Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Türkiye ::::: Türkiye Genel ::::: Karadeniz: Samsun'dan Ardeşen'e Bisikletle        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Türkiye Türkiye Genel 20 Temmuz 2010 02 Nisan 2010
12 Nisan 2010
11480 3 AYse 

 Karadeniz: Samsun'dan Ardeşen'e Bisikletle
 (Hobi)

2 Nisan 2010'un gecesi apar topar hazırlanıp Samsun'a gitmeye çabası içerisindeydim. Mevcut bisikletimi tur koşullarına uyarlayıp Gürkancığımızın (Gürkan GENC) uzun Asya turunun çıkış noktasından (Samsun), Türkiye içerisi ile sınırlı ilk 500 kilometresine eşlik etme ve bu sayede hiç görmediğim Doğu Karadeniz'i görme aşkına yola çıkmak için son saatlerimi Güngörler bisiklette Burak Güngör'le gerekli düzenlemeleri yapmaya çalışırken, benimle aynı anda bisikletçide bulunan bir çiftten kadın olanı için Burak'ın özenle topladığı bisikleti hayranlıkla incelerken buluverdim kendimi. Bu çift hayallerimle tamamen uyuşan bu bisikleti alıp almama konusunda tereddüt ederken, içimden keşke onlar vazgeçseler de ben alsam diye geçirmekteydim...
   
Ve her şey içimden geçtiği gibi oldu. Onlar almaktan vazgeçti, ben de Burak ve babasının da desteği ile tura bu bisikletle çıkmaya karar verdim. Böylesi uzun bir tur için son anda alınmaması gereken bir kararmış gibi dursa da bisikletin cazibesine gerçekten de dayanamadım. Bir iki kısa sürüş ve yük yükleme denemesi sonucunda yeni bisikletim ve ben tura artık hazırdık...

Bir kaç saat sonrasında Samsun'a giderken bana yol arkadaşlığı yapacak, hatta bizi Samsun'dan uğurlayacak iş arkadaşım Burak Köroğlu, Güngörler Bisikletten Burak, ben, yeni bisikletim ve yüklerim AŞTİ'de beklemekteydik... Uzun bir Samsun yolculuğu sonrasında yağmurlu bir Samsun sabahına indik... Terminalde bizi Yücel Tanyeri abimiz ve tabi ki bir gün önceden Samsun'a gelmiş olan namı diğer bisiklet canavarı Enes de şehir merkezinde kaldıkları otelden oldukça uzaktaki terminale bisikleti ile gelmiş olmaktan dolayı ıslanmış ama gururlu bir şekilde karşıladı bizi... Hep beraberce Funda ve Gürkan'ın da kalmakta olduğu otele geçtik... Kahvaltı, tanışma, hazırlık derken yola çıkma vakti geldi artık. Kaç haftadır heyecanla beklediğim uzun yola çıkmadan önce, Bisikletliler Derneği Samsun temsilcisi Tarık arkadaşımız da bize şehir çıkışına kadar eşlik etmek üzere geldi...

Yücel abimiz, Burak ve bir kaç tane gazeteci tarafından uğurlanarak şiddetli sayılabilecek bir yağmur altında başladık yolumuza. Samsun'u, civarını ve Karadeniz sahil yolunu ilk defa görüyordum ve hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur; bir taraf alabildiğine deniz, bir taraf ise doğuya doğru ilerledikçe yemyeşil olması gerekirken bütün Doğu Karadeniz'i birbirine bağlayan bu yol hiç de iç açıcı görüntülerle başlamıyordu... İlk durağımız Çarşamba idi. ilk iş bir yerde karnımızı doyurmak oldu. Çarşamba içinden nehir geçen bir Avrupa şehrine benziyor aslında, daha fazla özenle küçük ve daha sevimli bir yerleşim yeri olabilirmiş. Çok fazla oyalanmadan yola devam ediyoruz... Cumartesi akşamı Ünye'de konaklamak niyetinde idik, sürekli yağışlı havada pedallamak durumunda olduğumuz ve henüz turun ilk günü olduğu için fazla oyalanmadan yola devam etmek gerekiyordu...
   
Yüzlerimiz gülüyor, çünkü Ordu il sınırına gelmiştik. Bezdirici biçimde yağan yağmurda, Funda ile bir örnek sarı yağmurluklarımızın kapatamadığı yerlerden ıslanarak ve dâhiyane poşetleme sistemine rağmen ıslanan ayakkabılar ile yol almak bir parça zorlayıcıydı...

Biraz ıslak, biraz çamurlu ama sonunda Ünye'ye vardık. Ortak sarı üst katmanımız yırtılmaya başlamıştı nedense (!), büyük sorunlara ucuz çözümler her zaman işe yaramıyormuş... Akşam yemeği için gerekenleri alıp hemen gözümüze kestirdiğimiz Uzunkum Kamp alanına yöneldik. O andan itibaren koşullar lehimize dönmeye başlamıştı. Yağmurun dinmesi ile o alanda çadır kurmamız daha kolaylaştı...
   
