Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Türkiye ::::: İzmir ::::: Sığacık'tan Çıktık Yola (Ege'de Uygarlığın İzini Sürmek)        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Türkiye İzmir 25  Aralık 2016 09 Eylül 2016
19 Eylül 2016
15266 4 Şükran Şahin 

 Sığacık'tan Çıktık Yola (Ege'de Uygarlığın İzini Sürmek)
 (Genel)

Ege'ye her gelişimizde keşfedemediğimiz yerlerin olduğunu görüyoruz. Önceki yazımda ilk kez gittiğim Sığacık'ın güzelliklerini anlatmıştım. Sığacıkta kalırken, yanı başındaki onlarca görülmeye değer köşelerini görmeden olmazdı. Bu tatilimizde; Kız kardeşim Şule, eşi Numan Şahin, ben ve eşim Selami Şahin; Sığacıktan yola çıkarak Sığacık'ın yanı başındaki güzelliklerin izini sürdük. Görebildiğimiz köşeler sadece çok az bir bölümü. Anadolu gez gez bitmeyen bir coğrafya. Gezdikçe daha güzel köşelerini keşfedersiniz. Ne şanslıyız. Biliyor muyuz acaba bu şansımızı.  Onu keşfetmeye çalışıyor muyuz, koruyor muyuz? Bu uzun yazımın okunmasını kolaylaştırmak için gittiğim yerleri başlıklarla anlatmanın daha pratik olacağını düşündüm. Umarım bu yazım gezginlere ilham verecek bir rota olabilir.

Sakin Şehir Seferihisar Ege'nin en güzel yerlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Denizin keyfini çıkarabileceğiniz birbirinden güzel plaj ve koyları, her türlü taze meyve ve sebzeyi bulabileceğiniz pazarları ile adeta cennetten bir köşe ...

Yolunuz buraya kadar düşmüşken Artemis Restoranı sakın es geçmeyin ve enginar nasıl yenirmiş öğrenin...

Seferihisar: Sığacığa sadece 5 km. mesafesi olan sakin, huzurlu, bol etkinlikli, güzel yüzlü bir ilçe. Mavi bayraklı koylarında serinleyeceğiniz, mevsimin en organik sebze ve meyvelerinin zenginliğiyle, ucuz fiyatlarıyla mest olacağınız köy pazarları, taze balıkları, deniz ürünleriyle huzurlu ortamıyla Seferihisar ziyareti hak ediyor. Alışveriş için, koylarında denize girmek için, güzel parklarında dinlenmek için, Sığacık'tan sık sık gidebileceğiniz uğrak yeriniz olabilir. Ayrıca tekne turlarıyla; çamur banyosu yapılan koy, Harabeler Koyu, Mağaralar Bölgesi, Papaz Boğazı, Taş Ada ve Akvaryum koylarına gidebilir, gece mehtap turları, balık avı turlarına katılabilirsiniz.  

Bademler adeta bir ütopya köy. Her yönüyle harika bir yer olan Bademler'de Musa Baran Oyuncak Müzesi görülmeye değer...

Bademler Köyünde yılda bir defa oyun sahnelenen tiyatrodan sonra Koca Kahvede muhtar Mehmet Uysal'la keyifli bir sohbet yapıyoruz...

Artemis Restoran: Seferihisar yolu üzerindeki Bademler Köyünün komşusu Düzce Köyünden sağa dönünce, 2 km. ileride enginar tarlasının ortasında Abdullah beyle Oğlunun işlettiği Artemis Restoranı yeğenim Olgu tavsiye etti. Enginarın kızartmasını, güvecini, zeytinyağlı taratorunu, saçta kavurmasını, enginarlı sigara böreğini, hatta tatlısını bile tadabileceğiniz bir yer. Üstelik 365 gün açık. Doğanın kucağındaki bahçenin doğallığı gibi, kışın hizmet veren kapalı bölümü de otantik bir ortam.  Seçmekte zorlandığımız enginar yemeklerini afiyetle yiyoruz ve enginarların midemle dans ettiğini hissediyorum.
 
