Ülke |
Şehir |
Ekleme |
Düzenleme |
Gezi Tarihleri |
Okunma |
Yorum |
Yazan |
İspanya
|
Madrid |
07 Haziran 2014 |
|
15 Nisan 2014 22 Nisan 2014 |
13191 |
5 |
Şükran Şahin |
|
|
Madrid: Prado Müzesini Görmeden Olmaz... (Genel)
|
Tur otobüsümüzle Barselona dan (630 km) Madrit'e ilerlerken, yol üzerindeki Zaragoza da bir mola veriyoruz. Bölgenin adı Aragon ve başkenti İspanyanın en kalabalık beşinci Şehri olan Zaragoza. Ebro Nehrinin iki yakasına kurulmuş. Yeni şehri ve eski şehri var. Meydanı, katedrali, kiliselerini dolaşıyoruz. Arap yapısı olan Catedral del Salvador, İspanyanın en büyük manastırı Santa Pilar, San Miguel, Santa Magdalena görülmeye değer. Arap ve İspanyol mimarı stilleri karışımından ortaya çıkartılan Aragon tipi müdejar mimarı stili'nin en güzel örneklerine buradaki mimariler de rastlıyoruz. Kiliseler çok gösterişli, Amerikanın keşfinden sonra, oradan gelen paraların çoğu dini yapılara yatırılmış. Süslemeler altın, gümüş ve pahalı taşlardan yapılmış. Bu aşırı süsleme ve ürkütücü görkem insanı boğuyor. Sanırım o dönemlerde; insanlar dinden başka bir şey düşünmesinler diye böylesi bir mabetler yaratılmış? Pilar meydanındaki dev küre, Goya'nın heykeli, birçok tarihi şahsiyetlerin heykelleri, katedral, kilise, v.b. mimari yapılarıyla Avrupanın neredeyse olmazsa olmaz meydanlarını çağrıştırıyor. İspanyolların ünlü ressamı Goyanın doğduğu ve eserlerini verdiği yer. Meryem ana'nın kutsal pelerininin burada olması hristiyanlar için önemini arttırmış. Zaragoza dini merkez konumunda. Dilencisi ve hırsızına dikkat! Zaten İspanya gezimizde hırsızlık doğal bir durum gibi oldu neredeyse! Hatta tur otobüsümüz boşken, kilidini kırıp içeri girmişler ve ipad, telefon, ceket, v.b. şeyler çalmışlar. Zaragoza'dan Madrid'e hızlı tren var ve 1,5 saatte varıyor. Tapas barlar çok hoş. Tadıyoruz tapaslarından. Turistlerin rağbet ettiği, İspanyol mutfağının zengin çeşitlerinin olduğu açık büfe 13. ve 16 € arası. Hemen eski şehrin meydanındaki Goya heykelinin yanında. Lezzeti sevenler için eşsiz bir yer.
Yol boyunca her yerde rüzgar türbinleri ve boğa heykellerini görebilirisiniz; Zaragoza'dan keyifli bir panaroma (Basilica of our lady of pillar)...
Hemen hemen tur otobüsümüzle İspanyayı kuzeyden güneye baştan başa arşınladık. Dikkatimi çeken neredeyse ekilmemiş alan olmamasıydı. Rüzgardaki kinetik enerjiyi önce mekanik enerjiye daha sonra da elektrik enerjisine dönüştüren bir sistem olan rüzgar türbinleri Madrid ve çevresinde çok olmasına karşın, Barcelona ve çevresinde ise, güneş panelleri neredeyse panel tarlaları diyebileceğim kilometrelerce alanlara yayılmıştı. İspanyollardan enerji konusunda öğreneceklerimiz var diye geçiriyorum içimden. Yollarda gözümü tırmalayan görüntüler yok. Zeytin ağaçları yol boyunca bizimle yolculuk ediyorlar sanki. Zeytinlikleri yok edip yüksek binalar dikmemişler bizim gibi! Neredeyse hepsinin çatıları bizim eski seramik oluklu kiremitlerle kaplı olan, taş ve kendine has mimarisiyle gösterişsiz bizi sevgiyle selamlayan evler! Sık sık arazi üzerinde karşımıza çıkan büyükçe boğa siluet heykelleri, bazen de Flamenko dansçılarının siluet heykelleri, Don Kişot ve Sancho Panza bölgenin simgeleri olmuş. Tabiî ki Akdeniz ikliminin tüm cömertliğiyle buluşan doğa, yeşil ve bereketli topraklar uzun yolculuğumuza eşlik ediyor ve ben camdan çevreyi, tabiatı hayranlıkla izliyorum.