Her ihtimale karşı üzeri kapalı beton bir alana kurduk çadırlarımızı ve öncesinde Funda'cım geçici evimizin zeminini temizledi... Kamp kurup yemek faslını da geçirdikten sonra, Fundayla beraber umduğumuzdan çok daha erken yırtılmaya başlayan yağmurluklarımızı onarmak için alternatif çözümler geliştirdik... Ben Uyguner ailesi kadınlarının (anneannem ve annem) uzmanlık alanı dikişi tercih ederken Funda tam bir bisikletçi edası ile hareket edip yırtılan yağmurluğunu yama seti ile onardı...

Hemen denizin dibindeki kamp yerinde dalga sesleri ile soğukça geçen bir geceden sonra tertemiz ve güneşli bir güne uyanmıştık, Enes'le taze ekmek bulmak için yol boyu yürüyüşü yaptık... Tekrar yola koyulduğumuzda hava iyice ısınmıştı. İlk durağımız ise Fatsa... Fatsa'ya gelmeden durakladığımız benzin istasyonlarından bir tanesinde, Samsun'dan çıkmadan Gürkan ile yapılan röportajı ulusal bir gazetede okuyan dükkân sahibi bizi tanıdı. Sonrasında kendi kulaklarımla duymamış olsam da amcanın bizim çocuklara güvenlik için silah teklif ettiğini öğrendim... Türkiye içerisinde bisiklet ile yapılan her türlü geziye karşı olan önyargının bir göstergesi sanırım bu ama birkaç olağandışı tepki bir genellemeyi de gerektirmez elbette ki...
   
Fatsa'ya ulaştığımızda öğle vaktine yaklaşmıştık, harika bir hava vardı. Sahilde bir çay içmek için etrafa bakınırken oradaki balıkhanelerden bir tanesi olan Eroğlu Balıkçılık'tan Özgür Bey bizlere çay ikram etmek istedi ve bu balıkhanenin sahil tarafına küçük bir masa atarak denizi ve martıları izleyerek çaylarımızı beklemeye başladık. Çay servisinin her koşulda ve mesafeden yapılabileceğini de farklı bir biçimde tecrübe etmiş olduk. Oradan ayrılıp yola çıkmaya hazırlanırken Özgür Bey'le sohbet ettik uzunca. İlgi duydu turumuza, kendi küçük kızının da bisiklete binmeyi çok sevdiğini öğrendik. Yola çıkmak için Eylül'ün annesiyle beraber yanımıza gelmesini bekledik ama sanırım Eylül bizden birazcık korktu ve ağlamaya başladı. Funda da bu sırada Eylül'ün bisikleti ile test sürüşü yapıyordu...

Yola devam... Fatsa'dan sonra hedefimiz Bolaman ve oradan geçen eski yolu kullanarak Ordu'ya kadar güzel Karadeniz manzarasından payımıza düşeni alabilmek. Bolaman girişinde Bolaman yerel gazetesini çıkartan Mehmet Şahin karşıladı bizi ancak yolda karşılaştığımız birçok kişinin yanılgısına düşerek bizi yabancı turist sanıp "hello hello" nidaları ile durdurdu. Bu karışıklığı düzelttikten sonra Mehmet arkadaşımız Funda tarafından İsa'ya benzetilmesine çok şaşırdı. Bu hoşbeşten sonra, tur öncesinde sık sık bahsettiğimiz Bolaman rampalarını bir an önce görmek ve bizi Yalıköy'deki evinde beklemekte olan Enes'in Hakime halasını daha fazla geç kalmadan ziyaret etmek istediğimiz için yola devam ediyoruz.
   
Yol üzerinde Haznedaroğlu Konağı'na uğramadan da geçmiyoruz. Bolaman harika bir yer, bir taraftan Amasra'yı anımsatıyor bize. Bu güzel manzaraları biraz daha çabukça geçerek başlıyoruz tırmanmaya. Rampalar çok dik değil, hafif bir bahar havası var ve etrafımızda enfes bir manzara keşke bütün yokuşlar böyle olsun diye geçiyor içimden...

Ve sonunda Yalıköy'e yani Hakime hala'nın evine geliyoruz. Çok hoş sohbet ve tatlı bir dilli birisi Hakime hala. Emek emek ve çeşit çeşit hazırladığı sofraya oturuyoruz. Bizi kendi çocuklarından ayırmadığını yemek yememiz konusundaki sevimli ısrarlarından anlamak mümkündü. Hakime halanın "bit kadaaacık bu" diye tepeleme doldurduğu pilav tabağı ve Gürkan'ın bana sen bu yoğurdun tadını bilmezsin Ayşee diyerek bütün bir kaseyi tabağındaki pilavın içine boca edişi de unutulmaz anlardan...
   