Bademler Köyünde, 2 Temmuz Sivas şehitleri için dikilen zeytin ağaçlarında ölen canların fotoğrafları da var; Ve içinde kabuğu soyulmamış bir yumurta saklayan, "annelerin icadı" Godalak...

Bademler Köyü: Rotamızı 10 dakikada ulaşabileceğimiz Urla ilçesine bağlı Bademler Köyüne çeviriyoruz.  Bir köy düşünün; camisi yok,  cem evi de yok. Bir alevi köyü. Ama tüm oyuncularının köyde yaşayanlardan oluşturduğu 1969' da kurulmuş, her 27 Martta bir oyun sergiledikleri bir tiyatrosu var. 75 yılı devirmiş 10.000 kitaba ulaşan bir kütüphanesi, Sanat ve Kültür Derneği de var.  Köyün Meydanındaki ülkemizin ilk oyuncak müzesi olan, 2 katlı müze kendisi de Bademler Köyünden olan arkeolog Musa Baran tarafından açılmış. Musa Baran çocukluğunun geçtiği Bademler Köy Meydanındaki evinde birkaç değişiklik yaparak Türkiye'nin ilk Oyuncak Müzesini kurmuş. Şimdilerde bu sorumluluğu yakınları üstlenmiş. Müzede köyle, ailesiyle ve kendisiyle ilgili fotoğraflar, etnografik objeler, medyada yer alan haberler, eski oyuncaklar, anılar, kitaplar, hatta kendi yazdığı kitap da var. Kocaman bir uçurtma size gülümsüyor. Uçurtmadan sapana, kargıdan yapılmış silahlardan telden yapılmış arabalara kadar bir sürü oyuncak toplamış, belki de kendi elleriyle üretmiş. Ağaçlardan oyularak yapılan oyuncaklar cam rafların içinde bizi zaman tünelinden geçmişe yolculuk yaptırıyor.

Urla Sanat Sokağı biz ziyaret ederken oldukça sakin görünüyordu...

Urla pazarında ne arasanız bulabiliyorsunuz. Bağbozumu ise Urla'nın olmazsa olmazlarından...

Okuma yazma oranı yüzde yüz neredeyse. Bademler de yaşayan insanlar 1820'li yıllara kadar göçebe yaşamış ve tahtacılıkla geçinirlermiş. Ulamıştan Mestan Ağa diye yaşlı bir vatandaş iki badem ağacının olduğu boş tarlaları olan yeri işaret etmiş ve böylelikle burada yerleşmenin ilk adımını atmışlar. Buradaki badem ağaçlarından ötürü Bademler adını almış. Köyün meydanında "Koca" adlı kahvesi olan köyün muhtarı Mehmet Uysal ile sohbet ediyoruz. Muhtarın idealizmi, köyüne adanmışlığı, her söylediğinin bir alt yapısı olduğunu hissettiğimiz değerli sohbeti bizi mest ediyor. Bademleri ilk tiyatroyla tanıştıran kişinin köy enstitüsünden mezun olan ve tayini bu köye çıkan idealist öğretmen Mustafa Anarat'ın olduğunu,  köyde yapılan hıdrellez şenliklerini, halk oyunları kurslarını, konserleri, topluca yenilen yemekleri, TRT'nin burada belgesel çektiğini, köyde bir hayvan barınağı olduğunu, tırkış/zerde/keşkek yemeklerinin lezzetini anlatırken gözlerindeki pırıltılar anlattıklarına iki kat anlam katıyor. 

Urla Cumhuriyet Meydanı'ndan bir görüntü...

Alaçatı sörf meraklıları için eşsiz bir yer. Yel değirmenleri de ayrı bir güzellik katıyor...

