İlginçtir, sayesinde, İsveç'in en fazla para kazandığı turistik eser, bir "tarihsel fiyasko" ile ilgili! Bu fiyasko, bundan üç küsur asır önce, hiçbir savaşa katılamadan, daha ilk yolculuğunda Baltık'ın dibini boylayan Vasa adlı bir savaş gemisi... Vasa, bugün, sadece İsveç'in değil tüm İskandinavya'nın en görülmeye değer tarihi eserlerinden biri sayılıyor.
Oysa, Kral Gustav Adolf'un ne büyük hayalleri vardır bu gemiyi yaptırırken! Tarihi boyunca, dönem dönem Baltık kıyılarını ve hatta Almanya'nın kuzeylerini dahi ele geçirmiş olan İsveç, bu gemi sayesinde bölgenin ali kıran baş keseni olacaktır! Ancak, evdeki hesap çarşıya uymaz! Yelkenler açılır, Vasa ilk yolculuğunda nazlı nazlı süzülmeye başlar. Tam bu sırada, "kökü dışarda" olduğu sanılan menfur bir rüzgâr hafif hafif esmeye başlar. "Minicik bir rüzgar dev savaş gemisine ne yapabilir ki?" diye düşünebilirsiniz belki ama, hesapları yanlış yapıldığından, yanlış hesap da Bağdat'tan döneceğinden, bu koca savaş gemisi hafif bir rüzgarla, sol yanına doğru yatmaya başlar ve on beş dakika içinde, elli denizciyle birlikte suların derinliklerinde kaybolur!
333 yıl Baltık'ın dibinde yattıktan sonra çıkarılan Vasa savaş gemisi, daha ilk yolculuğunda hafif bir rüzgârla batmış bir "tarihsel fiyasko" ama müze olarak şimdi İsveç'in para makinesi!
1628'den bu yana tam 333 yıl Baltık Denizi'nin dibinde aslanlar gibi yatan Vasa gemisi, çıkarıldıktan sonra eşsiz bir müze haline getirildi. İsveçliler şimdi "tarihsel fiyaskolarını" turistlere gösterip para kazanıyorlar! O dönemden kalma tek gemi olan Vasa'da, kaza sırasında yaşamını yitiren bir denizcinin iskeletine varıncaya dek her şey olduğu gibi korunmuş! Vasa'nın içinden çıkanlar arasında, "dünyanın en eski romu"nun bulunduğu şişe analiz edilmiş ve şişenin içinde yüzde 33 oranında alkol bulunduğu saptanmış!
İsveç halkı, Vasa'nın tam 333 yıl boyunca parçalanmadan, olduğu gibi korunmasında büyük emeği geçen, Baltık Denizi'nin elverişli asit oranına ve de gemiyi sarıp sarmalayan çamur tabakasına ne kadar teşekkür etse yeridir doğrusu! Demek ki, çamur deyip de geçmemek lazımmış! Belki de, bundan böyle, "ne çamur adam!" gibi olumsuz kullanımları rafa kaldırıp, "çamur yap, denize at, hâlik bilmezse Vasa bilir!" gibi çamurun tarihsel önemini vurgulayan deyimlere ağırlık vermekte yarar olabilir! Tek bir kahvenin kırk yıl hatırı olduğuna göre, 333 yıllık "çamursal koruma"nın hatırı kim bilir ne olmalıdır!
Her şey iyi güzel de İsveç'in en büyük savaş gemisi neden böyle kolayca batıvermiş? Nedeni, denge hesaplarında yapılan basit bir hata! İki katlı güverteye dizilmiş ağır toplar yüzünden gemi, üstü ağır, altı hafif bir durum arz eder ve Vasa, "altı kaval, üstü şişhane" gibi bir "dengesizlik" sonucu on beş dakika içinde denizin dibini boylayıverir!
