Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Macaristan ::::: Budapeşte ::::: Tuna Boylarında (Szentendre-Estergon)...        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Macaristan Budapeşte 04  Aralık 2010 23 Mayıs 2010
23 Mayıs 2010
15777 8 NEŞE 

 Tuna Boylarında (Szentendre-Estergon)...
 (Genel)

Günlerden Pazar...Macaristan'da bir haftayı tamamladık sayılır, yarın trenle Prag'a geçeceğiz...Hani şu meşhur yağmurlu günde zor bela biletlerini aldığımız tren yolculuğu daha çok beyleri heyecanlandırıyor. Erkekler treni sever, 7'sinde de 70'inde de...

Bugün Tuna boyunu dolaşacağız. Planımıza göre Budapeşte'ye vakitlice dönüp, kiralık arabayı da teslim edelim diyoruz, yarın sabaha sıkışırsa tren kalkış saati beni heyecanlandırabilir...

Budapeşte'den Tuna'nın kuzeye doğru sol kıyısını izleyerek dış mahallelerdeki zevksiz büyük blok apartmanları geride bırakıyoruz. Sağ tarafımızda Tuna'ya bitişik Aquincum kalıntılarını geçiyoruz. Aquincum, MS 100 civarında Romalıların Aşağı Pannonia eyaletinin başkenti olarak kuruluyor. 5. yüzyılda Attila buraları ele geçirinceye kadar da burada Roma egemen...Roma imparatorluğu burada ne arıyor diyenler için de biz şöyle diyelim: Britanya adasından, Kuzey Afrikaya, İspanya ya, Anadoludan, Ortadoğu ve Mısır'a kadar, o çağlarda Roma'nın egemen olmadığı yer mi kalmıştı...Tarihçiler, "o çağlarda bilinen dünyanın tümüne sahipti" diyorlar. Aqincum, bizdeki koca Roma şehirleri yanında çerez kalır, bana göre de restorasyon biraz "yeniden inşa" havasında, belki onu cazip kılan yanı başındaki sıcak su kaynaklarıdır.

Şehirden çıkmamızla birlikte ortalık yeşilleniyor, yol daha dar ve virajlı hale geliyor, hafta sonu trafiğinde dönüşün zor olabileceğini unutmamak gerek. Yer yer nehir kıyısı lokantalar, öğle yemeğine hazırlık yapıyorlar. Kendin pişir-kendin ye tipi küçük ve zevkli yerler, kapı önünde süt domuzu çevirmeye başlamışlar şimdiden...Hasankeyf te Dicle kıyısındaki "sen sana pişir-sen sana ye" vaziyetleri geliyor aklıma...Yeşillikler içindeki yol kıvrılarak güzel villalar arasından geçiyor. Komünizm devrinde milletin elinden alınan özel mülkler, 1990'dan sonra gerçek sahiplerine geri verilmiş, evlerine tekrar kavuşanlar, aldıkları kredilerle bu evleri yenilemiş, pırıl pırıl yapmış, keyfini çıkarıyorlar.
20 km. sonra Szentendre=St.Andreye geliyoruz...Erken davrandığımız için millet hafta sonu hücumuna geçmeden güzel bir park yeri buluyor, emaneti yerleştiriyoruz. Szentendre, Osmanlılardan kaçan Sırpların yerleştiği bir kasaba, bu nedenle Ortodoks kültürü de görülüyor ve günümüzde çok meşhur ve çok para kazanan bir turistik kasaba haline getiriliyor. Bu gelişmede aslan payı yine sanatçıların tabii, büyük şehirden kaçıp yanı başındaki bu şirin yere sığınan sanatçılar, atölyeler ve galerilerle kasabanın gelişmesine öncülük ediyorlar.

Özellikle seramik atölyeleri her sokakta, çok şık resim galerileri var, antikacılar iyi para kazanıyor ve elişi bluz, masa örtüsü ve yelekler rengarenk işlemeleri ile bizi hemen kendine çekiyor.
Türk turistler yine yüksek sesli konuşmalarla fark ediliyor, daha çok alışveriş ağırlıklı konuşma ve gezmeler dikkat çekiyor, çok iyi para harcadıkları için Szentendre esnafı bizimkileri çok seviyorlar ve Türkçe konuşmaya çabalıyorlar. Ehhh bu işte de hiç de fena değiller, dillerimizin akraba oluşu işe yaramış...Kasaba meydanındaki "Anı haçı" kim bilir kaçıncı kez vebadan kurtuluşlarının anısına dikilmiş, Avrupa da birçok şehir ve kasabadaki benzerlerinden pek farklı değil. Bu kasaba da farklı olan ise Ortodoks kilisesi...Blagovestenska kilisesine uğramadan olmaz tabii...Tam da bir Pazar ayini sırasına denk geldik.
Kilisenin ikonostasisi önünde papaz elindeki buhurdanlığı sallıyor ve bize hiçte yabancı olmayan bir makamda tok sesi ile ilahiler söylüyor. Acaba hangi makamdan? İlk defa gördüğüm ilginç bir uygulama ise, kilisenin zeminine serpilmiş tonlarca yeşil ot üzerinde diz üstü çöken ve papazın yaklaşıp, takdisini bekleyen inançlı gruptu...Ayin uzayınca kendimizi Tuna kıyısına atmak iyi geldi.