Tek kişilik bir ekmek dikkatimizi çekiyor, alıyoruz. Godalak dedikleri bu ekmeği ayırınca içinden kabuğu soyulmamış bir yumurta çıkıyor. Eskiden ekmekler köyün ortak fırınında, sadece belli günlerde pişirilirmiş. Anneler de işlerini bir an önce bitirmek, çocuklarını da oyalamak için, bu ekmeği hazırlayıp çocuklarına verirlermiş.   Hamur fırına verilmeden içine yumurta konuyor, pişince de içinden yumurta çıkan sihirli bir ekmek oluyor. Çok meşakkatli çalışma hayatları olduğu için anneler çocuklarına pratik bir yol bulmuşlar. Hala da yapılıyor. Biz de aldık afiyetle yedik.  

Özbek Köyü Şeyh Ahmet Camii...

Unutulmayan filmlerden olan Susuz Yaz filmi ve ardından Pembe Kadın filmi de Bademler köyünde çekilmiş. 1963 yılında Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazanan "Susuz Yaz" Necati Cumalı'nın aynı adlı romanından uyarlanan, bu köyde yaşayanların dramını anlatan filmde köyün insanları da rol almış. Bu filmden sonra köyde 1964 yılında Tarımsal Kalkınma Kooperatifi kurulmuş. Çok zor şartlarda çalıştıkları tütüncülük para etmeyince çiçekçilik işine geçmişler. Ecevit dönemindeki bu köyden çıkan eski Gümrük ve Tekel Bakanı Mahmut Türkmenoğlu'nun destekleriyle eski çağdan yeniçağa atladık diyorlar. Bu köyde bazı dükkânlarda; Albert Einstein, Deniz Gezmiş'in fotoğrafları süslüyor duvarları.  Köyün mezarlığında, mezar taşlarının üzerinde özlü sözler, şiirler yer alıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2012'de yaptığı bir yarışma sonucu Türkiye'nin en temiz köyü seçilmiş. Her atık çöp değildir sloganıyla çöpler ayrıştırılarak geri dönüşüm sağlanıyor. Demek ki başka bir köy mümkün. Bu ütopya köyü görmeden yerinde incelemeden kısacık verdiğim bilgiler eksik kalır. İçimizde Bademler Köyünün rengârenk çiçekleri açarken, ruhumuzun dansı da ona eşlik ediyordu Bademlerden ayrılırken.

Barbaros Köyü girişinde yer alan Emek ve Kültür Sanat Evi; Barbaros'ta bu yazıyı gördüğünüzde gerçekten de çat kapı içeri girebilirsiniz...

Urla: Rotamız bu sefer Sığacık'a Bademler üzerinden 15-20 km yakın bir yer olan Urla. Manzaralı güzel yol boyunca birçok şarap bağları, şarap evlerini görüyoruz. Urla şaraplarıyla meşhur. Bu şarap bağları ve şarap evlerini gezemesekte, çevreden, arkadaşlarımızdan buraların bolca methini duyduk. Bir başka tatile diyelim. Urla, denizden biraz içeride de olsa;  İskelesi, Küçük Limanı, meydanları, palmiyeleri, plajları, rengârenk balıkçı tekneleri, güzel koyları, minik adaları, özgün parkları ferahlık veren atmosferi ile içinize güzelliği dolduruyor. Arabayı park edip, Urla'nın sokaklarına dalıyoruz. Eski adı Zafer Caddesi olan, Sanat Sokağı'ndaki yenilenmiş eski Rum evleri,  antikacı, hediyelik eşya, özgün el sanatları otantik dükkânları, müzik, resim atölyeleri, bazı binaların süslü duvarları, ilginç vitrinleri dikkatimiz çekiyor. Ancak sokakta tadilat nedeniyle her yer kazılmış. Ortalıkta pek kimseler yok. Çoğu dükkân kapalı. Terk edilmiş bir sokak gibi. Hemen yakınındaki tarihi bir çarşı olan Malgaca Pazarında yok yok. Gençlik Kafede çayımızı yudumlarken, ölen bir yakınının üstünde adı yazılı minik kaplardaki helvayı yolda gördüklerine dağıtan bir Urlalıyı görüyoruz. Egede ölen kişinin ardından meydanda, ya da büyük bir arabanın arkasında lokma dağıttıklarına da rastlamıştım. Ne güzel bir gelenek. Antik çağda ünlü felsefecileri yetiştiren Urla, yeni zamanlarda da yenilerini yetiştirmiş. Burada doğup büyüyen, yaşayan Necati Cumalı'nın Anı ve  Kültür Evi var.  Nobel ödüllü Yunanlı şair Yorgo Seferis'in doğduğu ev şimdilerde otel olmuş. Bir müddet burada yaşayan ve burada gömülmeyi vasiyet eden Tanju Okan İskele mezarlığında yatıyor. 