Baltık'ın dibinden çıkarıldığı 1961 yılından bu yana, ahşap malzemenin korunması için sürekli kimyasal maddeler püskürtülüyor gemiye! Geminin inşası iki buçuk yıl sürmüş ama, çürümesinin engellenmesi için, inşa süresinin on katı süre gerekmiş. Sonuç olarak, "tarihsel fiyaskoları" bugün İsveçlilerin en paha biçilmez hazineleri haline gelmiş!..
Kral'ın gülünç fotoğrafı vitrinde!
Son derece gelişkin demokratik kurumlara sahip olan İsveç'te bir adet de kral mevcuttur! Yetkileri yok denecek kadar az olan Kral ile Almanya'dan transfer edildiği için İsveççe'yi Alman aksanıyla konuşan "Alman anadan, Brezilyalı babadan doğma İsveç Kraliçesi" hayli popülerdir bu ülkede. Evde, Noel sosisi hazırlarken çekilen fotoğrafları sık sık gazetelerde yayımlanan İsveç Kralı'yla ilgili anlatılan ilginç bir konu da, gezisi sırasında uğradığı bir kentte kendisini karşılayanlara, "falan kente gelmekten ne denli mutlu olduğunu" anlatmasıymış uzun uzun. Ancak, minik bir hata yapmış kral, çünkü bahsettiği kent, o sırada bulunduğu kent değilmiş!
Kral XVI.Carl Gustaf, 2000 Nisan'ında, İsveç Haber Ajansı TT'ye verdiği demeçte, "Üzgünüm, özür dilerim" demişti. Bu özrün nedeni ise hayli ilginçti doğrusu! İsveç Kralı, Danimarka Kraliçesi Margrethe'in 60. yaş günü kutlamalarına yetişebilmek için Kopenhag yakınlarındaki otoyolda son model Ferrari'si ile 110 km hız tahdidini aşmış ve 140 km yapmış. Bunu gören bir vatandaş, Danimarka polisini aramış, İsveç plakalı bir aracın otoyolda aşırı sürat yaptığını ve sürücüyü de İsveç Kralı'na benzettiğini söylemiş. İhbarı alan Danimarka polisi, İsveç Kralı'nın sürdüğü arabayı çevirmiş ve gereğini yapmış. İşte bu nedenle de İsveç kralı halktan özür dilemek durumunda kalmıştı!.. Benzeri bir durum İsveç Emniyet Genel Müdürü'nün de başına gelmişti bir zamanlar. 30 km ile gidilmesi gereken yerde, 40 km yaptığı için bir trafik polisi aracı durdurmuş ve Emniyet Genel Müdürü'nün ehliyetine el konmuştu!
Kraliyet Sarayı, Stokholm'ün en hoş yeri olan ve Eski Kent anlamına gelen Gamla Stan'da. Burada, yüzlerce yıllık ortaçağ binalarının altlarındaki turistik dükkânlar, restoranlar, sanat galerileri birbirleriyle sarmaş dolaş olmuşlar. İsveç'in en turistik bölgesindeki bu dükkânlardan birinin sahibi de İsveç Kralı'nın çok gülünç bir fotoğrafını yıllardır vitrininde sergiliyor. Görünen o ki, kimse de dükkân sahibi hakkında "devletin manevi şahsiyetini tangır, tungur etmekten" dava açmayı düşünmüyor!
İki kişinin yan yana yürümekte güçlük çekebileceği, ortaçağdan kalma dapdaracık, eğri büğrü sokaklar ve gotik yapılarla dolu Eski Kent... Parlamento binası, Kraliyet Sarayı ve Stokholm Katedrali bu bölgede. Stokholm'ün en eski kilisesi olan ve kralların taç giydiği bu katedraldeki "St.George ve Ejderha" heykeli ise İsveç'in Danimarka'dan bağımsızlığını kazanmasının simgesi haline gelmiş...
Kesik kafalardan piramit!