Keşke Hakime hala ile oturup bütün bir gün sohbet edebilseydik, ama ne yazık ki vakitlice yolumuzdaki rampaları aşıp Ordu'ya ulaşmamız gerek. Hakime halaya veda ediyoruz. Yalıköy'ün içerisinde kısa bir tur atıp devam ediyoruz...

Medreseönü beldesinde Türkiye'nin en iyi çayını demlediği (közde) söylenen Uzun Saçlı'nın yerine uğramadan geçmiyoruz. Küçük dükkanının duvarları ilgi çekici yazılar ve aksesuarlarla süslü. Uzun Saçlı gerçekten de uzun saçlı ve meşhur saçlarını omzuna atıp misafirleri ile poz vermeye bayılıyor... Unutmadan çay 6 dakikada demlenip 12 dakika'da tüketilmeli...
   
Yason Burnuna ve kilisesine varmadan önce Gürkan'ın lastiği patlıyor. Yason burnu saklanmış, kurtarılmış harika bir yer, oraya neden bir kilise yapıldığını da anlamak hiç zor değil. Herhangi bir inanç sistemini benimsemiş bir insan hiç değilse hayatından bir sefer böylesi huzur veren bir yerde ibadet etmek ister...

Yola devam... Hava çok kararmadan Ordu'ya ulaşmamız gerek. Yol boyunca durup sessizce etrafı izlemek için o kadar çok köşe var ki, keşke vakit bu kadar dar olmasaydı ama elimizden geldiğince özel kareleri ölümsüzleştirmeye çalışıyoruz... Akşam saatlerinde Ordu'dayız... Enes ve ailesi ağırlıyor bizi. İçeri girer girmez Memnune Teyze bizim için ne kadar uğraşmış; kendi elleri ile açtığı börekleri ve baklavaları görünce anlıyoruz... Oldukça yoğun ve yorucu bir günün sonunda harika bir akşam yemeği, sıcak banyo, derin ve dinlendirici bir uyku...

Ertesi gün yani pazartesi Ordu'yu geziyoruz. Enes bizi Boztepe'ye götürmek istiyordu, biz de Boztepe'yi görmek çok istiyorduk ama Ordu'dan vakitlice çıkıp Giresun'a gitmek zorunda olduğumuz için çok kısa sayılabilecek bir şehir turu yapıyoruz. Ordu'daki son saatlerimizde Enes'in lise arkadaşı Selin ile sahilde oturup bir şeyler içtik... Sohbetimizin konusu ise tabi ki bisiklet ve Selin'in de bisiklet kullanma konusunda istekli ancak kararsız olduğunu görür görmez ikna çalışmaları hız kazanıyor...

Giresun'a doğru yol almak üzere Ordu'dan ayrılmamız gerek. Aynı Hakime hala ile olduğu gibi Memnune teyze ile daha çok vakit geçirme fırsatımız olsaydı keşke. Hani biz neyse de uzun zamandır görmediği bir tanecik oğluna doyamadan uğurlamak zorunda kalıyor bizi...
   
Yolda zorlayıcı bir rüzgâr olduğu için çok düşük hızla seyredebiliyoruz. Bu yol nasıl bitecek düşünceleri akılları kurcalarken, Giresun'dan gelen bisikletçi arkadaşlar karşılıyor bizi. Gülyalı beldesinden geçerken, Müslüm, Mustafa ve Selami abi. Bulancak'a kadar rüzgâr hep pedallarımıza karşı esmeye devam ediyor. Bulancak'ta Selami abi ve Recai abinin bisiklet dükkânına uğruyoruz. Benim vites ayarlarımı yapıyor. Yol boyunca oldukça güçlük çekmiştim, sonunda rahat rahat geçmeye başlıyor vitesler. Bulancak'tan ayrıldıktan sonra adını teşekkürle andım Selami Abi...

Biz yoldayken, Fulya AKBUGA ile telefonla ile görüşüyoruz ve Gürkan Fulya'nın Radyo ODTÜ'de yayınlanan programına canlı bağlanıyor. İşyerinde odamızdaki değişmez frekansımızı dinleyen Özlem üstad'dan öğrendiğim kadarıyla Fulya bizim için Queen'den ''Don't stop me now'' çalmış -çok severimm -...
   
Giresun'a varıyoruz sonunda. Katettiğimiz 45 km yol ikiye katlandı rüzgar sayesinde. Giresun'da Fisko Birlik Tesislerinde konakladık... O akşam yemeğinde bizi ziyarete İsmail Demirel, Hamdullah Ayar abi ve Mustafa abi geldi. Funda İsmail beyi Giresun'da da Perşembe Akşamı turları yapılması konusunda ikna etti...

Sabah erkenden yola çıkıyoruz. Tesisten ayrılmadan önce, tura çıkmadan aldığım ama bir türlü çalıştırmayı başaramadığım meşhur "Solar Bilgisayar"(!) 'mı Enes ve Gürkan'ın çabaları sonucunda kullanmaya başladım. Artık katettiğim km'leri ve hızımızı görebileceğim...
   