Barbaros Köyü oyukları...

Alaçatı: Urla'dan sonra rotamız Alaçatı. Alaçatı'nın sörf koyunda "Surf Garden Cafe" sörf okuluna bir uğrayalım diyor Şule ve Numan. Daha önce çocuklarıyla kaldıkları, sörf öğrendikleri mekânı bizimde beğeneceğimizi düşünerek göstermek istiyorlar. Sörf 10.00 da başlayıp,  18.00 gibi bitiyormuş. Biz 19.00 gibi burada olduğumuz için koyda sadece 2 kişi sörf yapıyordu. Gerçekten sörf öğrenmek isteyenler ve sörf sevenler için rüzgârıyla ve konumuyla güzel bir koy. Dinlenme ve lezzet bölümleri de bonusu. 

Barbaros Köyü oyukları her yerde karşınıza çıkıyor...

Alaçatı'ya ulaşmamız 20.30'u buluyor. İzmir'in Çeşme ilçesine bağlı bir mahalle şimdilerde.  Bayram tatili nedeniyle çok kalabalık. Eski taş evleri restore edilmiş. Arnavut kaldırımlı sokaklarda geleneksel Rum mimarisinin örnekleri olan, yenilenmiş Alaçatı evlerine bakmaya doyamıyoruz. Merkezde ve çevrede çokça rastladığımız bu evler otel ve kafe olarak da kullanılıyor. Medyadan bilindik yüzleri adım başı görüyorsunuz. Müzisyenler, sinema, tiyatro sanatçıları, basketbolcular, futbolcular, spor spikerleri, v.d. Her yer tıklım tıklım. Bodrumlaşmış burası. Alaçatı huzur ve sakinliği değil; popüler yüzleri görmek isteyenleri, hareketi, kalabalıklarda kaybolmayı, popüler mekânlarda piyasa yapmayı sevenler için uygun. 2-9 Ekim Sanat Haftası afişleri gözüme çarpıyor. Egenin en büyük pazarlarındanmış Alaçatı Cumartesi Pazarı. Yenilenen evler, denizi, yel değirmenleri, sanatsal, otantik objeler, ünlü sanatçıların eserleri olan galeri fonksiyonlu mekânlar,  lezzet durakları tam puan, ancak bu güzelliklerde olmanıza rağmen şehirde gibi hissediyorsunuz kendinizi. Alaçatı'yı epeyce dolaştıktan, yel değirmenlerindeki kafede molalardan sonra,  tekrar bir mola vermek için Pazar Yeri Camii ve Kilisesinin yanındaki "Can Pastanesi/Alaçatı Dondurmacısı minik dükkânından çocukluk tadımı bulduğum nefis dondurmaları ve ardından şambali tatlısını yiyoruz. 40 seneden fazladır yaptığı bu işte, seyyar tatlıcılıktan yetişmiş, bu dükkânı açmış Turhan bey. Alaçatı'dan gece vakti Sığacığa yol alıyoruz. Yollardaki tabela, v.b. şeylere çok dikkatli bakıyoruz. Ertesi günkü rotamız için bir ipucu bu gözlemler. 