Eski Kent'in en önemli bölümlerinden biri olup Büyük Meydan anlamına gelen Stortorget hayli dramatik olaylara sahne olmuş! Danimarka Kralı Gaddar Christian, 1520'de Stokholm'ü ele geçirip kendini İsveç'in de kralı ilan etmesinin ardından "eğlenceler başlasın gayri!" buyurmuş. Yenilip içildikten, tatlı da hazmedilmeye başladıktan sonradır ki, Gaddar Christian, ev sahibini bastıran hırsız misali, davetliler arasındaki doksan İsveçli soylunun tek tek kafalarını kestirivermiş!
"Stokholm Kan Banyosu" olarak adlandırılan "kesik kafalar piramidi"nin dramatik anısı Kırmızı Ev'in duvarlarında yaşıyor!
Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamakla yetinmeyen Gaddar Christian, bu havalinin tek hâkiminin, tek ali kıran baş keseninin kim olduğu açık ve sarih görülsün diye olsa gerek, Büyük Meydan'da "kesik kafalardan bir piramit" yaptırmış! Üç gün boyunca süren ve "Stokholm Kan Banyosu" olarak adlandırılan bu katliam sırasında meydan kızıl kana boyanmış! İdamlar sona erince de cesetler toplanıp Södermalm'de yakılmış! Bugün bile katliamın izleri taptazedir! Çünkü, Büyük Meydan'ın en eski binalarından biri olan "Kırmızı Ev"in duvarındaki açık renkli taşların bu katliamda ölenlerle aynı sayıda olduğu söylenir!..
Kral, çocukları uğruna mı saray değiştirdi?
Stokholm'ün Eski Kent'inde bulunan kraliyet sarayı bundan yaklaşık üç asır önce yanmış! Yenisini ise peş peşe üç ayrı mimar tam altmış yılda tamamlayabilmiş. Ancak, bugün kral ve ailesi, Buckingham'dan sonra Avrupa'nın ikinci büyüğü olan 608 odalı bu sarayda oturmuyor! Çocukları, dünyevi dertlerden, kentin gürültüsünden uzakta, doğayla baş başa yaşasınlar diye, kral ve ailesi kent dışına taşınmışlar!
Kraliyet ailesinin, Avrupa'nın 2. büyüğü olan 608 odalı sarayı bırakıp 175 odalı bu mütevazi konuta taşınmasının nedeni, çoluk çocuğun doğayla haşır neşir olma arzusundan mıdır, yoksa kraliçenin 608 odanın tozunu almaktan bıkmasından mıdır, henüz tam aydınlanamadı!
Taşındıkları yer ise, "Kraliçe yarımadası" anlamına gelen Drottningholm'de, kocaman bir park içindeki 175 odalı mini minnacık bir saray! Paris'in Versailles Sarayı'ndan etkilenerek kentin batısında bundan üç asır önce inşa edilmiş olan Drottningholm'un tıpkı Versailles'daki gibi geometrik şekilli bahçelerden oluşan muhteşem bir parkı var.
Televizyonda yapılan bir söyleşide kral, bu yeni saraya, sadece çocukları için taşınmadıklarını, kendisinin de bu saraya bayıldığını anlatmıştı. Ancak genel kanı, kralın, sarayını çocukları için değiştirdiği yolunda! Ya da, kim bilir belki de kraliçe, "175 odalı sarayın temizliği daha kolay olur!" diye düşünmüş de olabilir!..
Kuzey'in Venedik'i
Birbirine elli küsur köprüyle bağlı on dört ada üzerinde kurulmuş olan Stokholm, bu haliyle sanki bir "yüzen kent"tir. Yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin; ya su, ya da park görürsünüz "Kuzey'in Venedik'i" de denilen Stokholm'de. Bu yemyeşil kentin, üçte biri parklardan oluşur.
Stokholm'ü yedi asır önce, şimdi adı büyükçe bir caddeye verilmiş olan Birger Jarl kurmuş. İsveçlilerin "sevilen çocuğun adı çok olur!" anlamına gelen ve çok sık kullandıkları bir sözleri vardır. Çok sevdiklerinden olsa gerek Stokholm'e de bir dolu ad koymuş İsveçliler! Stokholm, kimine göre "Kuzey'in Venedik'i"dir, kimine göre de "su üzerindeki kent"tir. Mälaren Gölü'nün tatlı sularıyla Baltık Denizi'nin tuzlu sularının karıştığı bir yerde kurulduğu için de kimine göre "Mälaren Kraliçesi"dir.