Nazlı nazlı akıyor koca Tuna, renk çok kötü değil ama masmavi de olamaz tabii. Güzel bir seyir terası yapmışlar, gelen giden nehir yük gemileri, minik iskeleler ve yanaşan ince uzun yolcu gemileri beni yine hayallere götürüyor. Mohaç'daki yeniçerilerin atları yaklaştı gibi, nal sesleri ve çığlıklar duyuldu duyulacak, ben aslında bu sesleri bir sonraki durağımız Estergon'da daha net duyacağım gibi geliyor...Pastel renkli, iki katlı şirin mi şirin evleri ve yoğun turist kalabalığı ile Szentendre'yi geride bırakıp yeniden yola koyuluyoruz...
Vişegrad'ı transit geçiyoruz. Bir önceki gezimizde iyice incelemiştik, sağ yamacımızdaki tepede bir kartal yuvası gibi, Tunanın tam bir kıvrım yaptığı yere kurulmuş, çok stratejik bir mevkii...Önce Romalılar, sonra Macarlar, 1544-1685 arası da Osmanlılar mekan tutmuşlar. Bizden sonra da bir daha yapmamışlar kaleyi ve harap bir şekilde günümüze gelmiş.

Tuna kıyısında plajlar geçiyoruz, nehrin daha yavaş akan ve sığlık oluşturan yan kollarında güzel tesisler, kumluklarda piknik yapacak ve nehire girilebilecek yerler var. Bazıları nehir suyu doldurdukları yüzme havuzları da yapmışlar, ne yapsınlar deniz olmayınca ya nehirler ya da Balaton gölü önem kazanıyor tabii...
Estergon türküsünü söyleye söyleye, Estergon'a giriyoruz. Şehrin bütün siluetine Macaristan'ın en büyük kilisesi olan Basilika hakim. Tuna'dan da karadan da bakılınca anıtsal yapı "ben buradayım " diyor ziyaretçilere. 1822-69 arasında yapılmış ve apsisdeki Grigoletti'nin "Maria'nın göğe çıkışı" adlı eser uzmanlar tarafından dünyanın en büyük yağlıboya tablosu kabul ediliyor.

Bu tepede önce bir başka kilise mevcutmuş, Osmanlılar bunu yıkıp bir cami yapmışlar. Macarlar şehri ve kaleyi tekrar ele geçirince de bizim cami yerle bir, yerine yıllar sonra bu yapı yapılıyor. Buraların kaderi böyle...Estergon kalesinden çok şey bekleyenler hayal kırıklığı yaşayabilirler. 10 yıl önce geldiğimizde daha kötü durumdaydı, şimdi biraz restore ile bir-iki kule daha ortaya çıkmış, içi müze olarak geziliyor ama birkaç Osmanlı kılıcı ve deri yelek dışında bizi ilgilendiren pek bir şey yok, bence asıl hoş olan manzara ve kalenin Tuna kıyısındaki konumu...
Kaleyi 1543'de ele geçiriyor Osmanlılar, bizim için önemi, Türklerin batıdaki en ileri sancağı olmasından. Evet Viyana'ya kadar gidilmiş, Slovenya, Slovakya içlerine girilmiş ama bunlar akınlar şeklinde oluyor yerli bir sancak oluşturulmuyor. Estergon'da yerli bir sancak sistemi var ve başında da tabii ki bir sancak beyi...1594'de Almanlar, Lehler ve Venedik birleşip saldırıyorlar Estergon sancağına ve Sokulluzade Lala Mehmet Paşa teslim olmak zorunda kalır. Sonraları kale durmadan el değiştirerek 1683'de tamamen kaybedilir. Macar asıllı ünlü tarihçimiz İbrahim Peçevi de olayları uzun uzun anlatır, ehhh ne de olsa buralara yabancı değil, Peç şehrinde doğmuş...Evliya Çelebi de çok sever Estergon'u, burada Mimar Sinan'ın da bir cami yaptığını söylüyor, araştırmak lazım. Evliya Çelebi'ye göre kalede 3 mehter takımı günde 3 kere marşlar çalardı. Sessiz sessiz akan Tuna'da yankılanan sesleri düşünün!
Yeni restore edilen kulelerin seyir teraslarına çıkınca çevreyi 360 derece görme imkanımız oluyor. Tuna'nın karşı kıyısı Slovakya'nın Sturovo kenti ve yarın trenle oradan geçeceğiz. 10 yıl önce iki kıyıyı bağlayan yıkılmış bir köprü görmüştük...İkinci Dünya savaşında Alman bombaları ile yıkılan bu köprü yeniden modern bir şekilde yapılmış ve uzaktan görüldüğü kadarı ile apartmanlar biraz bakım görmüş Sturovo da. Yine de eski beton bloklar gözü tırmalıyor.

Kale avlusu yeşillikler içinde, bazı yeniçeri mezar taşları "ben neredeyim" dercesine yalnız sessizliğin içindeler...Aşağıdaki modern şehirde bize göre bir şeyler yok, vakitlice Budapeşte'ye dönsek iyi olacak. Pazar akşamüstü dönüş trafiğine yakalanmadan şehre giriş yapıyoruz, arabayı teslim ediyoruz, güzel arabamıza veda ediyoruz. Bakalım Prag'da nasıl bir araba verecekler bize? Saat daha erken akşam piyasasına bu kez Budapeşte Tuna boyunda devam ediyoruz..Veda yemeğini nerede yemeli, Vaci caddesinde bir araştıralım bakalım, bir de benim notlara bakmalı tavsiyeler nedir?? Vaci Utca'daki Central Cellarda karar kılıyoruz...Dar merdivenlerden epeyce yerin altına indikten sonra hiç de ummadığım ferah ve güzel bir yer bizi karşılıyor.
Klasik değil, modernize edilmiş bir mahzendeyiz...Çigan değil ama geleneksel bir orkestra çalıyor, karşı köşedeki kızlar masada neşeyle şarkı söylüyor..Tahta masamızda bir şişe şarapla(!) başlıyoruz geceye. Çok geç olmadan evimize gidelim, valizleri toplayalım yarın sabah yolcuyuz Çek illerine doğru...Nefret ediyorum erken kalkmaktan ama işin ucunda yolculuk olunca akan sular durur. Büyük bir taksi dördümüzün tüm eşyasını da alarak bizi Keleti İstasyonuna taşıyor. Sabahın köründe yağlı ve soğanlı bir şeyler pişiren büfelere hiç yüz vermeden birkaç kurabiye cinsi yiyecek ve meyve suyu alarak kompartımanımıza, belirtilen numaralara kuruluyoruz

Karşılıklı cam kenarları boş, onlar da gelince 6 kişilik kompartman dolacak...Bizim cam kenarları hala boş ve tren kalkıyor. Yağmur yağdı yağacak derken gökgürültüsü ile karışık, biz Slovak sınırındaki Sturovo'ya gelmeden başlıyor yağmur...
Bize de ne oluyor, endişe yersiz, tren yolunda ilerliyor. Bratislava'da cam kenarı komşularımız arz-ı endam ediyorlar, 1.90 boyundaki, iri-yarı Amerikalı ile 1.50 boyundaki Peru'lu eşi iş seyahatlerine tatil ekleyerek Prag'a gidiyorlar, sanki 40 yıllık ahbaplarımız, kurabiyeler, muzlar, meyva suları havada uçuşuyor. Yağmur hızını, şimşek gücünü arttırdıkça tren yavaşlamaya hatta durmaya başlıyor...Çek kırsalında, yeşillikler ortasında bekliyoruz, bekliyoruz...Sonunda görevli acı haberi veriyor: Sinyalizasyon yıldırımlardan hasar görmüş, bu sistem tamir edilmeden yola devam edemiyoruz, gece de trende kalabiliriz...Ohhhh ne ala...vagon-restaurantta yanımızdaki masadaki yaşlı Alman çift akşam yemeği için masa rezervasyonu yaparken "masada mum da isteriz" uyarısı yapıyorlar...Milletin bir kısmı hemen keyif vaziyetine geçti...Tren Prag'da bizi bırakıp Berlin'e devam edeceği için bazı yolcularda oradan İsveç'e gidecek bağlantıyı kaçırıyorlar.

Bize gelince...Tren normal olarak 17.00'de Prag'a varacaktı, ama bu iş değişince bizim de konaklayacağımız devre mülk benzeri kuruluş 20.00'de resepsiyonunu kapattığı için sokakta kalma ihtimalimiz doğuyor birdenbire...Yağmur şiddetini daha da arttırıyor. Kalacağımız yere telefon edip konuşmaktan başka çare yok...Cevap ferahlatıcı, görevli hanım anahtarlarımızı gece bekçisine bırakacağını söylüyor...Zırıl-zırıl bir yağmur altında beklediğimizden çok daha erken Prag'a giriyor trenimiz ve biz 20.00 de, kapanıştan 10 dakika önce kendimizi Wenceslas meydanının en güzel yerindeki, eski bir kontun konağı olan evimize atıyoruz...Saçlarımdan, kaşlarımdan inen yağmur damlaları, ensemden damlayan terlere karışıyor. Olsunnnnn, Prag'a ulaştık ya, yarın unuturuz her şeyi bu güzel şehirde!








 Yazılan Yorumlar...
Budapeste
(30 Nisan 2016)

"Resimler süper canlı. Budapesteye tekrar gitmiş kadar oldum. Budapeşteye gidenlere faydası olur diye bizimde kaldığımız sahipleri cok cici turkler olan apartı tavsiye etmek ısterım.http://www.budapestetur.com . Unlu kertlerınde hemen yanında yerı:) Birde oralara kadar gitmişken Estergon ve Vısegrad Kalelesıne ugrayın derım.
Sevgıler"

eylül
(07 Eylül 2012)

ççççok güzelllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll

NEŞE
(26 Temmuz 2012)

Sevgili Setenay övgü dolu yazınıza çok teşekkürler,severek gezince,severek paylaşıyorum..Tüm gezilerde biriken milleri kullanıyorum ama bayramlarda gitmiyorum,ben de 4-5 ay önceden alıyorum bileti.Uçakla gidip araba kiralıyoruz ve iki haftalık uzun gezileri seviyoruz,bu yıl Almanya ve Fransa gezimiz de öyle oldu.Gelecek yıl ,yine 2 hafta bir Hırvatistan turu planlıyorum,Zagrep e uçakla,daha sonra kiralık araba ile Adriyatiğin kuzeyinden en güneyine Arnavutluk sınırına kadar her yerde 2 gün konakla gezelim istiyorum....Bizim beş yıllık planda daha neler var ama yaşımız nedeni ile yorucu ve tehlikeli işlerden tabii kaçıyoruz..Sevgiler...

Setenay Süzer
(25 Temmuz 2012)

Neşe Hanım merhaba, Gezialemine dün rastladım bu gün de sizin 4 bölümlü (1991 de ben de görmüştüm) Budapeşte yazınızı büyük keyifle okudum.Prag yarına kaldı.Espirili, bilgilendirici, ilgiyle okunan anlatımınız kadar fotograflarınız da çok güzel ve tanıtıcı.Bedava millerimizi Kurban bayramında Budapeşte -Prag için harcama planımız- 4 ay önce rezervasyon talebimize rağmen- ne yazık bu seyahat için mil kontenjanı doldu cevabı ile gerçekleşmemişti.İki şehir arası ulaşım olarak ben de gece trenini düşlemiştim,kısmet olmadı.Ama güzel yazınızı okuyunca gitmiş kadar oldum.Bizim gezi rotamız , 2.tercihimiz olan Slovenya-Hırvatistan-Mostar-Saraybosna olacak.Buralarla ilgili anlatımınız var mı diye Binrota ya baktım,bulabilseydim mutlaka çok yaralı olurdu.Sizi candan tebrik ediyorum, nice güzel geziler ve anlatımlarınız olsun.

Bulent Kara
(22 Şubat 2012)

Budapeste tur olarak Macaristan icin rehberlik hizmeti her alanda vermekteyiz. Bir kac noktaya deginmek istedim. Szentendre de artik iki adet turk dukkani mevcut. Bununla beraber hediyelik alacak iseniz Visegrad yada Estergonu yine de tercih etmenizi tavsiye ederiz.

ılgım seval
(07  Aralık 2010)

ben de bu yaz szentendredeye gitmiştim çok güzel anlatmışsınız gerçekten orada ilgimi çeken bir sey olmuştu sokaktan geçerken tandırda pizza yapan genç bir kız ve küçücük şirin resim galerisi:)

NEŞE
(05  Aralık 2010)

Teşekkürler Hakan...Ben tüm bir haftalık geziyi bir kerede yazıp uzun bir yazı ile okuyucuyu sıkmak istemiyorum.Ben nasıl yavaş yavaş tadını çıkararak gezdiysem siz de öyle okuyun diye düşünüyorum,bu sebeple 4 bölüm oldu ..Çek cumhuriyeti de öyle dizi şeklinde olabilir...Üstünde çalışıyorum...Çok yakındaaaa....

hakangeziyor
(05  Aralık 2010)

Hocam, ben bu Budapeşte dörtlemesine bayıldım. Özellikle geçen sene tv de seyrettiğim Szentendreyi sizden okumak çok güzeldi. Buraları görmeden hayatta Budapeşteden ayrılmam. Umarım Prag yazınızı da en kısa sürede okuruz. Kaleminize sağlık...

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.