Barbaros Köyü'nde her molada yeni dostlar tanımanız mümkün. Köy meydanında Çanakkale'de bu köyden şehir olanların isimlerinin bulunduğu bir şükran panosu bulunuyor...

Özbek Köyü: Bir Sığacık sabahı yine yollara koyuluyoruz. Bugünkü planımızda yine köyler var. Akıllı telefonlar yandex gibi uygulamalar rotamızda yardımcımız. Sırasıyla; Seferihisar, Urla ve 7km ileride Özbek Köyündeyiz. Osmanlı döneminde Özbekistan'dan gelen bir aşiret tarafından kurulmuş. Köy adını bu yüzden almış. Meydanda Özbek Keşkek Evi, Özbek Taş Kahve, Urla Belediyesi Özbek Semt Merkezi ve yanında Şeyh Ahmet Cami var. Köyün sokaklarında dolaşıyoruz. Ege de sıkça rastlanan keçiler var sokaklarda. Çay bahçesinde Hüseyin Bey, Çaka beyin torunlarıyız diyor.  Keşkek evinde belli günlerde salyangoz yemeği da yapılıyormuş. Bir porsiyon 35 adet salyangoz 20 TL. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun orijinal bir baskı resmi vardı duvarda. Ege köyleri bizi şaşırtmaya devam ediyor. 

Mordoğan'dan kareler...

Barbaros Köyü: 25 km'lik bir yolun ardından Barbaros Köyüne varıyoruz. Köyün girişinde bizi birbirinden güzel bezden yapılmış sevimli, yaratıcı oyuklar (korkuluklar) karşılıyor.  Mimarisini çok beğendiğim bir taş binayı merak ediyoruz. "Barbaros Emek Kültür ve Sanat Evi" yazıyor tabelada. Köyün eski okul binasının onarım ve tadilatı tamamlanarak Batuhan Bey ve Eşi burayı işletiyor. Binanın içi de estetik objelerle, antika eşyalarla donatılmış. Yurdumuzun tek "taş sanatçısı" Batuhan Bozkurt renkli taşları havanda dövüp ufaladıktan sonra eleyerek ince renkli kumlar elde ediyor ve bu kumları  4 ayrı karışımdan oluşan bir yapıştırıcı ile yüzeye yapıştırmak suretiyle devasa tablolar yapıyor. Çok etkileyici röprodüksiyonlar yapmış. Sabır, estetik, emek var bu panolarda. Taşları bir dantel gibi işlemiş yüzeye. Bu sanatının patentini de almış Almanya'da.  Konservatuar mezunu olan Batuhan Bozkurt, uduyla güzel Türk sanat müziği parçalarını seslendirdi ve sanat evinin atmosferini sanatla doldurdu. Bizde hayranlık ve tebriklerimizi sunarak bu mekândan ayrılıyoruz.

Mordoğan'da balıkçı heykeli; Arka plandaki çarpık yapılaşmayı hesaba katmazsanız kadın balıkçılara rasgele...

Köyün sokaklarında sürpriz oyuklar size selam veriyor, hoş geldiniz diyorlar sanki. Hepsi birbirinden ilginç, naif. Hemen sizi sarıveren bir köy burası. Köy meydanında ve köyün sokaklarında geziyoruz ve her yerde buraya özgü şapkaları olan genellikle bezden yapılmış, ilginç aksesuarlarla tamamlanmış insan boyunda figürler. Eski camisi, yenilenmiş eski taş evleri, duvarları boyalı evleri, güler yüzlü dost insanlarıyla aydınlık ve sürprizli bir yer. Köy meydanında, İzmir'de yaşayan, tatillerinde köyüne gelen İlker Yalçın bizi davet ediyor çay içmeye. Köyle ilgili bize bilgiler veriyor.  Yanımıza bu köyde yaşayan birkaç kişi daha geliyor. Sohbet koyulaşıyor. Sanki kırk yıllık dost gibiyiz. Bu köyde 3-4-5 Haziran 2016'da ilk kez Barbaros Oyuk (korkuluk) Festivali yapılmış. Yöresel adı "oyuk" olan ve tarlaları korumak amacıyla kullanılan korkuluklar bu köyün simgesi olmuş artık. Festivalde yapılan ilgi çekici etkinlikler ve düzenlenen yarışmalar ile kaybolan değerler üzerinde farkındalık yaratmak, üretimi artırmak ve Barbaros'u markalaştırmayı amaçlanıyormuş. Doğal olarak, yerli halkın kalkınarak, köyden kente göçün durdurulması ve genç nüfusun geri dönmesi hedefleniyormuş. Bahçe/ avlu ile yöresel tatlar da festival kategorisine dahil edilmiş. Özellikle komite başkanı, Demet hanımın özverisine vurgu yapıyor İlker bey. Bizi 14 Eylül Köyün Kurtuluş Gününe davet ediyor. Karaburun havaları çalıp zeybek oyunları oynanacağını, yöresel tatlardan sofralar kurulacağını, buraya has çalkama (bu ot böreğini yaptım, tavsiye ederim), keşkek, erkeç eti (erkek keçi)  kavurması, ege sebzelerinin bu köyde meşhur olduğunu anlatıyor. Urla Belediyesi ve Batı Urla Köyleri Derneği, Barbaros Ersan, Aşkın Yaka,  Ümit Demirtaş'ın bu festivale katkılarından bahsediyor. Yaban domuzundan ve kırağı yüzünden, tütüncülük ve meşhur sultaniye üzümünün yok olduğunu, köyde daimi olarak 280 kişi yaşadığını, yaz aylarında nüfusun arttığını, buranın Yörük köyü, çevresinin göçmen köyleri olduğunu anlatıyor. Yolunuz düşerse Arnavut köyü, Gülbahçe Köyü, Birgi Köyüne de uğramamızı tavsiye ediyor. Bu köye dışarıdan gelen birisi asla açıkta kalmaz. Kalacak yer ve karnı doyacak bir sofra bulur diyor. Köydeki evlerden kapısında ÇAT KAPI yazan bir eve girin sizi misafir ederler ve doyururlar diyor. Ve bizde kapısında çat kapı yazan İlker beyin evine misafir oluyoruz. Egelilerin neşeli, geleneklerini unutmayan ve modern yüzleriyle de karşılaştığımız bir köy düğününe de rastlamamız bizi mutlu ediyor.  Ege köyleri Ege uygarlığının izini sürüyor.  Ege'de içimde hep çiçekler açıyor.  Hayranlığım artıyor gezdikçe bu bölgeye. Saat 23.00 oldu ve hala bu köyden ayrılamıyoruz. 


Karaburun İzmir'in en bakir ilçelerinden birisi. Müthiş sahilleri sizleri bekliyor. Merkezde gezerken kara kediler gözümüzden kaçmıyor...

Mordoğan: Yine Sığacıktan çıktık yola; sırasıyla güzel manzaralar ve dantel gibi koylar eşliğinde Seferihisar, Urla,  Gülbahçe, Karapınar, Balıklıova ve Mordoğana ulaşıyoruz. Karaburun ilçesinin bir beldesi. Karaburun'a 20km. İzmir'e 83 km. uzaklıkta. Mordoğan'ın nüfusu 5.000'in üzerinde. 50'den fazla mor çiçek çeşidi varmış burada. Gündoğumu ve günbatımıyla meşhurmuş burası. Adını da bundan aldığını duymuştum. Kadınlar balık tutuyor sahilde. Dev bir balıkçı heykeli gururla poz veriyor.  Sahilde yürüdükten, biraz çevreyi keşfettikten sonra sahil kenarındaki birbirinden güzel çay bahçeleri, kafe, restoranlardan gözümüze kestirdiğimizde mola veriyoruz. Kız kardeşim ilginç bir ismi olan lezzetli bir kelle paça çorbası yediği "Problemin Yeri"ni gösteriyor ve adının nasıl konduğunu anlatıyor. Mordoğan'ın Kara fırın ekmeğinin ve simidinin güzel, özellikle kokorecinin enfes olduğunu söylüyor.   
 