Yedide biri sulardan oluşan kentin göbeğinde denize girmek, ya da sarayın hemen yanından som balığı avlayabilmek mümkün Stokholm'de. Bu kentin sakinleri fanatik derecede teknesever insanlar. Stokholm'deki teknelerin sayısı yaklaşık iki yüz elli bin civarında; inanılacak gibi değil belki ama, her altı Stokholmlü'ye bir tekne düşüyor bu kentte.
İsveçli mi fanatik değilmiş?.. Yaz geldi mi, hiç bir güç onu teknesinden vazgeçiremez!..
Bu teknelerden birine atlayıp Skärgården'e uzandınız mı, üzerlerinde şirin mi şirin kırmızı evler bulunan inci gibi dizilmiş, irili ufaklı yirmi dört bin adadan oluşan bir labirent kucaklayıverir sizi! Haziran'ın ilk haftasından itibaren, bu adaların bazılarına sefer yapan vapurlarda, kent sakinleri, bol miktarda içer, cazdan denizci valslarına kadar her türlü müzikle dans edip kendilerinden geçerler!
İsveç nüfusunun yaklaşık altıda birinin yaşadığı Stokholm'e, "İsveç'in motoru" demek pek abartı olmasa gerek! Kentin kuzeyine gidildikçe elektronik sanayi kendini göstermeye başlar. ABD'nin elektronik merkezi olarak anılan Kaliforniya'daki "Silicon Valley"nin bir minyatürü vardır Stokholm'ün kuzeyinde. "Elektroniğin Mekke'si" diye de anılan bu semtin adı "tabut" anlamına gelen Kista.
Kentin güneyinde, bundan elli, yüz yıl kadar önce, sadece yoksul işçilerin yaşadığı semtlerde ise, günümüzde yazarlar, entelektüeller oturuyor. Şimdi onarılmış olan bu eski işçi evlerinden birinde oturabilme şansına sahip olmak için çok uzun yıllar sıra beklemek gerekiyor!
Stokholm'ün bir adı da "müzeler kenti"dir. Oyuncaktan puroya kadar çok farklı alanlarda yaklaşık yetmiş müze vardır bu güzel kentte. Ulusal Müze National Museum iki asırdan beri, "dünyanın halka açılan ilk müzesi" ünvanına sahiptir. Bu müzede beş yüzyıla ait yirmi sekiz bin eser bulunuyor. Moderna Museet'de ise, Picasso'dan Dali'ye, Kandinski'den ülkemizin yetiştirdiği en büyük heykel ustası İlhan Koman'a kadar çeşitli sanatçılara ait dört bin yapıt yer alıyor. "Cennet" adı verilen ve cinselliği çağrıştıran dev heykeller de, muhafazakârların "ahlaksızlık bu!" şeklindeki homurdanmalarına karşın müzeler bölgesindeki parklara kurulmuş ihtişamla!
"Müzeler Kenti" Stokholm'de, cinselliği çağrıştıran ve "Cennet" adı verilen dev heykeller, muhafazakârların "ahlaksızlık bu!" diye homurdanmalarına neden olmuştu bir dönem!
"Dünyanın ilk açık hava müzesi" olan Skansen'de ise, İsveç'in değişik yerlerinden getirilen yüz elli kadar eski ahşap ev var. Eski bir kilisesi, eczanesi, fırını ve çiftlik evleriyle insanı bir anda geçmişe götürüyor bu dev açık hava müzesi. Müze görevlileri, çiftlik evlerinin içinde, o dönemin kıyafetleriyle nakış işliyor, zaman zaman da kemanlarıyla yine o dönemin müziğini çalıyorlar! İnsan Skansen'de, sanki bir "zaman tüneli"nden geçip yüzlerce yıl öncesine döndüğü hissine kapılabiliyor rahatlıkla!..
