adaya ilk kez gidecek olduğumu söylemek bana acı veriyor...O yüzden olsa gerek oldukça heyecanlandım. Senelerdir görmek istediğim adayı en sonunda görebilecektim...
Sabah ilk feribotu kaçırmamak için biraz acele edip, soluğu Lapseki iskelesinde aldık. Karşıya yani Gelibolu'ya arabalı feribotla geçeceğiz. Nihayet biletimizi temin edebildik. Bu arada bilet alırken direk Gökçeada'ya gideceğimizi söyledik ve ona göre bilet aldık. Tekrar bir bilet alma faslı yaşamamak ve zamandan tasarruf etmek için güzel bir uygulama idi...Arac içinde olduğumuzdan, bilete ödediğimiz fiyat toplam 31 TL.oldu (araç için 25 TL, üç yolcu içinde olduğumuz için 6 TL).
Yarım saat süren Lapseki Gelibolu arası yolculuğumuzu iskelede tamamladıktan sonra Kabatepe'ye doğru ilerlemeye başladık...Kabatepe'ye varmanın ve saat 10:00 feribotuna yetişebilmenin vermiş olduğu keyif ile feribota ilerlerken, biletimizi Lapseki iskelesinden aldığımızı memura söyledik ve onay alır almaz, kalkmak üzere olan deniz otobüsünün içine girdik.
Gökçeada'ya Kabatepe'den ulaşım bir arabalı feribot ve bir deniz otobüsü ile gerçekleşiyormuş. Deniz otobüsü aşağı yukarı bir saatte yolculuğunu tamamlıyabiliyorken, arabalı feribotta ise bu süre biraz daha uzun oluyormuş... Aracımızı parkettikten sonra oturma, dinlenme ve kafeterya gibi, yolculuğumuzu rahat geçirmemizi sağlayacak üst kattaki bölüme çıktık. Muhteşemdi...Tek kelimeyle bayıldım. Konfor son sistem. Denizi seyrederken arkamıza baktığımızda Kabatepe'yi izlemek ve diğer taraftan açık denize bakmak anlatılamaz bir keyif vermişti bize... Çaylarımızı yudumlarken ve muhabbetimizi yaparken geldiğimizi anlamamışız bile. İşte Gökçeada...Diğer adıyla İMROZ...Rum halkının yüzyıllardır yaşam sürdüğü o büyük ada....
Küçücük bir liman karşılıyor bizi...Şaşırdım doğrusu...Beklediğimin tam aksine, sakin, sessiz kendi halinde bir liman bize hoşgeldiniz diyordu adeta...TÜRKİYE'nin en büyük adası, en batı ucu ve güneşin en son battığı yer olarak bilinen, İMROZ'a ayak basıyoruz en sonunda..
Yerleşim adanın merkezindeymiş. Ulaşmak için 7-8 km yol gittikten sonra merkeze varıyoruz. Mistik kokan bir havası var...İnsanlar yüzümüze gülümsüyor, biz ise sanki burada yaşıyormuşuz ve tanıyormuşuz gibi; bu içten, samimi, sıcak kanlı insanlara selam veriyoruz. Şimdiden gitmek istemiyorum buradan...Ama sadece iki gün. Ve bu kısacık zamanda adayı gezmek, anlamak ve yaşamak çok zor olacak biliyorum...
Merkezde biraz dolaştıktan sonra birşeyler yesek mi diye düşündük...Ne yiyebiliriz dıye ufak bir araştırma yapıp lezzet köşelerine doğru ilerlemeye başladık. O kadar çok seçenek varki, merkezdeki restaurantlar, ya da birkaç km ötenizde köylerde ki lokantalar, kır sofraları, cafeler...Biz bugünki tercihimizi merkezdeki bir lokantada kullanıp, köy lezzetlerini yarına ertelemeye karar verdik...Taşfırında pişen pide ve lahmacunlar, aynı zamanda ada da meşhur olan kuyu kebabından tatmamak büyük hata olurdu sanırım...Oturduğum yerden caddenin kenarlarına kurulmuş ufak pazarlarını, hediye satıcılarını ve en önemlisi de gülen yüzlü mutlu insanları görmek bana daha da bir keyif verdi. Sanırım burada bulunma amacımızı unutmadan akraba ziyaretimizi yapmanın ve düğün törenine katılmanın vakti gelmişti...
Bahçeli evler, birbirine yardım eden, koşuşturan komşular, büyük kazanlarda pişirilen ve ikram edilen yemekler, tanıdık tanımadık herkesin seferberliği ile sade ama bir o kadar eğlenceli sonlanan tören ve en iyi şekiklde dinlenmemiz için bizlere açılan sıcacık yuvalar...
............
Tertemiz havanın vermiş olduğu enerji ile yeni günümüze merhaba dedik. Bahçeye hazırlanmış kahvaltı, yeşillikler arasında çok güzel görünüyordu. Kahvaltı ardından artık gezme zamanı gelmişti. Biraz bilgi aldık. Ada merkezinin civarında bulunan 10 adet köy olduğunu öğrendik. Rum havası esen bu köyleri gezmek ve gezerken bir rum ile selamlaşıp, belki de muhabbet etmek (yarı rum yarı türkçe) sanırım çok hoş olacaktı...
Köylerimizin hepsi kendi içerisinde yürüyerek gezilecek yerlermiş fakat bir köyden diğerine geçmek için araç gerekiyormuş. Gerçi istersek merkezden kalkan köy minibüslerini ulaşım için kullanabiliriz ya da tur attırması için (..ki iyi bir rehber olacağına inanıyorum..) ada merkez durağındaki taksilerle anlaşarak, sabit bir fiyata ada turu yapabilirdik. Yanımıza, adanın yerlisi olan bir dostumuzu da alarak ZEYTİNLİ Köyüne doğru ilerlemeye başladık...
Zeytinli, zamanında adanın en canlı, en kalabalık yerlerinden biriymiş. Şimdi nispeten oldukça fazla sayıdaki dükkanlarıyla en sık ziyaret edilen köylerden...Yaz-kış sürekli yaşayan kişi sayısının aşagı yukarı 50 civarında olduğunu öğrendik. Adından da anlaşıldığı gibi etrafı çok sayıda zeytin ağacıyla çevrili. Sokakları arnavut sokaklarını anımsatıyor. Yüksek katlı yapı görmeniz zaten olanaksız. Dar sokakların iki yanına yapılmış evlerin pencerelerinden rum şarkıları duyuyoruz...
Bir cafenin önünde, süs hediyelikler satan Rum bir bayan, konuşabildiği yarım türkçesiyle beni yanına çağırdı..''al..al..çok uccuz bünlar..al'' deyince, dayanamadım... İmroz'u simgeleyen Rum köy evlerinin minyatür süslerinden birkaç parça aldım. Sokakları tırmanırken yukarı doğru köy merkezine varmış olduğumuzu anladık. Zeytinliköy demek "DİBEK KAHVESİ ve SAKIZLI MUHALLEBİ" demekmiş...
Buradaki her cafede mevcut olan ortak şey. Bir de duyduk ki, burada bir Orhan amca var...Sanatçı Nefise Karatay'ın babası Orhan amca...Cafesini hemen bulduk. Ve meşhur kahveyi burada içmeye karar verdik. (Sıcakkanlılığı ve misafirperverliği için sonsuz teşekkür ediyorum bir kez daha Orhan amcaya)
Dibek kahvesi, taşa oyulmuş bir çukurda kahve çekirdeklerinin 10 kiloluk demirle ezildikten sonra elekten geçirilmesiyle yapılıyormuş. Kahve taze taze günlük hazırlanıyormuş...İçtiğim en güzel kahvelerden birisiydi desem? Sakızlı muhallebiyi de unutmamak lazım...Tadına doyamadık. Orhan amcanın cafesi çok ilginçti. Heryerde asılı ve üstü yazılı kağıtlar, duvarlar dolusu resım, cafe ortasında kurulu bır odun sobası...Naturel bir görüntü sizin anlayacağınız. Muhabbet esnasında anlatıyor Orhan amca...Meğer gelipte kahve ve tatlı yiyen herkez, ufak notlar yazarak, hatıra bırakırmış burada...Biz de ayrılırken bu adete uyduk ve bir daha gelmek ümidi ile teşekkürlerimizi yazdığımız notu asıp, ayrıldık...
Zeytinliköy'de dört kahvehane dışında bir butik otel, iki tane de yemek yenilebilecek cafe bulunuyor. "Cicirya" denilen Rum mutfağına özgü hamur işini burada tatmak mümkün. Cicirya demişken, muhteşem bir rum lezzeti ve onlara özgü bir tat. Keçi peyniri, nane ve zeytinyağından oluşan harcın, özel bir hamur üzerine konulup fırına atılması ile yapılıyormuş. Bir çeşit peynirli pizza gibi...Bu lezzetin tadına da orada ünlü olan, Evstratia Cicirya Evi'nde baktıktan sonra, parkettiğimiz yerden aracımızı alıp, Tepe köye doğru rotayı çevirdik.
Adındanda anlaşıldığı üzere, genelde yüksek noktalara konumlanmış Rum köylerinden en yüksekte olanı TEPEKÖY. Eski ismi Agridia olan köy, merkeze 11 km. uzaklıkta. Buranın manzarası bizi çok etkiliyor. Oldukca sakın bir köy, ziyaretciler dışında sanırım çok az bir nüfusa sahip. Merkezinde bir girişimcinin işlettiği Rum tavernası var. Bu köyün bir özelliği (..ki denk gelmeyi çok isterdim) her sene 15 Ağustos'da gerçekleşen ünlü Meryem Ana Panayırı'na ev sahipliği yapmasıymış. Son iki senedir 10 günlük süreye yayılan kutlamalara ilgi bir hayli büyükmüş. Köyde, 1832 tarihli Evangelismos Teotoku Kilisesini ve eski rum mezarlığını ziyaret ettikten sonra, rotamızı bu sefer zamanında Türkiye'nin en büyük ve kalabalık köyü olarak adından söz ettiren ve adanın batı kısmında bulunan son rum köyü DEREKÖYE çevirdik...
Merkeze 14 km. uzaklıktaki köy, anayolun iki tarafındaki tepelere kurulmuş. 50 civarında hanenin yaşamını sürdürdüğü köyün yarısını rumlar oluşturuyor. Köyde ibadete açık iki kilise bulunuyor: Köyün girişindeki Hagia Marina Kilisesi ve çarşıdaki Koimesis Tis Theotokos Kilisesi. İkisi de 1800'lü yılların başında inşa edilmiş. Etkilenmemek elde değil...Yavaş yavaş akşam çökmek üzere...Ve güneşin en son battığı yerde, güneşin batışını izlememek büyük bir kayıp olurdu. Ada merkezine tekrar geri dönerek, dinlenmeye karar verdik..Ertesi gün bizim için gün erken saatlerde başlamalıydı..Görülecek bir çok koy ve sahil vardı..Akşamına da dönüş
için hazır olmamız gerekiyordu...
Aslında gezilecek çok köy var daha. Her köyün kendine ait sergilediği hayat mücadelesi, tavrı, tarzı ama ortak olan Rum izlerini her daim üstünde taşıyor olması, merak uyandırıyor, fakat zaman gerekiyor işte... O da bizde sınırlı olduğu için diğer köy gezilerimizi (Bademli, Kaleköy, Eşelek, Şahinköy, Şirinköy, Uğurlu, Yenibademli) bir başka gelişimize erteleyerek, güzel koylara dogru yol aldık...
Adada kuzeyden esen rüzgar hakim olduğunda, güney plajları deniz aktivetileri için uygun oluyor(muş) rüzgar yön değistirdiğindede olayın tam tersi yaşanıyor, kuzey koylar ve plajlar devreye giriyor(muş). Burada en ünlü koy ve plaj neresidir diye sorduğumuzda yolumuzun güneye yani Aydıncık'a doğrulduğunu gördük. Aydıncık ve Kefaloz Plajı Gökçeada'nın günübirlik tesisi olan tek plajı. Plaj 1200 mt. uzunluğunda altın rengi kumsaldan oluşuyor. Yazın adada en çok tercih edilen plaj da burası.
Plajda beş tesis bulunuyor. Hepsinde sabahtan akşama kadar yemek servisi bulunuyor. Çoğu kamp-pansiyon hizmeti ve özel sörf dersleri veriliyor..Son zamanlarda Bulgar sörfçülerin burayı keşfetmesiyle, Aydıncık plajı bir sörf merkezi olma yolunda ilerlemeye başlamış...Tabii buranın hala çok bakir oluşu, sessiz sakin duruşu kalabalık sörf merkezlerinden kacmak isteyen yerli yabancı turistlerinde ilgi odağı olmuş...
Aydıncık Plajı hem doğal yapısı hem de tenha olması sebebiyle tercih ediliyor. Plaj güney kıyısında olmasına rağmen kuzeyden esen rüzgarları (meltem) hiçbir engel olmadan alıyor. Çünkü Kefaloz körfezinden esen kuzey rüzgarları yakınındaki Tuz Gölü'nün yüksek olmaması nedeniyle burada oluşan koridor etkisiyle de kuvvetlenerek engel tanımadan güneye esiyor. Bu da Aydıncık'da sörf için ideal rüzgarlı ama dalgasız bir deniz oluşturuyor. Ne güzel...
Sadece sörf yapılmıyor tabikii...Bu plajda tercih edilen diğer bir deniz sporuda Kitesurfing... Peki nedir bu kitesurfing? Biraz kitabi bilginin tam sırası sanırım. Kitesurfing, kiteboarding olarak da bilinen, güçlü bir uçurtma ve küçükboard ile beraber sörfçüye su üzerinde özgürce hareket etme olanağı sağlayan bir spor dalı. Bu spor dalı dünyada henüz çok yeni, fakat büyük bir hızla yaygınlaşmakta ve popülaritesi gün geçtikçe artmakta. Kitesurf yapan toplam kişi sayısı 2008 yılı itibariyle dünyada 250.000 kişi olarak tahmin ediliyormuş. Yapılan ciddi araştırma ve geliştirmeler, yeni uçurtma tasarımları, güvenlik, release sistemleri ve verilen kaliteli eğitimler ile bu spor dalı çok daha güvenli ve eğlenceli hale gelmiş. Wake style, wave riding, freestyle, jumping ve crusing olarak sörfçünün isteğine ve şartlara göre birçok değişik stilde Kitesurf yapılabilliyormuş. Ada'yı tercıh etmelerindeki etken ise sürekli ve bazen sert esen rüzgarlar...
O an bu sporu izleme şansı bulamadık ancak koyu ve plajı izlemeye doyamadık. Sörf için hazırlık yapanlar, denizin ve güneşin tadını çıkaranlar, aramızda kalsın ama, bizi kıskandırmadı da değil...Biraz daha sakin, tesisi olmayan, güneş ve denizle başabaşa kalmak istediğiniz bir yer arıyorsanız, o zaman da size Laz Koyunu önereceğim...Yine adanın güneyinde esen rüzgarlardan fazla etkilenmeyen, ufak bir koy. Bu arada unutmadan laz koyuna gelirken biraz da tarihe merakınız varsa Kaya mezarlığına uğramalısınız. Hangi dönemden kaldığı bilinmeyen bu mezar, büyük bir kayaya oyulmuş iki mezardan oluşuyor. Aydıncık Plajı'ndan Laz koyuna doğru giderken 4 km. sonra sağda etrafı taş duvarlarla çevrili bir alan göreceksiniz. Biraz daha ilerledikten sonra denize sırtını vermiş kaya mezarıyla karşı karşıya kalacaksınız.
Zamanımız gitgide daralıyordu artık. Görmek istediğimiz son bir yer, adanın kuzeyinde bulunan Yıldızkoyu kalmıştı...Burası adanın kuzey kıyılarında denize girilebilecek tek yeri. Yıldızkoy, Gökçeada Sualtı Milli Parkı'nın içinde yer alıyor. Parkın karadan denize girilebilecek tek koyu burası. Deniz florası ve faunası koruma altında olan bölgede, şnorkelle yüzerek zengin sualtını izlemek için fırsat bulunabiliyor (muş). Bu değerli bilgilerle bizi meraklandıran ve heyecanlandıran değerli dostumuza, yapmış olduğu tanıtım için ve bizim sürekli sorduğumuz sorulara sabırla cevap verdiği için tekrardan teşekkür etmek istiyorum...
Güneyden kuzeye tekrar yol alırken zıyaret edemediğimiz köylerden de vesileyle geçeceğimizi farkettik. Sualtı Milli parkına ulaştığımızda, gördüğümüz güzellik adeta bizi kendisine aşık etti...Harkulade bir yer. (Ah, bir de fotoğraflarımı yanlışlıkla silmeseydim ) Ben anlatmakla bitiremeyeceğime inandığım için size TÜDAV'ın Milli park için sunmuş olduğu bilgiyi aktarmak istiyorum kısaca:
Gökçeada sualtı parkına ait kıyı alanında alglerden ve deniz çayırlarından oluşma bir zon bulunmaktadır. Bu zonda yeşil, kahverengi ve kırmızı alg türleri ve posidonya çayırları gözlenir. Daha iç kesimlerde ise kabuklularca zengin bir kuşak yer almaktadır. Fotofil ve kabukluların egemen olduğu zonda, zengin bir pelajik ve bentik balık da topluluğu vardır. Bölgede deniz memelilerinden yunuslar ve foklar sıkça gözlenmektedir. Özellikle yunuslar Çanakkale - Gökçeada arasında sefer yapan feribotlara eşlik etmektedir. Adanın deniz ve kara alanı için ön fauna-flora envanteri çıkartılmış olup 180 tür deniz canlısı tespit edilmiştir. Bölgede Mayıs - Haziran aylarında Kaşalot türü balinalara rastlanmaktadır.