Balıklıova kurabiyesi, İzmir'in çıtır lezzeti boyoz, kelle paça ve Özbek Köyü salyangoz tatları; Balıklıova'da balıklar mideye inerken güzel manzara da cabası...

Karaburun: Mordoğan'dan sonra dağların arasından, yüzlerce virajı geçerek,  masmavi deniz, zeytin ağaçları, her virajın ardından irili ufaklı tablo gibi koyları seyrederek, aklımda kalanlardan; Gülbahçe, Karapınar,  Eğlenhoca, Kaynarpınar, Saip Yalısını geçtikten sonra Karaburun'a ulaşıyoruz. Yol genişletme ve iyileştirme çalışmaları hala sürüyor. Eskiden Karaburun'a ulaşmak yolların yetersizliğinden daha zormuş. Bu yüzden bakir kalmış. Direksiyonu sanki 3.eli gibi kullanan Numan'ın emin ellerinde bu tehlikeli yollar bizim için keyfe dönüşüyor. Teşekkür ve tebriki fazlasıyla hak etti bu tatilimizde Numan. Homeros'un İlyada Destanında Midas ismiyle bahsettiği Karaburun,  Yarımadanın en kuzey ucunda sayılır. İzmir'in en küçük ilçesi olan Karaburun'a girdiğimiz andan itibaren tertemiz ve ruhani bir havanın ruhumda gezindiğini hissediyorum. Gerçekten doğallığıyla, eşsiz manzaralarıyla burasının enerjisi başka geldi bize. Sarıp sarmaladı sanki. İnsanların doğallığı, yerleşim düzeni,  ortalıktaki sakin kediler, lezzetli balıkları, mantısı,  dondurması, envai çeşit otlarıyla yapılmış mezeleri, tepeden Karaburun körfezinin panoramik görüntüsü şimdilik saklı kalmış cennet bizi mest etti. Karaburun'dan istemeyerek ayrılıyoruz ve dönüş yolundaki bir köye rotamızı çeviriyoruz.


İzmir tarihi asansör...

Balıklıova:  Karaburun yarımadasının önemli kıyı köylerinden biri olan Balıklıova, kendine has şirin bir yer. Sırtını Akdağ'a dayamış, bu yüzden yazın bile serin rüzgârlar alabilen, adı üstünde bir balıkçı köyü. Önce kız kardeşimin tavsiyesiyle, yörenin meşhur un kurabiyesi, tahinli kuru baklavası, lorlu kurabiyesi ve damat helvasından alıyoruz. Iskaroz ve zargana (sargan) tutmuş balıkçıyla sohbetten sonra, karşımızda balıkçı tekneleri, deniz, yakamoz eşliğinde çayımızı yudumlarken ülkemizin bu güzelliklerine şükrediyoruz. 

Tarihi asansörden İzmir'e bakış; Dario Moreno Sokağı ve vasiyeti-İzmir, tatlı ve sevgili şehrim. Bir gün şayet senden uzakta ölürsem beni sana getirsinler. Fakat mezarıma götürürken, Öldü demesinler. Uyuyor desinler. Koynunda tatlı İzmir'im...

İzmir'e çok yakışan Gündoğdu Meydanı...

İzmir: Sığacık, İzmir'e bu kadar yakınken (52 km) bir günde İzmir yapalım diyoruz. Yine doyumsuz manzaralar eşliğinde İzmir 'e yol alıyoruz. 1 günde sadece birkaç yerini gezebileceğimiz İzmir'de  önce Alsancak Dostlar Fırınından mayasız hamurdan yapılan, İzmir'in meşhur  "boyoz"  böreğinden  alıyoruz. Tahinlisi de var boyoz'un. Her ikisi de çok lezzetli.  Gündoğdu Meydanındaki Cumhuriyet Ağacı Heykelinin önünde fotoğraf çektiriyoruz.  Sahilde iyot kokusunu içimize doldurup, çevresini dolaştıktan sonra 1957'den beri hizmet veren tarihi Sevinç Pastanesinde, önceliğimiz çayla birlikte, nefis pastalarından, eklerinden tatmak ve dinlenmek için oturuyoruz. Köşe başındaki bu pastaneden dışarıyı baktığınızda yüzlerce İzmirliyi sürekli bir akış halinde seyredebiliyorsunuz. İzmir'in enerjik, modern insanları İzmir'i İzmir yapan özelliği diye içimden geçiriyorum. Sonra Kemeraltı ve Kızlarağası Handa biraz alışveriş. 1907 yılında Musevi işadamı tarafından yaptırılan iki semt arasında hızlı ve kolay ulaşım sağlayan tarihi  tarihi ve turistik asansörün yenilenmiş halini görmek için bitişiğindeki Asansör sokak, şimdiki adı Dario Moreno Sokak'ına giriyoruz. Bolca hediyelik dükkânların olduğu, dünyaca ünlü İzmirli şarkıcı Dario Moreno'nunda evinin bulunduğu, şimdilerde müze olan evi geziyoruz.  Bu küçük ama ünü büyük sokaktan sonra asansörde Dario Moreno'nun şarkıları eşliğinde terasa çıkıyoruz. Bütün körfezi ayaklarınızın altına seren bir İzmir manzarası (betonlaşmayı görmemezlikten gelirseniz eğer) sizi sarıyor. Sığacıkta kaldığımız süre içinde çevresinde gidebildiğimiz yerler Ege'nin güzelliklerinin bir kısmı sadece. Dünyanın kaotik ortamını düşünürsek, bitmeyen güzellikler coğrafyası ülkemizde, ağız tadıyla SalyanGez (gezialemi) takipçileriyle ve gezginlerle sağlıkla paylaşabileceğim diğer gezi yazılarında buluşmak dileğiyle yazımı sonlandırıyorum.  

Yeniden görüşmek üzere...













 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(23 Ocak 2017)

Şükran Hanım kaleminize sağlık. Oldukça keyifli bir gezi ve yazı olmuş. Yıllardır İzmire giderim. Ancak çevresini Çeşme, Alaçatı Seferihisar ve Foça dışında gezememiştim. Oysaki ne kadar görülecek çok yer varmış. Artemis Restorantı, Bademler Köyünü, Godalak dedikleri ekmeği, Barbaros Köyünü, Özbek Köyünü, Mordoğan ve Karaburunu görmemiş ve duymamıştım. Bir sonraki İzmir ziyaretimde mutlaka buraları göreceğim. Teşekkürler.

TAMER
(10 Ocak 2017)

Şükran hanım en sevdiğim yerleri kapsayan bir rota olmuş elinize sağlık...

hakangeziyor
(27  Aralık 2016)

Şükran hocam, asıl ben size teşekkür ederim keyifli yazınız ve fotoğraflarınız için. Bir İzmirli olarak yazıda geçen bazı yerlere uzun zamandır gitmediğimi hatta Barbaros Köyünü ise hiç görmediğimi itiraf etmem lazım. Özellikle oyuklar çok ilgimi çekti, ilk fırsatta orada olacağım. Kaleminize sağlık...

Şükran Şahin
(26  Aralık 2016)

Hakan bey, bunca işiniz arasında gezi alemi sitemizde yeni yazım güzel tasarımlarınız sayesinde yerini almış. Pek çok teşekkür ederim.

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.