İsveç halk müziğinde en sık kullanılan enstrüman keman.
Opera'da öldürülen kral ve altın mozaikli Nobel yemeği!
Stokholm'ün bir de ünlü opera binası vardır. 3.Gustav kendi yaptırdığı Opera'da, bir maskeli balo sırasında öldürülmüş iki asır kadar önce! Kendi kazdığı kuyuya düşmek tam da bu olsa gerek! Gerçi adamcağız, kuyu da kazdırmamış, opera binası yaptırmış ama, sonuç yine de değişmemiş! Oysa, krala gelen imzasız bir mektup bu suikastı önceden haber vermiş imiş! Ancak, kral, mektubu ciddiye almayıp maskeli baloya gitmiş ve öldürülmüş! Verdi de bundan esinlenip "Maskeli Balo" operasını bestelemiş. "Her şeyde bir hayır vardır!" diyenlere de hak vermemek elde değil doğrusu! Çünkü, adamcağızın sağlığı Stokholm'e bir opera binası, ölümü ise müzik dünyasına muhteşem bir eser kazandırmış!..
Diğer bir ünlü bina da, Ingrid Bergman ve Greta Garbo'nun sahneye ilk adımlarını attıkları Kraliyet Drama Tiyatrosu "Dramaten"dir. Şehrin göbeğindeki "Konserthuset" adlı konser salonunun hemen dibinde ise, Samanpazarı anlamına gelen Hötorget uzanır. Burada kurulan tezgâhlar, bizim pazarları hiç mi hiç aratmaz doğrusu! Zaten, satıcıların çoğunluğu da bizim vatandaşlarımızdır. Dolayısıyla, Hötorget'te İsveççe'den sonra en geçerli dilin Türkçe olduğunu söylemek pek abartı sayılmaz!
Stokholm'ün kiremit renkli Vilayet Binası Stadshuset, tepesindeki üç altın taçla İsveç'teki kamu sektörünün gücünü kanıtlamak istercesine hemen her kartpostalın üstüne azametle kurulmuştur! Bu azamette binanın içindeki "altın salon"da ışıl ışıl parlayan on dokuz milyon altın mozaik parçasının da katkısı büyük olsa gerek! Her yılın aralık ayında, o yıl Nobel Ödülü alanlara yemek verilen salon, işte kartpostallardaki bu kiremit renkli vilayet binasının mavi salonudur.
XVI.yüzyılda sadece saraylıların ve soyluların dolaşabildiği "Kral Bahçesi" anlamına gelen Kungsträdgården adlı park, artık saraylıların tekelinden çıkmış, gece, gündüz buz pateninden masa tenisine, satrançtan çeşit çeşit sergilere varıncaya dek bin bir çeşit aktivitenin merkezi haline gelmiş! Ellerinde, sesi sonuna kadar açılmış dev radyolarla dolaşan gençler de bu ilginç parktadır, âdet olduğu üzere kız arkadaşları tarafından, gelen geçen delikanlılara öptürülen ve birkaç gün sonra nikâh masasına oturacak "gözü bağlı gelin adayları" da!..
Kentin göbeği kültüre ayrılmış!
Stokholm'de kentin tam göbeği kültüre ayrılmış. Kültürevi anlamına gelen Kulturhuset, İsveç bütçesinden kültüre ayrılan dev parçanın simgesi olarak Sergel Meydanı'nda azametle kurulur! Kültürevi'ne girince, bir an insan kendini Birleşmiş Milletler binasında sanabilir. Asyalısından Afrikalısına, Latin Amerikalısından Avrupalısına kadar çeşit çeşit milletten insanı, kendi ülkesinin gazete ve dergilerini okurken görürsünüz burada. Bir şeyler okumak yerine müzik dinlemek istiyorsanız geleceğiniz yer yine Kültürevi'dir. Klasikten caza, valstan tangoya dek istediğiniz türde bir müzik dinlemek için katalogdan bir plâk seçiyor, sonra da bir koltuğa oturup kulaklığı takıveriyorsunuz!