Ayrıca edindiğimiz bilgilere göre burada iki önemli bölge var. Bu bölgelerde bazı sınırlamalar getirilmiş. Yalnızca Yıldızlı koy kısmında balık avlamayı sevenlere avlanma olanağı sağlanıyor ve yüzülüyor. Gökçeada sualtı milli parkında yapılabilecek en güzel aktivite, kendinizi akvaryum gibi sulara bırakıp yüzmek, şnorkelle denizaltını seyretmek olacaktır. Konaklamak için yanı başındaki köylerden (Bademli, Yenibademli, Kaleköy) faydalanmak mümkün...
Bu güzelliklerin tadını doyasıya çıkaramadığımız için oldukça üzülüyor ve dönüş saatimizi hatırlayarak, Kuzulimanına doğru rotayı çevirdik. İskelede bizi bekleyen arabalı feribota binerken dönüp ardıma şöyle bir baktım...Ve yanıbaşımızdakii cenneti bu kadar geç keşfetmiş olmanın hem burukluğu hem büyük mutluluğu üstümde, şunu söyledim: ''HOŞÇAKAL KOCA ÇINAR, ASLA BOZULMA, HEP BÖYLE KAL...''
İyi seyahatler...
|
Yazılan Yorumlar... |
gülden (10 Mayıs 2011)
|
|
Bende değerli yorumlarınızdan ötürü teşekkür ediyorum..Ada da türk kahvesi,kendi adıyla Dibek kahvesi gerçekten gidilip içilmeye değer..Umarım yolunuz düşer ve kahvenizi yudumlarken aklınıza ben de gelirim:))iyi seyirler....tekrardan teşekkürler...
|
Sertap Yar (09 Mayıs 2011)
|
|
Gülden Hanım, yazınızı okurken Gökçedayı yaşattınız bana adeta.Bozcaadayı gördüm ve oradan ayrılırken, gözyaşlarıma hakim olamamıştım.Sıra, Gökçedada.Özellikle, türk kahvesinde aklım kaldı..Yüreğinize sağlık..
|
Fatma Aru (07 Mart 2011)
|
|
Tebrik ediyorum Güldencim seni.Çok güzel anlatmışsın.Okurken çok keyif aldım.Yazılarının devamını bekliyorum.
|
SİNEM (05 Mart 2011)
|
|
Kalemine sağlık arkadaşım... Yazını okuduktan sonra bir Çanakkaleli olarak bunca senedir böyle bir yere gitmediğim için çok üzüldüm.Ama sayende şuan gitmiş kadarda oldum...Gökçeada bu kadar güzel anlatılabilir herhalde...Teşekkürler arkadaşım:)))
|
gülden (01 Mart 2011)
|
|
Öncelikle çok teşekkür ediyorum...Neşe hanım özellikle sizin için düğünü detaylandıracağım..:))Haklısınız, ada ya has, onun güzelliklerini ve sadeliğini yansıtan bu güzel daveti biraz daha açmak ,muhakkak hoş olacaktır..Güzel yorumlarınız için tekrardan teşekkür... ediyorum..
|
NEŞE (28 Şubat 2011)
|
|
Gökçeada hakkında ilk defa böyle kapsamlı ve güzel bir yazı okuyorum...Adaya gideceklere tam bir rehber olacak yazınız ama ben yazınız eksik (!) diyorum,düğünü de anlatacağınızı ummuştum doğrusu ! Gelecek yazınız bize düğünü anlatmalı...Çok teşekkürler..
|
Ferudun Babacan (28 Şubat 2011)
|
|
Başlığı çok beğendim. Ben de gezemedim, maalesef ama ilk fırsatta diyorum. Çok teşekkürler...
|
hakangeziyor (28 Şubat 2011)
|
|
Sevgili Gülden, Gökçeadayı kaleme almakla dört ay kaldığım Çanakkalede belki de yapamadığım tek şeyi bana hatırlattın: Gökçeadaya gitmemek... İnşallah bir daha ki sefere görmek nasip olur... Kalemine sağlık...
|
Yorum yazmak isterseniz...
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.
|
|