Zaragoza'da Plaza de Pilar Meydanında minik! bir taşı sırtlamaya çalışırken; Keyifli bir Zaragoza hatırası...
Madrid'e varıyoruz. İber Yarımadası'nın orta kesiminde. Rehberimiz göç alan bir şehir olduğuna vurgu yapıyor. Latin Amerika, Fas ve Doğu Avrupa'dan ağırlıklı göç alıyor. Nisan ayındayız, gezi boyunca hava bizden yana. 1 Eylüle kadar sıcaklığın aşırı olması nedeniyle. Ağustosun 15'inden sonra hayatın durduğunu söylüyorlar. Otobüsle panaromik şehir turuyla Madrid'i biraz geziyoruz. Rehberimiz gezi boyunca İspanyanın tarihini ayrıntılarıyla anlatıyor. Krallıklar, savaşlar, isyanlar, faşizm, diktatörler... Acılı bir coğrafya. Günümüzde bu geçmiş tarihi acıları atmış görünüyorlar. Neşeli, eğlenceyi seven, siestası ve fiestası bol olan bir coğrafya. Açık büfeden seçmeler ve Plaza de las Torros'da yer alan İspanya'nın en büyük arenalarından birisi...
Grubumuzla, iki günlük konaklama için bilinçli değerlendirme planları yapıyoruz. İspanyadaki tarihsel olayların kavşağı özelliği de taşıyan, Puerta del Sol (Güneş kapısı) şehri gezmek için iyi bir başlangıç. Madridlilerin buluşma yeri, sokak müzisyenlerinin olduğu, sık sık farklı aktivitelere sahne olan bu yer hayat dolu, cıvıl cıvıl. Paskalya haftasında olduğumuz için meydanda etkinlik mekanları inşa çalışmaları var harıl harıl. Bu meydana açılan sokakları, caddeleri geziyoruz. Kafeler, restoranlar, mağazalar çekici. Yemek alternatifleri bol. İspanyol mutfağının ayrılmaz bir parçası tapas. Günün belli saatlerinde ekmeklerin üzerine kanepe gibi de yenilebilen, giriş yemekleri. Bizim mezelerimiz gibi. Çeşit çeşit tatlar içeren yüzden fazla sıcak ve soğuk çeşitleri var. Bizde tattık gezi süresince. Paella'nın özel pişirme teknikleri var, safranlısı lezzetli. İçinde her türlü deniz ürünü var. Sangria burada şerbet gibi içiliyor. Sürahilerde de sunulanı var. Kırmızı şarap ağırlıklı, konyak, soda, ilave şeker, portakal, şeftali, limon kabuğu, v.b. tatlardan oluşmuş. İspanyol kültürüne has bir içki. Buzlu içildiği için, harareti de alıyor. Sıcak bir ülke olduğu için lıkır lıkır tüketiyorlar. Tortillasız (patatesli omlet) kahvaltı yapmıyorlar neredeyse... Arenanın duvarlarındaki rölyefler ve Madrid'den bir görünüm...
Katalonya bölgesinde boğa güreşlerinin resmi olarak kaldırıldığını öğrenmiştik. Ancak Madrid'te devam ediyor bu gelenek. "Boğa güreşlerini ortadan kaldırırsak özümüzden almış olursunuz" diyorlar Madridliler. Arenada ölen boğaları kasaba veriyorlar. Lezzetli bir et olduğunu söylüyor tadanlar. Zaten İspanyada özellikle iç bölgelerde koyun, kuzu, domuz, boğa eti tüketiliyor. Kuzu tandırı meşhur. Kıyılarda deniz ürünlerinin her çeşidi var. Fener balığı, sardalyası, somonu meşhur. Bolca tükettikleri zeytini, bizim gibi kahvaltıdan çok her yemeğin içine koymalarını ilginç buldum! Arenadaki heykellerle küçük bir anı...
Büyük İspanya turuma başlamadan önce; gezi anılarımı paylaştığım "gezialemi" sitemizde yer alan İspanya ve Endülüs yazılarını incelemiştim. Ayrıntılı, güzel yazılar buldum. Sitede Prado Müzesi ile ilgili detaylı yazı bulamadığım için, özellikle sevdiğim ve bildiğim bir alan olmasından dolayı bu yazım, Madrid'i hızlıca geçerek, Prado Müzesine ağırlık vereceğim bir paylaşım olacak. Meşhur Sol (Güneş) Meydanı ve şehrin resmi sembolü ayı ile çilek ağacı...
Madrid'e yolunuz düşerse eğer, bu müzeye gitmenizi önererek başlamak istiyorum. İspanya'nın başkenti Madrid benim için boğa güreşleri, ünlü arenası, stadyumları, gösterişli binalarından çok, en çok görmek istediğim tabloların olduğu Prado Müzesi demekti. İspanyanın başkenti Madrid, 3 milyonun üzerindeki nüfusu ile turistlere bolca gezilip görülecek seçenekler sunuyor aslında. Bu şehirde, 17 ve 18. yy mimarisinin en güzel örneklerini görebilirsiniz. Görkemli binaların olduğu, alışverişin, özellikle giyim, v.b. dükkânların bolca olduğu, eğlenceli, hareketli bir yer. Paskalya dönemi olması nedeniyle dükkanların çoğu kapalı, ya da akşam 5'ten sonra açılıyor. Bazılarına göre Barcelona İstanbul, Madrid ise Ankara! Sanırım Madrid'de de Ankara'daki gibi devlet dairelerinin fazlaca bulunmasından. Ulaşım kolay. Metro ağı, otobüsler sizi istediğiniz yere götürebilir. İspanyada sıkça karşılaştığınız, kırmızı renkli, iki katlı, üstü açık turistik otobüslerle şehir turu yapabilirsiniz. Turistik büfelerden hem broşür, hem de otobüs biletleri alabilirsiniz. Solda şehrin caddelerinden keyifli bir kare; sağda ise İspanya Meydanı (Plaza de Espana)...
Meydanda yer alan şehrin resmi sembolü ayı ve çilek ağacı heykelinin önünde anı belgeliyoruz. Dağ çilekleri meşhurmuş ve ayıları bolmuş bu yörenin! İstanbul'un İstiklal caddesi gibi sayılan, Madrid' in eğlence hayatının önemli yerlerinden biri olan Huertas Bölgesi de bu meydanın civarında. Yine bu meydana yakın sayılabilen şehrin ana meydanlarından Plaza de Espana'ya giderek, seyyar stantlardan şehre özgü hediyelikler seçebilir, çimenlere uzanabilir, siesta bile yapabilirsiniz, İspanyollar gibi. Modern Avrupa'nın ilk romanı olarak kabul edilen, okuyanın belleğinden çıkamayan Don Kişot'un yazarı, Cervantes heykelinin önünde Don Kişot ve Sancho Panza ile fotoğraf çektirerek, Madrid gezinizi taçlandırabilirsiniz. Bugün hala devlet törenlerinde kullanılan 18.yy'da yapılmış (Palacio de Real) Kraliyet Sarayı'nı ve onlarca tarihi binaları hayranlıkla seyredebilirsiniz. Paseo de la Castellana (Castellana caddesi) üzerinde ünlü Real Madrid takımının stadyumu Santiago Bernabeu'yu, İspanyanın en büyük ve en ünlü arenası olan Las Ventas'ı bizim gibi dışarıdan seyredebilirsiniz. Meraklılar tabiî ki benim gibi sadece dışarıdan görmekle yetinemez. İspanya Meydanında Don Kişot ve Sancho Panza; sağda İspanya parlamento binası...
Ve Prado Müzesi...Velázquez'in "Las Meninas" tablosu, Goyanın "Third of May" tablosu... Velazguez, El Greko, Rubens, Bosh'un yanı sıra, Murillo, Raphael, Rembrandt, Botticelli, Albrecht Dürer'in ünlü tablolarını da görecek olmanın heyecanı içindeyim. 18. yüzyıl neoklasik bir binada yer alan Prado Müzesi 1819'da açılmış. Adını bulunduğu yer olan "Prado"dan almış. İspanya kraliçesi Paris'teki Louvre Müzesi'nden etkilenmiş ve kendi ülkesinde sanat koleksiyonlarını sergileyebilecekleri bir yer istemiş. Ve müze bu şekilde açılmış. Müzeye giriş yolunda bir kadraj ve Müzenin girişi...
Müze; eski İspanyol Kraliyet koleksiyonuna dayalı dünyanın en güzel Avrupa sanat koleksiyonlarını barındırıyor. Resim ve heykel müzesi olarak kurulmuş olup, ayrıca 5.000 den fazla çizim, 2.000 baskı, 1.000 madeni para, madalyalar ve yaklaşık 2.000 süs eşyaları ve sanat eserlerini içeriyor. Müze bahçesine adım atar atmaz keman çalan bir müzisyen, müzedeki tabloların reprodüksiyonlarını yapanların önünden geçiyoruz. Girişten müze broşürü alıyorum. Broşürdeki plan ve bilgiler bana yol gösteriyor. Müze labirent gibi değil, kolay gezilebilecek planlı bir güzergahı var. Müzede fotoğraf çekmek yasak. Bu yazımdaki röprodüksiyonların bir kısmı müzeden edindiğim broşür, kitap ve internetten aldıklarım. Broşürde müzenin ünlü resimlerini gösteriyor. Müzeshop'tan aldığım "Visitor's Guide" kitabı bilgilendirici mini bir kitap. Müzedeki önemli tablolar hakkında kısa bilgiler veriyor. Prado Müzesine gelmeden önce yakınında Guernica tablosunun bulunduğu Museo Reina Sofía'ya uğramıştık. Ancak diğer müzelere göre erken kapandığı için, Prado'dan yana tercihimizi kullandık. Ancak hala içimin bir yanı göremediğim Picasso'nun savaş karşıtı 8 metrelik Guernica tablosunda kaldı. Tabloyu görememenin hüznünü bu müzede atacağımı hissediyorum. Prado Müzesi 18.00 ve 20.00 arası ücretsiz. Velazquez'den Nedimeler (Meninas) tablosu ve sağda da Da vİnci'nin öğrencisinin yaptığı söylenen Mona Lisa kopyası...
Valezquez'in "Las Meninas" (Nedimeler) tablosunun önündeyim. Dünya resim tarihinde üç boyutun ilk defa tuvale taşındığı eser olarak bilinir. Velázquez solda kendini bütünüyle resmetmiş. Kral ve Kraliçe (4. Felipe ve eşi Kraliçe Marianna) ise odanın arka bölümündeki aynada belli belirsiz görünmekte. Sanki biraz sonra hareket edecek gibiler. Bu resim, sonraki dönemlerde Velazquez'in "ilk kübistlerden" olduğunun iddia edilmesine yol açmıştır. Bunun sebebi, tablonun ortasında ve arkada duran bir ayna. Bu ayna aracılığıyla Velazquez, mekânsal uzamı deforme etmiştir. Bu eser ile ilgili sanat eleştirmenleri uzun uzun yazılar yazmıştır. Bu tabloda en önemli figür prenses Margarita'dır. Figürlerin yerleşimi tabloya derinlik vermiş. Tablonun fonundaki duvarda ise koleksiyon tablolar var. Picasso'da bu tablodan çok etkilenmiş ve aynı esere öykünerek, kübik olarak resmetmiştir. Velazquez'den Nedimeler (Meninas) tablosu ve sağda da Da vİnci'nin öğrencisinin yaptığı söylenen Mona Lisa kopyası...
Bu iki tabloyla bağlantılı, birçoğunuzun duyduğu, belki de aynı derste bulunduğu bir durumu anlatmadan geçemeyeceğim. "ODTÜ İşletme bölümü hocası rahmetli, Prof. Dr. Muhan Soysal, Strateji Yönetimi dersinde tahtaya Picasso'nun kübik resmini yansıtarak ilk dersini verir. Hoca bu tabloya herkesin bakmasını ister. Picasso'nun elinde deformasyona uğramış bu esere öğrenciler bakarlar. Fakat karışık bir oda, sarı uzun saçlı yaratığa benzeyen bir şey. Etrafında başka karışık objeler, v.b... 5-10 dakika hiçbir şey söylemeden sınıfı izleyen hoca, birazdan Picasso'nun resmini alıp Velazquez'in Las Meninas (Nedimeler) tablosunu yansıtır. Bu resimde sandalyenin üzerinde oturan sarı uzun saçlı bir aristokrat kızının etrafındaki dadıları onun saçını tararken yerde köpeği yatmaktadır. Ve babası arkasından ışık sızan kapıdan kızını izlemektedir. Öğrenciler bu karmaşık gibi görünen Picassonun eserini yani bu ikinci resmi görünce, Picasso'nun resmindeki öğelerin ne olduğunu ve bu resmin Velázquez'in "Nedimeler" tablosuna bir gönderme olarak yapılmış olduğunu fark ederler. Bu karışık tablodaki, her figürü yerine oturturlar. Tabloda yaratık falan yoktur. Ve de Muhan hoca derki; "Hayatta hiçbir şey Velázquez'in Las Meninas resmi kadar belirgin ve net değildir. İş hayatı gerçekleri size Las Meninas orijinal tablosunu, Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Velázquez'in Las Meninas tablosunu görebilenleriniz başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek." Yaşama dair ibretlik bir ders! Toprağı bol olsun hocamızın! Valezquez'in "Ardından" tablosu ve Botero yorumu... Pieter Bruegel, "Ölümün Zaferi" (The Triumph of Death)...
Yaşayan en ünlü ressamlardan Botero'da Velázquez'in yapıtlarıyla 1952'de karşılaşır ve ona da esin kaynağı olur. Velázquez Infanta Margarita adlı eserinde; prensesin küçük yaşına rağmen prensesi soylu, etkileyici, kararlı bir kişi olarak gösterirken, Botero kendi özgün tarzını kullanarak, prensesi şişman bir beden ve ufak bir yüz yaparak değiştirir. Botero bu değişimi, sanatı bir dönüştürme süreci olarak, kendi yapıtını da bu yaklaşımın bir parçası olarak tanımlayarak açıklar. Tabloya da "Velázquez'in Ardından" adını verir. Bu müzedeki birçok tablo sonraki sanatçılara esin kaynağı olmuş. El Greco'nun ünlü tabloları var müzede. Rembrandt'ın "Judith at the Banguet of Holofernes" tablosunu inceliyorum. Ressamın ünlü resimlerinden biri. Eserlerinde nereden geldiğini anlayamadığınız gizemli ışığı bu tabloda çok başarılı kullanmış. Portredeki yüz ifadesindeki ustalık, ışık gölgenin ustaca kullanımı, giysilerin zengin resimsel anlatımıyla ressamın dehasını en güzel yansıtan tablolardan biri. Sol tarafta Rembrandt'ın "Judith at the Banguet of Holofernes" adlı tablosu, sağda ise Goya'nın "Third of May" tablosu...
Goya'nın "Third of May (3 Mayıs 1808)" müzenin en çok görmek istediğim eserlerinden birisiydi. Tablonun karşısında heyecanlanıyorum. Eserin içeriği, kurşuna dizilenlerin yüz ifadelerindeki korku, ölüm sırasını bekleyenlerin umutsuz yüz ifadeleri, duygusal vuruculuğu, savaşın korkunçluğunu anlatan etkili atmosferi, geleneksel kalıpların ötesindeki sunumu onu devrim sayılabilecek eserlerin baş tacı ve imge haline soktu. Ressam, Fransızların 1808'de Madrid'i işgali sırasında, Napolyon'un ordularına direnen İspanyolların anısına çizdi. Goya tabloyu yapma nedenini şöyle açıklamıştı: Avrupa'nın zorbalarına karşı giriştiğimiz şerefli ayaklanmanın en olağanüstü ve kahramanca hareketlerini fırça darbelerim ile ebedileştirmek! Solda Goya'nın "Second of May (Dos de Mayo Ayaklanması); sağda ise Bosch'dan "Dünyevi Zevkler Bahçesi (The Garden of Earthly Delights)...
Sinema tarihinin unutulmaz filmleri Guguk Kuşu, Hair ve Amadeus gibi filmlere imza atmış Milos Forman'ın iki kez izlediğim "Goyanın Hayaletleri" filmini sizde izledikten sonra bu tabloyu daha derinden hissedebilirsiniz. İspanya tarihinin bir bölümünü de! Bu filmde; orta çağın karanlık, dini baskısını, siyasi erkle bütünleşmesini, engizisyon mahkemelerini, Goya'nın yaşadığı dönem İspanya'sını ve bu dönem üzerinden insanlık dramını, 18.yüzyıl Avrupa'sının en geri kalmış ülkesi olan İspanya'da dinin insan yaşamına nasıl biçim verdiğini izliyoruz. Zaten İspanyanın tarihindeki bu bağnaz ve acımasız yönetimlerin İspanyol sanatına etkisi olmuş. Picasso'nun savaş karşıtı sekiz metrelik Guernica'sıda bu dramın sonucunda ortaya çıkmıştır. Müzede bu tablonun yanında Goya'nın 2 Mayıs 1808 tablosu var. 3 Mayıs 1808'deki infazlardan bir gün önce gerçekleşen ve Yarımada Savaşı'nın tetikleyicisi olan "Dos de Mayo Ayaklanması" isimli tablosu bu. Eser; şehrin meydanında karşılaşan İspanyollar ve Fransızlar'ın çatışması ve İspanyollar'ın, Napolyon'un isyanı bastırması için gönderdiği Memlûklular'ı öldürmesini anlatıyor. Mayısın İkisi ve Mayısın Üçü tabloları büyük bir serinin iki parçası olarak kabul ediliyor. Albrecht Dürer'den oto portre ve sağda da Raphael'in "Kardinal"i...
Hollandalı ressam Bosch'un son dönemlerinde yaptığı "Dünyevi Zevkler Bahçesi" eserinin önündeyim. Ressam sembolik imajlar kullanarak dünyanın eğlenceli şeylerini, zevklerin kötü sonuçlarını gösteriyor tablosunda. Bu eserinde dünyanın varoluşundan üç gün sonrasını anlatıyor. Üç ayrı bölümlü olan tabloda; sağ bölüm cehennem, sol bölüm cennet, ortada bahçenin eğlencelerini tasvir ediyor. İlginç ve derinlikli bir eser. Bence, Prado Müzesindeki birçok tablonun sanat tarihçilerini epeyce meşgul ettiği kesin. Üzerinde çok yazılan, çizilen eserler var burada! Politik, felsefi, sosyolojik ve metoforik çağrışımlarından olsa gerek, beni etkileyen eserlerin bir çoğu burada. Flamanlı ressamlar; baba, oğul Brueghellerden Pieter Brueghel (baba) "Ölümün Zaferi (The Triumph of Death)" tablosunu inceliyorum. Camus'nün Veba, Saramago'nun Körlük romanı aklınıza düşebilir bu tablonun önünde! Tablo bir çok metafor içermekte. Panaromik bir ölüm peyzajı da diyebiliriz. Ressam, insanlığa ve olup bitene tepkisini koyarken, feodalizmin yıkılışını da sezdiriyor bu tabloda. Tablodaki atın üzerindeki ölüm figürü, iskeletlerini yönlendirip yaşlı, genç, çocuk öldürtüyor. Alman ressam Albrecht Dürer'in self (oto) portresini inceliyorum: Tablodaki sağdaki pencerenin altında; ressam adını yazmış,1498 tarihini belirtmiş. Ben portremi çizdim. 26 yaşındayım diye belirtmiş. Zengin kıyafetler içinde, sanatsal teknikleri üst düzeyde kullanmış ve entelektüel ve yaratıcı yanını ön plana çıkarmış. Bana biraz egosantrik bir poz gibi geldi. Raphael'in The Cardinal portresinde ise Leonardo da Vincinin ünlü portresi Mona Lisa'dan etkileşim var. Arka plan düz ve portre öne çıkmış. Piramit kompozisyon kullanmış ressam. Etkili bir portre.
Solda Caravaggio, "David and Goliath", sağda da Goya'nın "Satürn Çocuğunu Yerken" (Saturn devouring his child)...
Leonardo da Vinci'nin stüdyosunda ve onun bir öğrencisi tarafından aynı anda yapılan Mona Lisa tablosunun kopyasının Madrid'deki Prado müzesinin depolarından çıktığı ve müzede sergilendiğini basından okumuştum. Orijinalinden daha iyi korunmuş olması ve detayları, renkleri daha belirgin görülebilmesinin, Mona Lisa'nın orijinaline daha farklı bir gözle bakılmasını sağladığını söylüyorlar yetkililer. Bu tablonun Louvre Müzesi'ne taşınacağını öğreniyorum müzede. Louvre Müzesinde, cam bir korunağın ardından gördüğüm Mona Lisa yeniden gündeme gelmek ve Louvre Müzesine ziyaretçi çekmek için bir fırsat buldu yine diye düşünmeden edemiyorum. Prado Müzesinde müze için, bazı tabloların birebir kopyasını büyük bir titizlikle yapan ressamları (ellerinde büyüteç) önemli tabloların önünde çalışırken rastlıyorum. Goya'nın "The Parasol" tablosu...Prado Müzesinde çocuklar için pek çok sanatsal kitap bulunuyor...
İtalyan ressam, Caravaggio'nun "David and Goliath" tablosu ise mitolojik öyküyü tasvir ediyor. Davit'in Goliath'ı sabanla alnının ortasından vurarak öldürmesini ve sonra kafasını kesmesini, halkına göstermesini anlatıyor. Işığın etkisi dramatik bir atmosfer yaratmış. Salvador Dali'ninde etkilendiği ve yorumladığı yine Goyanın "Satürn Çocuğunu Yerken (Saturn Devouring his Child)" eseri biraz zor izlenecek eserlerden diyebilirim. Goya'nın evinin iki katındaki duvar sıvasına, dekorasyon amacıyla yağlı boya ile çizdiği 14 tablodan oluşan ve "Kara Resimler" olarak adlandırılan duvar resmi serisine ait bir tablo. Tanrı Satürn'ün oğullarını kendi yerine geçmesinden korkarak, yiyerek öldürmesini anlatıyor. Bu seride figürleri deforme ederek yansıtmış. Bu eserlerde yalnızlık ve ölüm korkusu da var. Goya'nın bilinçaltı resimleri gibi. Son dönemlerdeki psikolojisi eserlerine yansımış sanki. Müzedeki, Goya'nın çoğunlukla siyah beyaz illüstrasyonlarının olduğu galerideki eserlerini görünce "evet modern resmin babası Goya'dır" diyorsunuz! Tintoretto'dan "Christ Washing the Feet of his Disciplines"...
Rubens'in Zeus'un kızlarını tasvir ettiği "The Three Graces" eseri de müzenin görülmeye değer eseri. Müzede ayrıca Rubens sergisi vardı, ancak vaktim olmadığı için bu sergiyi izleyemedim. Yaşarken meşhur olan ender sanatçılardan Sorolla'nın "Children on the Beach" tablosu doğal ışıklandırmasıyla ilgimi çeken eserlerden biri oldu. Çok değerli tabloları ve heykellerin hepsini görmek yerine, benim gibi internetten, ya da müze broşüründen seçerek gezebilirsiniz. Zamansızlık sıkıntınız varsa eğer! Özellikle çok Büyük İspanya gezimde sevdiğim sanatçılardan birisi olan Picasso biraz arka planda kaldı. Louvre Müzesi, MOMA ve diğer önemli müzelerde gördüğüm yüzlerce Picasso eserleriyle avunuyorum şimdilik. Belli olmaz belki bir gün Guernica tablosunu görmeye gelebilirim tekrar Madrid'e!
Gezi yazısından çok sanatsal esintiler sohbeti oldu sanırım bu yazım. İspanya ile ilgili çok fazla gezi yazılarının olması nedeniyle, sevdiğim ve bildiğim alan olan görsel sanatlar ağırlıklı bir yazı tercih ettim. İlgisini çekmeyen okumayabilir doğal olarak. İçimden böyle geldi diyebilirim. Belki gezilerde hep arka plana atılan müzelere farkındalığı artırmak için! Büyük İspanya turunun vazgeçilmezleri olan; Sevilla ve Flemenko (Flemenko Müzesi), sokaklarında, tepelerinde, köprülerinde dolaşırken Safranbolu'yu anımsadığım, Safranbolu'nun ahşabı yerine taş ağırlıklı hali olan Toledo, Granada ve El Hamra Sarayı, Cordoba ve Kurtuba Camii, Barcelona ve Gaudi!
Zaman bulup yazmak ve paylaşmak dileğimle sanatla, sağlıkla gezgince kalın...
|
Yazılan Yorumlar... |
Setenay Süzer (16 Haziran 2014)
|
|
Merhaba Şükran Hanım,Ne güzel mesleğiniz var.Özellikle Avrupa ülkelerini gezmeden önce müzeler ve başyapıtları hakkında ne kadar bilgi edinsem de, tabloları seyrim sırasında , derinliğine vakıf olamadığım gerçeği ile hep eksik bir şeyler kaldığını düşünürüm.Yabancılar özellikle Japonlar hep sanat tarihi rehberlerle gezerler biz bir salonunun eserlerini baştan sona gördüğümüz sürede onlar dakikalarca bir tablonun başında rehberin yorumunu dinlerler, bizim turlarda böyle lüx olmadığından hep imrenerek ve kıskanarak izlemişimdir.Pradoyu bir kez daha sizinle gezmek varmış.Ben en çok Goyadan etkilenmiştim sağır olduktan sonraki depresif eseleri, ruh halini ne güzel ifade ediyordu.Darısı Renia Sophia müzesine olsun,ben de ikinci gidişimde görmüştüm.İran gezimden büyük mutlulukla döndüm günlerdir fotoğraflar içinde gömülü vaziyetteyim, her gördüğümü anlatmaya kalksam arkası yarın gibi uzun süre devam eder o nedenle vakit bulursam özet bir sunum hazırlayıp paylaşmak istiyorum.Selam ve sevgilerimle
|
Şükran Şahin (14 Haziran 2014)
|
|
Kişinin kendi tercihine göre 2 saatte yetebilir. Herkes müzeleri öncelik sırasına koymayabilir doğal olarak. İlgilendiği galerileri ve bölümleri önceden gözüne kestirerek zamanı iyi kullanarak kısa sürelide verimli gezilebilir. Müzelere giriş için natifler bol. http://iheartnymuseums.com/ sitesi New York taki müzelerin indirimli, ücretsiz, v.b. bilgilerini veriyor.Orada yaşayan yeğenimin tavsiyesiyle bu siteyi takip ederk 9 müzeye ücretsiz gezdim.
|
Şükran Şahin (14 Haziran 2014)
|
|
Hakan bey, birazda sayenizde oluyor. Siteye anlaşılır ve yazımı daha çekici hale getirerek düzenliyorsunuz.Bu vesile ile yeniden teşekkürlerimi iletmek isterim.Müze girişi sanırım 14 €, 65 yaş üstü indirimli. Müzeleri gezmek birazda kişinin tasarrufunda. Örneğin New Yorkta Metropolitan müzesini yarım gün gezdim, doyamadım.Ertesi gün yeniden gittim.Prado Müzesi daha kolay geziliyor. Düzenli bir gezme rotası var.Benim gibi dersinize çalışıp, görmek istediğiniz galerileri ve eserleri gözünüze kestirirseniz 3-4 saati kendinize göre ayarlayabilirsiniz.
|
hakangeziyor (13 Haziran 2014)
|
|
Şükran Hocam, her zamanki gibi müthiş bir sanat yazısı hazırlamışsınız bize. Benim gibi "sanat özürlü"nün bile keyifle okuduğu bir yazı olmuş. Merak ettiğim bir detay var; 18-20 arası ücretsiz ama normalde acaba giriş için ne kadar ücret istiyorlar? Bir de müzeyi detaylı ya da genel gezmek için kaçar saat ayırmamızı tavsiye edersiniz? Teşekkürler.. Kaleminize sağlık...
|
gulsend (11 Haziran 2014)
|
|
Bu harika yazı için teşekkürler.Umarım bir gün ben de görebilirim bu güzellikleri.
|
Yorum yazmak isterseniz...
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.
|
|