Kültürevi'nin kapılarının açıldığı Sergel Meydanı'nda, bir siyasi parti, seçim konuşmaları yapıyor... Konuşmaları, sonuna kadar dinleme sabrı gösterenlerin ödülü ise bir saksı çiçek!
Kültürevi'nde, kasetler yardımıyla yabancı dil öğrenenlere, ya da satranç oynayanlara günün hemen her saatinde rastlamak mümkün. Burada, küçük çocuklar için de yapacak çok şeyler oluyor. Ana-babalarını beklerken, çocuklar kendilerine ayrılan bölümde resimler, bezbebekler, kartondan evler yapar, kitap okur, sünger toplarla dolu havuzda oynar ya da kulaklıkları takıp müzik dinlerler.
İsveç toplumunda kültüre verilen ağırlık, sadece Kültürevi'nden değil, bir küsur milyon nüfusuna karşın Stokholm'deki 33 tiyatro, 72 sinema ve 110 kütüphaneden de rahatlıkla anlaşılabiliyor. Tüm bunlar, Stokholm kentinde kazanılan her 100 krondan yaklaşık 30'unun Belediye Vergisi'ne gitmesiyle gerçekleştiriliyor...
Kimliğe uygun randevu yeri!
Stokholmlü'nün, giyiminden konuşmasına, arabasının markasından oturduğu evin semtine kadar pek çok konuda olduğu gibi "randevu yerleri" de sınıfsal bir ayrışma gösteriyor! Şıkır şıkır insanlar, bizdeki Vakko benzeri lüks bir mağaza olan NK'nın önünde bekleşirken, mütevazı vatandaşlar Åhlens mağazasının önünü tercih ederler. Göçmen gençlerse Sergel Meydanı'na çıkan metro istasyonunda randevulaşırlar genelde.
Stokholm'ün bir başka buluşma yeri de eşcinsellerin yaygın bulunduğu merkez istasyonundaki deliğin çevresi. "Tükürük hokkası" anlamında bir ismi olan bu deliğin çevresindekilerin, aşağıdan gelip geçenlerin kafasına tükürdüğü gibi bir inanç hâkim olduğundan, insanlar o deliğin tam altından yürümek yerine kenarlarından geçmeyi tercih ederler. Normalm Meydanı'nda ise elektronik müzikle uğraşanlar, uzun pardösüleri, geniş pantolonları, siyah beyaz kıyafetleriyle boy gösterirler. Breakdans yapıp sprey boyalarla duvarlara imza atanların tercihi ise Kral Bahçesi'dir. Stokholmlü esrarkeşlerin vazgeçilmez buluşma yeri ise tabii ki Sergel Meydanı'nın merdivenleri...
Stokholm metrosu mu, sanat galerisi mi?
Stokholm metrosuna ait yüzlerce vagonun, bir günde katettiği mesafe, dünyanın çevresinde on dört kez dolaşmaya eşitmiş! Stokholm'ün yüz küsur metro istasyonunun önemli bölümü, heykelden mozaik tabloya, oymadan kabartmaya kadar aklınıza gelebilecek her türlü sanat eseriyle doldurulmuş. Ne zaman Stokholm metrosunun genişletilmesi, yeni istasyonların eklenmesi planlansa ilk önce başvurulan meslek gruplarından biri mutlaka sanatçılar oluyor. Onlar da heykelleriyle, tablolarıyla yeni metro istasyonunun düzenlemesini yapıyorlar. Böylece, sanat eserleri müzelere kilitlenmemiş oluyor! İşine metroyla gidip gelen Stokholmlüler de, farkında olsunlar ya da olmasınlar, günde en az iki kez, hızlı adımlarla bile olsa bir müzenin içinden geçmiş gibi oluyorlar!
Yeni bir metro istasyonu mu yapılacak, dosdoğru sanatçılara!
