|
Geyiklerin Ruhu: Konopişte ve Cesky Krumlov... (Genel)
|
Bohemya'daki güzel gezimizin ardından rotamızı biraz daha güneybatıya çevirdik bugün. Prag'daki evimize dönmek hoş oluyor, bayağı benimsedik bu güzel şehri, akşamları da değişik Prag lokantaları neşelendiriyor bizi...
Bugünkü programda meşhur Cesky Krumlov kasabası var ama önce Konopişte şatosuna gidiyoruz. Çok uzak değil yolumuz, şehirden çıktıktan yaklaşık bir saat sonra otoyolu terk ederek Benesov işaretine sapıyoruz ve şato levhalarını izleyerek ormanların içinden yumuşak virajlarla devam eden güzel bir yolda ilerliyoruz...Ortalık park yerine gelirken kalabalıklaşıyor ve tam kapıda kocaman bir "yer yok" yazısı bizi karşılıyor...Tam Türk usülü, arabayı ormana paralel bir yol kenarına park ediyoruz...Mesele anlaşıldı, herkes bizim gibi şato aşkına burada değil, bir "köpek yarışması"nın tam ortasındayız.
Küçüklü-büyüklü, allı-yeşilli bir Golden Retriver ordusu yeşil çayırlar üzerinde maharetlerini göstermeye hazırlanıyor. Köpek sahipleri de derin sohbetlere dalmışlar. Arkadan daha gençlerin çoğunlukta olduğu bir kalabalık grup daha geliyor. Onların da orman içindeki bir pop konserinde yer kapmaya koştuklarını keşfediyoruz. Oh, oh, bütün programlar bugünü buldu..Orman içine tezgahlar kurmuşlar, hediyelikler, yiyecekler satıyorlar. Bilmediğimiz,görmediğimiz bir hamur işi hazırlıyorlar: Trdelnik...Kol kalınlığında metal bir boru alttan ısıtılarak elektrikli bir mekanizma ile dönüyor,dönen boruya 3-4 parmak kalınlığındaki şekerli ve yağlı hamuru sarıyor ve bir güzel yatay bir döner şeklinde kızartıyorlar, sonra tarçınlı ve şekerli bir karışıma batırarak sunuyorlar...Afiyet olsun! Hemen birer tane de biz aldık tabii bu güzellikten ve bizi yukarda, tepenin üzerindeki Konopişte şatosuna taşıyacak mini trene atladık.
Yıllar önceki gezimizde, devasa atların çektiği koca bir arabada Hollandalı öğrencilerle kucak kucağa çıkmıştık yukarıya...Atlı araba sanki daha hoştu... Ormanlar ve yapay göller arasından mini trenimiz tepeye tırmanıyor, virajlarda yavaşlıyor, yaya tırmananlara yol veriyor...
Konopişte şatosunun ilk yapısı 13-14. yüzyılda Benesov kasabasını korumak amacı ile yapılıyor. 17. yüzyılda Fransız şatolarını andıran mimarisi ile yeni bir yüz kazanıyor. En kapsamlı değişiklik Vrtba ailesinin sahipliğinde oluyor, Barok bir görünüme bürünüyor. 1887'de ünlü sahibi Franz Ferdinand D'Este ,Lobkowitzs ailesinden satın alıyor, yeni sahibi, bizim yakından tanıdığımız, Saraybosna'da öldürülmesiyle dünyayı altüst eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun varisi Arşidük Franz Ferdinand'dır..
Talihsiz Franz'ın hayatı ilginçtir aslında. Seyahate, avlanmaya ve özel ve güzel zevklere düşkün asil genç 1893'de kanguru avlamaya Avustralya'ya gider mesela, dönüşü Japonya üzerinden Pasifik'i geçerek gerçekleştirir, Kanadaya varır, oradan Avrupa'ya döner. Rotaya bakarmısınız!! 1895'de Prag'da bir baloda Sophie Chotek'e rastlar veeeee ilk görüşte aşk...Sophie evlilik için gerekli şartları taşımamaktadır, "yeteri kadar" asil değildir. 2 yıl gizli bir ilişki sürdürürler, Sophie tüberkuloza yakalanır, Dalmaçya'da hava değişimine kaçar, Franz başka taliplerini reddeder. Aslında 1889 bir dönüm noktasıdır genç prensin yaşamında: Kuzeni Rudolf Mayerling de acıklı ve yine imkansız bir aşkın sonunda intihar edince, Franz'ın babası Karl Ludwig 1. veliaht olur, daha sonra baba tahta çıkınca da, Franz 1. veliaht ilan edilir...1899'da Sophie ile evlenme izni çıkar imparatordan, fakat şartlar ağırdır, çift birlikte halk içine çıkmayacak, saltanat locası ve arabasında birlikte olmayacak ve doğacak çocuklar tahta çıkamayacaktır! 1 temmuz 1900'de evlenirler, İmparator ve diğer kardeşler törene gelmezler. Sevgili eşini Viyana sarayından uzakta tutmaya kararlı olan Franz Ferdinand gözlerden ırak Konopişte'de mutlu bir hayata adım atar..
Günleri av partileri, geziler, balolar ve müzikle geçmektedir. Şatoya gelen sayısız davetli ile birlikte düzenlenen sürek avları katliam düzeyindedir adeta...Ben söylemiyorum, Franz hatıralarında yazıyor: 300.000 hayvan avladığını ve bunların 5000 tanesinin geyik olduğunu övünerek belirtiyor.
İşte şimdi biz de Konopişte'deyiz...İngilizce turun başlamak üzere olduğu uyarısını alınca grubun peşine takılıyoruz. Merdivenlere ortaçağ zırhları dizilmiş, muhteşem odalar birbirine açılıyor. Duvarların döşendiği kumaşlar, perdeler ve mobilya döşemelerinde de devam ediyor. Her odanın köşesinde dev gibi çini sobalar, tavanda Bohemya ve Murano kristali avizeler gözümüzü kamaştırıyor.
Fotoğraf çekmek yasak uyarısını alıyoruz ama şirin rehberimiz "arasıra ben arkamı dönerim"diyor, gülerek. İtalyan ahşap kakmalı Sorrento yapımı zarif sehpa ve dolaplar çok güzel, tablolar harika, derken turun sonuna doğru ilginç bir koridora geliyoruz. Uzun koridorun her iki duvarında tavana kadar sırasıra Arşidük Ferdinand'ın av partilerinde öldürdüğü hayvanların içi doldurulmuş kafaları asılı, her birinin altında öldürüldükleri yer ve tarih yazılı.
Kafamı kaldırıp bakamıyorum, içim fena oluyor, duvarlardaki günahsız başlar bizi izliyor gibi...Rehberimiz, bize sadece böyle iki koridor gösterebileceklerini ve şatoda böyle pek çok koridor olduğunu söylüyor ve av sırasında çekilen fotoğrafları gösteriyor: Öldürülen hayvanlardan oluşan tepelerin yanında asiller elde silahları poz veriyorlar.
Duvarda yalnızca kafaları kalmış iri gözlü geyikler, minik dağ keçileri, yaban domuzları, tilkiler, kurtlar bizi süzüyorlar, hepsinin uçuşan ruhları bize Franz Ferdinand'ı soruyor...Keşke onlara "Franz'ın sonu sizinkinden çok daha kötü oldu"diyebilseydim, imparatorluğa bağlı bir Sırbistan vatandaşı onu bir köprü başında, aynı onun sizi vurduğu gibi, nişan alarak öldürdü diye bağırabilseydim!
Şato arazisinin gül bahçeleri, zarif heykelleri, muhteşem ormanları bile hüznümüzü dağıtamıyor, gelirkenki neşeli halimize ne oldu? Yola koyuluyoruz yeniden... E 55 bizi Tabor üzerinden güneye taşıyor, yollar güzel, tabiat Mayıs coşkusu içinde. Önümüzde sanayi kenti Çeske Budejovice var, ünlü bira fabrikası Budweiser'ın önünden geçiyoruz, kara camlarla kaplı bir idare binası ve gerisinde koca fabrika...Transit geçiyoruz buradan iyi ki programa almamışım, vakit kaybetmeden Cesky Krumlov'a varmalıyız.
Cesky Krumlov, UNESCO listesinde yer alan bir minyatür hazine, işte karşımızda! Kasaba, Prag'dan beri sıklıkla üzerinden geçtiğimiz Vltava nehrinin dairesel bir kıvrım yaptığı yarımadanın üzerine kurulmuş. Kalenin dışında ziyaretçilere ayrılan düzenli park yerlerine emaneti park ediyoruz. Koca iki kaya parçası üzerinde yükselen kaleyi oluşturan binalar birbirine çok katlı, kemerli bir köprü galeri ile bağlanmış, Roma su kemerlerini andırıyor. Parkingden kasabaya giriş, işte bu bağlantı galerisinin arasından, altından geçerek sağlanıyor.
Diğer bütün eski kasabalardaki gibi, 13-14. yüzyılda başlayan hikaye, Gotik, Rönesans, Barok çağlarda devam ediyor ve Schwarzenberg ailesinin önderliğinde en parlak devrini yaşıyor...Bu meşhur aileyi biz Kemik kilisesinin armasından tanıyoruz, hani şu "Türkün gözünü kargaya oyduran" aile! Kasabanın ticari ve askeri önemi, Çek, Bavyera, Avusturya ve Kuzey İtalya'ya giden yolların buradan geçmesinden kaynaklanıyor. Günümüzde turizmden iyi para kazanan minyatür şirinlik gerçekten güzel. Sergiler, konserler, festivaller, birahane ve şarap evleri, minik ve güzel pansiyonlar emre amade !
Öğleyi çoktan geçtik, karınlar zil çalıyor...Nehir kıyısında bir bira bahçesinde sosis-bira keyfi çok iyi geliyor. Karşımızda kalenin renkli kulesi, üst üste yerleştirilimiş katlarıyla renkli bir doğumgünü pastasını andırıyor. Heryol Svornosti meydanına çıkıyor bu kasabada, minik meydan eski ve güzel binalarla çevrili. Geziyoruz, zevkle fotolar çekiyoruz ve bu kez bir başka köprüden, Lazebnicky'den geçerek bir başka harika yola giriyoruz. Etrafta hediyelik eşya dükkanları, bira-şarap evleri uzanıp gidiyor.
...O ne... tanıdık bir koku duyuyoruz, işte karşıda sabah zevkle yediğimiz Trdelnikleri yapan bir başka tezgah, bu kez tarçın ve kuru üzüm karışık, hiç kaçmaz, hemen birer tane alıp yola yiyerek devam ediyoruz. Bu iki haftalık gezi bakalım kaç kilo aldıracak? Yolumuzun ucu, kaleye giriş yapan minik meydana gelip dayanıyor. Geçen gelişimizde kaleye de çıkmıştık.
Prag a dönüş vakti geldi, 170 km. yol yapmışız, geriye dönüşte bir o kadar, bugünün bilançosu 340 km. olacak. Hava kararmadan Prag a dönüş iyi, biraz dinlenmeye vakit var yemekten önce. Akşam yemeğini Novomestsky Pivovar=Yeni şehir birahanesinde yemeğe karar verdik. Evimize yürüme mesafesinde, kolaylıkla buluyoruz. Kalabalık ve neşeli bir giriş katındayız ama yer olmadığı için bizi aşağı kata yönlendiriyorlar. Önde garson arkada biz tam dört kat aşağıya dehlizler, merdivenler aşarak indiriliyoruz ve ancak iki tahta masanın sığabileceği bir basık "hücre" ye tıkılıyoruz. Dördümüzde birbirimize bakınca hiçbirimizin durumdan hoşnut olmadığı belli oluyor. Oldu bir kere, aynı dehliz ve merdivenleri gerisin geriye tekrar çıkmaya gözümüz kesmiyor, "belki yemekler iyidir canım"diyerek kendimizi avutuyoruz. İyi ki "klostrofobi"miz yok...Evet yemekler iyiydi, fiyat da fena değil (4 kişi 50 €, bira dahil..) ama kahve ve likörlerimizi burada içemeyiz...
Kendimizi astronomik saatin karşısındaki favori yerimiz U Orloje ye atıyoruz. Manzara ve bizim havamız gayet iyi, meydan yükünü tutmuş, kalabalık ve neşeli, kahveler güzel, Becherovska likörü pek nefis, "Sağlığa!" kadeh kaldırıyoruz....
|
Yazılan Yorumlar... |
NEŞE (22 Aralık 2010)
|
|
Son bölüm için sizden biraz zaman rica edeceğim, benim gibi bilgisayar acemileri bu işleri çabuk yapamıyor... Son bölümde Karlovy Vary gelecek... Teşekkürler sizlere...
|
hakangeziyor (21 Aralık 2010)
|
|
Hocam, yine keyifli gezimiz devam ediyor. Trdelnik de çok lezzetli görünüyor. Benden de kendisi yolculuk yapacaklara küçük bir ilave bilgi: Prag’dan Cesky Krumlov’a otobüsle gitmek için Metro B hattındaki Andel durağının çıkışında yer alan “Na Knizeci” otobüs istasyonuna gitmeniz gerekiyor. Tek yön bilet ücreti 7,10 €. Yolculuk yaklaşık 2,5 saat sürüyor. Son durağa kadar gitmenize gerek yok. “Cesky Krumlov Spicak” kaleye en yakın durak. Kaleminize sağlık...
|
Yorum yazmak isterseniz...
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.
|
|