Giresun'dan çıkmadan Hamdullah Ayar yoldan alıyor bizi ve kahvaltı yapmaya gidiyoruz beraberce. Müslüm ve İsmail Demirel de sonradan katılıyor bize. Kahvaltı sohbet derken yola çıkma vakti geldi de geçiyor. Hava güneşli rüzgar yine oldukça kuvvetli idi. Etrafa bakına bakına pedallamaya devam ederken, Müslüm'ün "Çakma Uzungöl" dediği bir yere geldik, Espiye'yi az geçince karşınıza çıkıveriyor. yol kenarında fotoğraf çekmek için durduğumuzda yabancı plakalı bir karavan durdu yanımıza. İçerisinden bizi görünce çok heyecanlandıkları belli olan bir çift çıktı. İlginç bir hikâyeleri vardı. Fransa'dan bir karavanla yola çıkmışlar, karavanın içerisinde ise bir tandem (iki kişilik bisiklet) vardı. Hazar Denizini geçip de Kazakistan'a ulaşınca karavanlarını satıp yola bisiklet ile devam edeceklermiş. Eee onlar gezgin ve özlerinde bisikletçi, biz bisikletli gezgin birden kaynaşıverdik...

Merakla sorulan sorular; teknik gezi ve ekipman ayrıntıları derken, daha rahat konuşabilmek için Uzungöl benzeri olduğu iddia edilen kıyının kenarına kadar indik beraberce. Yoldan geçenlerin mola vermesi ve İstanbul boğazını andıran bu manzarayı keyifle izleyebilmesi için kurulmuş kır kahvelerinden birine oturduk. Sophie ve Olivie, Fransa'dan çıkmışlar yola, ikisi de işlerine, oradaki hayatlarına ara verip tam bir seneyi bu geziye adamışlar. Olivie'nin daha önce Avrupa'da ve Asya'da uzun tur tecrübesi varmış. Türkiye'de katettikleri yol boyunca gördükleri ilk bisikletli grup da bizmişiz... Gürkan'ın tur planı da onları oldukça heyecanlandırdı. Tecrübelerimizi, amaçladıklarımızı paylaşırken onlara kendi fındık ezmelerimizden armağan ettik. Sophie de annesinin yaptığı kestane ezmesinden verdi bize... "Crazy Guy" diye nitelendirdikleri Gürkan ile bir hatıra fotoğrafı çektirmek istiyorlar...

Pedala devam, daha çok yolumuz var. Bu uzunca moladan sonra akşam Trabzon'a varamayacağımızı anladık. Görele'ye bir varalım da sonrasında hava çok kararmadan bir yerde konaklamak en mantıklısı olacaktı.

Turun başından bu yana bir takım yeteneklerimi de geliştirdim. Hareket halindeyken fotoğraf ve video çekebilmek gibi. Bu da tabi tek elle bisiklet kullanmayı gerektiriyor, mümkün olduğunca dikkatli ve trafiğin çok seyrek olduğu kısımlarda eller ve kollar bu bahane ile biraz serbest kalmış oluyor...
   
Ve sonunda Görele... Son 5 - 10 km'yi gerçekten çok zor pedalladım. Turla ilgili aklımda kalan en zor parkur burasıydı. Ya ben çok yorulmuştum ya da gerçekten rüzgar sınırlarımı zorluyordu. Görele'de Fikret bey karşıladı bizi. Görele Pide'de molamızı verdik. Devasa büyüklükteki pideleri -ki o aç halimizle ne kadar büyük olsa da yiyecektik bence- oldukça kısa sürede bitirdik. Hayatımda gördüğüm en uzun ve kalın pide Görele pidesi. Yemesi içmesi bize kalsın yola devam etmek lazım...

Vakfıkebir ilçesine ulaşmadan Beşikdüzü'nde durmak istiyoruz. Artık kamp kurmak için ideal bir yer ararken merkezde bulduğumuz öğretmen evinden bizi geride bıraktığımız yolda süper lüks(!) diye tarif ettikleri Adacık öğretmen evine yönlendiriyorlar. Tesisin konumu harika, denizin dibinde, cennet gibi bir koyda. Süper lüks tanımını yaparken mübalağa sanatını kullanmış oldukları ise tartışılmaz. Her zaman ki temenniler, keşke biraz daha bakımlı olsa ne güzel olurdu vs vs...

Sabah erkenden uyanıyoruz, Funda'yla kahvaltı için bir şeyler almak üzere kısa ama çok keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Vakfıkebir'e bu kadar yakınken tabi ki ekmekler en ilgi çekici kısmı kahvaltılık arayışımızın. Her zamanki gibi mükellef kahvaltı soframızı kurup, keyfini çıkarttıktan ve Adacık öğretmen evinin dik rampasını aşma safhasını da atlattıktan sonra istikamet Trabzon...
   
Akçaabat'a gelmeden, Mersin köyünden geçerken sizin köyden geçiyoruz demek için Burak'ı arıyorum. O da hemen ardından Mersin köyünde dükkanı olan Engin Abisini aramış. Engin abi yolda çeviriyor bizi. Bir çay molası da burada veriyoruz. Akçaabat'a geldiğimizde Cihat karşılıyor bizi. Trabzon'daki Perşembe akşamı turlarına önderlik yaptığı için öncesinde internet yolu ile tanışıp yazıştığım Cihat ile yüz yüze tanışmış oluyorum böylece. Kısa bir süre sonra da Trabzon'dayız artık. Buradaki durağımız, Cihat, Yılmaz ve Caner'in Rezidance'ları... Hayatımda gördüğüm en eğlenceli ve farklı döşenmiş öğrenci evi. Değil öğrenci evi hangi dört duvardan ibaret yaşam alanında yapay tırmanma duvarı gördünüz siz?

Saatlerce pedal çevirmekten şaşmış bacaklarımıza yürümeyi tekrar hatırlatmak ve gündüz gözü ile Trabzon'u gezmek için Yılmaz, Cihat, Enes, Funda ve ben dışarı çıkıyoruz. Nefis Akçaabat köfteleri ve burma tatlısını bir kenara bırakalım, Trabzon'u gerçekten sevdim. İstiklal caddesine benzeyen Uzunsokak, Bedesten, Funda'nın ince belli bardakta içmek istediği çay ve ''benden ince bellusunu zor bulursun da!!'' diyen garson, bu kısa ve hızlı Trabzon turundan aklımda kalanlar...
   
Doymak bilmeyen halimizle laz böreği arayışımız, en güzel (!) laz böreğini biz yapıyoruz diyen küçük bir dükkânda son buldu. Gülen yüzler belli etmese de beklentilerimiz karşılanmamıştı. Perşembe gününü, akşam "Trabzon Perşembe Akşamı Bisikletçileri"ne katılmak için Trabzon'da geçirmeyi kararlaştırdığımız için pedalsız gezeceğimiz bir güne neler sıkıştırabilirsek gezelim görelim ve yiyelim felsefesi ile kendimizi sabah erkenden dışarı atıyoruz...

İlk hedefimiz Sümela manastırı. İki saat gibi kısa bir sürede bu büyülü yeri dolaşıyoruz. Sadece sesini dinlemek bile insana derin bir huzur veriyor. Yeşilin her bir rengi, görünmeyen gökyüzü ifadelerini gözümle gördüm sonunda. İnzivaya çekilen keşişlerden biri olasım geldi, hatta eski zamanlarda gerçekleştirilmiş bu eylemi modern zamanlarda kamp kurarak gerçekleştirmek de mümkün elbette. Telefonun bir ucundaki rehberimiz ise tabi ki Süleyman, kurduğumuz canlı bağlantı ile yüzeysel de olsa Sümela ile ilgili bilgileri dinledik telefonun hoparlöründen...
   
Sümela'ya gidiş geliş yolculuğu manzaranın muhteşemliğinden mi? Karadeniz'in havasından mı? Yoksa bindiğimiz araçta çalan Volkan Konak şarkılarından mıdır? Bilmiyorum. Hüzünle huzur arasında gidip gelen hislerle dolu geçti...

Döndüğümüzde koşturmacalı kısa Trabzon gezimize Ayasofya Kilisesi ile devam ettik. Ayasofya Kilisesi'nin Hıristiyanlık açısından önemini anlamanın yanı sıra, Trabzon'da Ayasofya Kilisesinin bahçesinde yapılan kuymağı tatmanın önemini de anlamış olduk. Bu kadar uzun bir mesafeye sünebilen başka bir yiyecek tatmamıştım hayatımda. Lezzetine ise diyecek söz yok... Bir sonraki durak Trabzon Müzesi. Rehberimiz de tabi ki Cihat. Konağın en güzel yeri Cihat'ın da dediği gibi şeffaf kubbesinden içeri güneş ışığı dolan salondu. Kısıtlı zaman daha da bir çabuk geçer ya, akşamı getirdiğimiz için artık Perşembe akşamı turuna katılmak üzere tekrar Residance'ta toplandık.

Trabzon'daki Perşembe akşamı bisikletçileri Trabzon'un merkezindeki Meydan Parkı'nda buluşuyorlar, tabi ki saat 20.00'da. Cihat, Yılmaz ve Caner'in Residance'ı meydanın hemen yanı başında olduğu için, kayda değer bir efor ve mesafe katetmeden hemen buluşma yerine geliyoruz. Gencecik ve hevesli bir bisikletli topluluğu beklemekte bizi. Henüz yeni başlamış olmalarına rağmen hem sayıları oldukça çok, hem de itina ile kurulmuş bir grup dengeleri var. Çok normal bir grup temposunda ikili sırayı neredeyse hiç bozmadan turlarını gerçekleştiriyorlar. Turun güzergâhı KTÜ'nün kampüsünden de geçiyor. Bu kampusu çok beğendiğimi de ifade etmeden geçmeyeyim. Eren, Burcu, bisikletini yeni alan Ayça, tabi ki Yılmaz ballim, ve diğer arkadaşlarla sohbet ede ede tamamlıyoruz Trabzon'da katıldığımız Perşembe akşamı turunu...

Cuma sabah erkenden uyanıyoruz cümbür cemaat. Aynı evden 6 kişinin eşyaları ve bisikletleri ile çıkma çabası çok hummalı oluyormuş. Yılmaz ballim dersi olduğu için bizimle gelemeyecekti ama bize kendi elleri ile yaptığı omleti afiyetle yedik. Her zamanki gibi keyifli kahvaltı sofrasından kalkıp bir an önce yola düşmek lazım... Unutmadan bu tur Caner'in de ilk uzun turu, ortak heyecanlarla hazırlanıyoruz. Fonda Ankara sabahlarından kalma bir alışkanlık Modern Sabahlar cıngıl müzikleri...
   
Hep beraberce yola koyuluyoruz. Yılmaz ve Eren de derslerine yetişecek sürede bize eşlik ediyorlar. Hedefimiz Rize'nin Pazar ilçesi buraya ulaşıp araç ile Ayder'e çıkıp kamp yapmak istiyoruz. Turun ilk günlerinde yaşadığımız tempo tutturma sorunumuzu, koyduğumuz günlük mesafe hedefinin fazlalığından da olsa gerek, aşıyoruz. Tur boyunca yaşadığım ilk ve tek patlak lastik vakası bugün gerçekleşiyor, ellerine sağlık Cihat... Trabzon-Rize arası 80 km'lik yolu öğle yemeğinde Rize'de olacak şekilde tamamlıyoruz...
   
Öğle yemeği Rize'de Liman Lokantası'nda. Tarifi imkansız sadece tadarak anlaşılabilecek yemekler var orada. Final ise üzeri kadayıflı ve bol fındıklı sütlaç. Annecim özür dileyerek söylüyorum ki senin sütlacının yerini aldı. Yemek yeme miktarı ve hızımıza hayran kalan lokanta sahibi arkadaş sütlaç kâsesine ara ara takviye yapıyor...

Rize'den mümkün olduğunca çabuk çıkıyoruz. Gidecek daha çok yol ve çok fazla olmasa da yağışlı hava var. Ve artık Pazar'dayız. Bu ilçenin merkezinde yaptığımız araç pazarlığı umduğumuz gibi sonuçlanmadığı için, Ayder kavşağına kadar pedallamaya devam. Bu kavşaktan elbet biri bizi yukarı çıkartacaktır diye umuyoruz. Gün akşama yaklaştığı, bir an önce kamp kurmamız gerektiği ve bacaklarımız 130 km boyunca pedal çevirmekten dolayı azıcık yorgun olduğu için Ayder yaylasına kadar olan 40 km'yi bisikletle kat etmemiz neredeyse imkansız...
   
Kavşakta başlıyoruz araç beklemeye. O yöre için böyle bir beklentinin hiç de tuhaf olmayacağı duyumu ve umudu var içimizde. Bir tane araç duruyor ama altı kocaman kişi olmanın yanı sıra altı kocaman bisiklet de var yanımızda. Duran araç isteğimizi kabul ediyor, tam o sırada başka bir araç daha duruyor aralarında konuştukları kadar sonra duran aracın daha yukarıya gideceğini anlıyorum. Önceki araç şoförü bize ufak bir meblağ karşılığında diğer kamyonetin bizi Ayder'e çıkartabileceğini söylüyor. Bu taahhüdün verdiği iç rahatlığı ile kurtarıcı ilan ettiğimiz kamyonete bisikletleri el birliği ile yükledikten sonra kendimizi de kamyonetin kasasına atıyoruz. Unutmadan kamyonet gübre taşıyor (!)

Püfür püfür esen rüzgar -kulağa olumsuz gelen şeylerin her zaman bir anlamı vardır, o kadar esmese gübre kokusu nasıl dağılacaktı?- eşliğinde Çamlıhemşin'e doğru ilerlerken, bu dünyadan uzaklaşıyor gibi hissettim kendimi. Yemyeşile doğru hızla yol alıyorduk. Çamlıhemşin'e vardığımızda kurtarıcımız kamyonetin şoförü beklenmedik bir karar değişikliği ile ya da baştan fark edemediğimiz bir yanlış anlama sonucunda bizi Çamlıhemşin'de bırakmaya karar verdi. Yola devam etmek için istediği tutar ise oldukça fazla idi...

Homurdanarak kamyonetten aşağı indik. Önce kendimiz sonra bisikletler... Hava kararmasına az kala, Ayder'e doğru çıkmak durumundaydık. Kendimde pedal çevirecek fazladan güç bulamasam da, muhteşem doğanın içerisinde bisikletimi yürüterek ilerlemek hoşuma gitmeye başlamıştı. Bu esnada sonradan konuştuğumuzda anladım ki Enes benim o halimi sinirlerimin bozuldu ve tuhaf davranışlar sergilemeye başladım gibi algılamış ve beni teskin etmeye çalışıyordu...

Ağır ağır yol alırken, herhangi bir yerde kamp kurmamız gerektiğine karar verdik. Gözümüze kestirdiğimiz yerleri kontrol ederken, Cihat'ın aklına daha önceleri birlikte çalıştığı Yalçın abiyi aramak geldi. Her ne kadar o akşam fark edemesek de Yalçın abi bizim, Enes'in tabiri ile 10 metre karelik kamp yeri talebimizi, yayla evi davetine çevirerek turumuzun seyrini tamamen değiştirmiş bulundu...

Bisikletlerimizi ve bizi aynı anda taşıyabilecek kapasitedeki aracı ile olduğumuz yere gelen Yalçın abi tanıştığımız ilk andan itibaren, yöreye has şivesi, espri anlayışı ve üslubu ile bütün dikkatimizi dağıttı, ne yorgunluk ne soğuk kaldı. Hem yardımseverlik, hem güler yüz hem de ince espri anlayışı bir araya gelmiş, Yalçın Şahin'de buluşmuş. Artık Ayder'deydik hem de içinde çıtır çıtır soba yanan ahşaptan sevimli bir yayla evinde. Altı tane biraz üşümüş biraz yorulmuş heyecanlı hevesli turcu, Yalçın Ağabey, kardeşi Şahsene ve kızı güzel Bahar'la beraber...
   
O gece hayatımın en güzel uykularından bir tanesini uyumuş olabilirim. Tertemiz yayla havası, ahşaptan bir evde uyumak biz büyükşehir mağdurlarına fazlaca kısmet olmuyor maalesef. Sabah Cihat ve Caner'le beraber, kahvaltı için eksiklerimizi almak için Ayder'in çarşısına doğru yürümeye başlıyoruz, ancak sezonun henüz açılmamasından dolayı, yol üstündeki dükkânlar henüz açık değil. Umut ederek (!) yürümeye devam ederken, Halil amca'nın küçük ve ahşaptan poğaça fırınına rastlıyoruz. Halil Amca, sabah erkenden hamurunu mayalamış, poğaçaları fırına atmış bile. Birazcık sabredersek eğer fırından yeni çıkmış poğaçalardan alıp hem evde bizi aç bekleyen arkadaşlarımıza sürpriz yapacağız hem de sabah alışverişi çabalarımız sonuçsuz kalmayacak. Poğaçalar fırında ufaktan kabarırken Halil Amca ile hoş bir sohbete dalıyoruz. Ankara'daki pastanelerin çok büyük bir kısmının Karadenizli olduğunu duymuştum ama Halil amcadan duyduklarımdan sonra Çamlıhemşinliler olmasa ekmek yiyemeyeceğimize karar verdim..

Poğaçaların pişmesine az kala az daha yukarı yürüyoruz, dükkânına girdiğimiz Emine Abla'dan köy yumurtası alıyoruz. İyice acıkmışken fırından yeni çıkmış sıcacık poğaçalardan alıp, Halil Amcanın pişirmekte olduğu portakallı kurabiyelerinden de öğlen geçerken almaya söz verip eve doğru gitmeye başlıyoruz. Bu kadar çabanın sonucu kahvaltı soframızın şahane olmaması kaçınılmazdı. Grup kararımız bugün pedala ara verip Ayder'de yürüyüş yapmak. Hep beraberce çıkıyoruz. Eve çok yakın bir yerde Cihat, Enes'in dün akşam karmaşa ve karanlıktan bulamadığı fren pabucunu buluyor.
   
Gezinerek ve fotoğraflar çekerek yürüyoruz. Yokuş çıktıkça hava değişiyor. Ayder'de aynı günde hem baharı hem yazı hem de kışı görmek mümkün demişlerdi, doğruymuş bir ara hava o kadar soğudu ki hatta kar bile yağdı. İyice üşümeye başlayınca geri dönüyoruz. Yolda tanıştığımız Ayşe teyzenin yanında çay içmek niyetindeyiz ama ilk önce sabah bize köy yumurtası veren Emine ablanın dükkânına giriyoruz. Oradaki Ayder sakinleri ile çay içerken Emine ablanın kocası Yılmaz'ın Semih KAPLAN'ın Altın Ayı ödülü alan Bal filminde kısa da olsa bir rol aldığını öğreniyoruz...
   
Artık Ayşe teyzenin yanına gidip sözümüzü yerine getirmek lazım. Ayşe teyze ile Funda'nın da konuşacak çok şeyi var bu arada (!) Her ikisinin de kanı kaynadı birbirine desek doğru olur. Ayşe teyzenin evlilik ile ilgili nasihatlerini de kulağımıza küpe ediyoruz. Gerçek Karadeniz kadını ve erkeğini, Karadeniz'de gelin olmanın ne kadar meşakkatli bir şey olduğunu tarif etmesi ve seneler önce vefat eden kocasının mezarının yanında sürdüğü hayat ise takdir edilesi, dinlerken içim buruldu çok...

Günlerin yorgunluğu ve pisliğini (!) atmak için çok iyi fırsatımız olduğunu söylemişti zaten Cihat. Ayder'deki onca güzelliğin yanı sıra bir de kaplıca ve hamam var. Yaşasın artık temizlenme zamanı... Funda bacım ile şahane bir hamam keyfi yapıyoruz artık saçlarımız var. Yüzümüz de pespembe...
   
Akşam horon oyunu izlemek üzere gideceğimiz yere birazcık geç kaldığımız için horon oynama hevesimiz kursağımızda kalıyor. Bu arada ertesi gün planımız da şekilleniyor. Yalçın Ağabey ile sabah 9.30'da buluşmak üzere sözleşiyoruz. O gece yine altı kişinin eşya toplama curcunası, ufak ama adrenalini bol soba kazası, tarihi tırtıl savaşları (iki uyku tulumlu kişinin tepişmesi ve tercihen Enes vs Caner, Enes vs Cihat şeklinde gerçekleşeni), derken gece sona eriyor... Pazar sabah artık turumuzun son günü. Son hazırlıkları yapıp eşyalarımızı yükleyip Yalçın abi ile buluşmak üzere bayır aşağı inişe geçiyoruz (Caner tiyatro çalışması olduğu için bizden daha erken bir saatte yola çıktı, bu aşk ile Caner'in iyi bir tiyatro oyuncusu olacağına dair şüphemiz kalmadı).
   
Yalçın abiyle buluşuyoruz. Bu buluşma aynı zamanda BAL film ekibinin de davetli olduğu bir kahvaltı organizasyonu. Bizim orada olduğumuz günler ile çekimleri Ayder'de yapılan BAL filminin galası çakışmış -bu da kaderin bir cilvesi olsa gerek- bu kahvaltı buluşmasına davetli basın mensupları ile tanışıp röportaj yapma şansımız oldu. Kahvaltı demişken yemek yeme kapasitemiz, iştahımız ve enerjimiz her zamanki gibi yerinde olduğu için, tatları enfes muhlama ve laz böreği yediğimiz anlar çeşitli fotoğraf karelerine konu oldu...
   
Bu kadar basın mensubu bu kadar tanıtım faaliyeti yeter artık diyip BAL filminin küçük oyuncusu Bora'nın kameralara karşı neden bu kadar hırçın olduğunu anlayıp, içimizdeki çocuğu salıveriyoruz ortaya.

Ayder'den ve Çamlıhemşin'den ayrılma zamanı artık... Yalçın abi ve bizimle ilgilenen herkesle sıra sıra vedalaşıp sözde bayır aşağı 40 küsur km'lik yoldan aşağı inip Ardeşen'e ulaşıp saati belli otobüsümüze yetişmemiz gerek. Sözde bayır aşağı çünkü ters yöne esen rüzgar ile yokuş aşağı bile ancak pedal çevirerek ilerleyebiliyoruz.
   
Ardeşen terminalinde otobüs beklerken biz Gürkan'ı değil, Gürkan bizi uğurlayacak gibi bir hava oluşuyor. Hemen duruma el koyup, Gürkancığımızı bisikleti ve yaşadığımız yerlerde aslında bütün dünyada artık daha çok nefes almak istediğimizi anlatmak için, bir taraftan da kendi iç dünyasına çıkacağı uzun upuzun yolculuğuna uğurluyoruz. Biliyorum ki sağ salim ve unutulmaz anılarla, amacına ulaşıp da döneceksin... Kalbimiz de kulağımız da seninle Gürkan...
Benim için harika anılarla dolu bu ilk uzun turumu paylaştığım Funda'ya, Enes'e, Cihat'a, Caner'e ve Yılmaz'a pek çok teşekkür ediyorum. Bizler güzel yol arkadaşlarıyız. İki teker üzerinde başlayan bu dostluklar daim olsun...

Yepyeni tur planları ve heyecanlara merhaba demek üzere şimdilik bu kadar...













 Yazılan Yorumlar...
Uzak
(15 Mart 2011)

Ayder yaylası kısmı daha da keyifliydi. Tebrikler ve teşekkürler. Gürkan Gençde, Türkiye-Japonya turundan bir hafta önce dönmüş. Yaklaşık bir yıl boyunca tek başına şu ülkeleri pedallamış; Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Çin, Moğolistan, Güney Kore, Japonya
Hoşgeldin Gürkan Genç ve tebrikler.
http://www.gurkangenc.com

Mesut Ünal
(15 Mart 2011)

Özellikle fotoğraflara bakınca çok özendim...

büşra er
(01 Mart 2011)

çok harika ötesi

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.