Göçmen-yoğun bir bölge olan Tensta'nın metrosu göçmenlerle dayanışmayı ve kardeşliği ön plana çıkaran rengârenk yazılarla dolu. "Dünya İsveç'e gelmiş!", "Özgürlük ve barış için yüreğini ortaya koy!", "Birbirimizi kucaklayalım, yoksa düşeriz!" sözleri göze çarpıyor duvarlarda. Metronun içinde, ilkokula giden göçmen çocukların çizdikleri resimlerden sürekli bir sergi oluşmuş. Bir köşesinde Türk bayrağının bulunduğu resmin altında Salih Acaralp adı okunuyor. Ardından, âşina bir isim daha; Necla imiş adı, dokuz yaşındaymış. Onun da yaptığı resmi metroya asmışlar. Ayrıca on dokuz dilde "kardeşlik" sözcüğü yazılmış metronun çeşitli yerlerine.
Metro beklerken sanat galerisi gezivermek...!
Bir diğer göçmen-yoğun bölge de Rinkeby'dir. Türklerin en yoğun olduğu semtlerden biri olduğu için Türkeby (Türk köyü) de denilir buraya! Rinkeby metrosunda pasrengi bir fon üzerinde Vikinglerden kalma defineleri sembolize eden altın mozaikler, kuşlu panolar, tavana asılı bir güneş göze çarpıyor. Rissne metrosunda ise piramitlerden günümüze dek uzanan bir zaman tünelinden geçiyormuşsunuz hissine kapılıyor insan! Bilim, teknik, tarih, din ve sanat alanındaki gelişmelerle ilgili bir dolu harita çizilmiş duvarlara.
Hallonbergen metrosu da İsveç'te çocuklara verilen değerin bir göstergesi sanki! Östermalmstorg'de kadın, barış ve çevre hareketlerinden kesitler, Kraliyet Teknik Üniversitesi'nin bulunduğu Tekniska Högskolan metrosunda ise teknikle, matematikle ilgili figürler, teknik gelişmeleri sembolize eden heykeller göze çarpıyor. Kristineberg istasyonunun ise bizler için özel bir önemi var, çünkü burada ünlü heykel ustamız İlhan Koman'ın bir yapıtı yer alıyor.
Metro istasyonlarında en çok ilgiyi, özellikle T-Centralen adlı merkez istasyonda sürekli icra-i sanat eyleyen müzisyenler çeker. Uyku mahmurluğuyla işinize giderken, ya da yorgun argın evinize dönerken gitar konçertosundan caza kadar her türlü müziği dinleyebilirsiniz bu istasyonda.
Stokholm metrosunda, ulaşım, sanat ve intihar kucak kucağa!..
Zaman zaman rengârenk pelerinleri, uzun siyah şapkalarıyla Latin Amerikalı gruplar da görülür merkez istasyonda. Biri, yan yana duran bir dolu kavalı üfler, diğeri kocaman davulları gümbürdetir! İspanyolların kıtaya ayak basıp katliamlara başlamasıyla Latin Amerikalılar dillerini, topraklarını, canlarını kısacası pek çok şeylerini kaybetmişler ama müzikleri, Stokholm metrosunun gürültüleri arasında bile varlığını sürdürüyor. O beton ve demir yığını arasından sanki, "biz küllerimizden doğarız" dercesine, bir çığlık gibi fışkırıyor bu capcanlı müzik!
Stokholm metrosunun, bu kültürel özellikleri yanı sıra, son derece tatsız bir yönü de var! İstasyona hızla giren vagonların önüne atlayarak yaşamına son vermek isteyenleri, metrolardaki sanat eserleri ya da müzisyenler bile kararlarından vazgeçiremiyorlar!..
Not: Bu yazı, Murat ÖZSOY'un İsveç ve Filmin İkinci Yarısı adlı kitabından yazarının özel izni alınarak yayımlanmıştır.
Murat ÖZSOY'un "İsveç ve Filmin İkinci Yarısı" dizisindeki yazıları: