Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: İspanya ::::: Madrid ::::: Madrid'den Endülüs' e İSPANYA 1. (Madrid)        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
İspanya Madrid 16 Ağustos 2017 04 Kasım 2016
05 Kasım 2016
3665 0 TAMER 

 Madrid'den Endülüs' e İSPANYA 1. (Madrid)
 (Gezi)

Eşimle beraber İtalya' dan sonra en çok gezmek istediğimiz ülke her zaman İspanya olmuştur. İtalya'ya ne kadar gittiğimizi artık ben bile hatırlamıyorum. Ancak geçen sene ki Barselona ve Girona gezilerimiz haricinde İspanya topraklarına bir daha ayak basmak kısmet olmamıştı. Endülüs bölgesi oldukça fazla merakımızı cezbediyordu. Ancak ben "Barselona çok güzel... Madrid'te bir şey yok zaten..." şeklindeki genel kanının aksine, fazlasıyla Madrid'i de görmeyi çok istiyordum. Maximum kartımda biriken millerim benim, eşimin ve kızımın Madrid uçak biletlerini gidiş dönüş karşılayınca gezimizin "Büyük İspanya"  turuna dönüşeceği belli oldu. Hemen programı şekillendirdim. Madrid havaalanında bir araç kiralayıp iki gece Madrid' te kalacaktık. Üçüncü gün sabahtan önce Toledo'yu gezecek akşam üstüne doğru Sevilla'ya ulaşacaktık. İki gece Sevilla konaklamamız olacak, oradan Malaga'ya geçecektik. Daha sonra Cordoba ve iki gece Granada konaklamasından sonra Madrid'e dönecek, bir gece daha Madrid konaklamasından sonra ertesi gün 14:00 uçağı ile İstanbul'a dönecektik. Benim için fazla araba kullanmak dışında sıkıntılı bir durum yoktu, zaten Avrupa'da araba kullanmayı sevdiğim için bunun da fazla önemi yoktu. Bu programa göre otel konaklamalarımızı da  da erkenden yapınca son derece ucuza mal edilecek bir İspanya gezisi artık şekillenmişti...


Erken bilet alınca seyahatin yaklaşması da uzun sürüyor tabi, ama sayılı günler bir şekilde geçti ve Eylül'ün 4'ü geldi. Akşamdan hazırlamış olduğumuz bavullarımızı alıp erkenden Sabiha Gökçen havalimanının yolunu tutuyoruz. 


Sorunsuz bir yolculuk sonrasında Madrid Barajas Havaalanına varıyoruz. Pasaport kontrolümüzde çok hızlı ve sıkıntısız bir şekilde tamamlanıyor. Hemen bavullarımızı alıp, araç kiralama şirketinin deskini buluyoruz. Aracımızı (C4 Picasso) teslim aldıktan sonra otelimizi de aracın navigasyonuna yükleyip Madrid şehir merkezine doğru yola çıkıyoruz. Otelimiz Madrid'in en güzel caddelerinden biri olan Gran Via caddesinin üzerinde, ancak otelin otoparkı ne yazık ki yok. Otele en yakın yer altı otoparkına aracımızı bırakıyoruz. Bu arada şunu söylemek zorundayım Madrid yeraltı otoparkları gerçekten çok pahalı... Neyse, bavullarımızı otele bırakıp hemen şehri keşfetmek için Madrid sokaklarına atıyoruz kendimizi ancak karnımız iyice acıkmış durumda. O yüzden çok fazla seçici olmadan aynı cadde üzerinde beğendiğimiz bir yerde açlığımızı hafifçe bastırıyoruz. Sonra Gran Via caddesinden sağa doğru Calle de Preciados caddesine yürümeye başlıyoruz... 




Calle de Preciados


Bu cadde trafiğe kapatılmış, sokak sanatçılarının sanatlarını icra ettiği, güzel mağazaların bulunduğu hoş bir alışveriş caddesi aslında. Caddenin üzeri güneşten koruma amaçlı olarak estetik bir şekilde tamamen kapatılmış. Bu uygulama oldukça faydalı ve genelde İspanya'da yaygın bir şekilde kullanılıyor. Caddenin sonunda her türlü ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz meşhur çok katlı süper market El Corte Ingles bulunuyor. Bu marketten sonra da cadde Puerto del Sol meydanında son buluyor. 



Calle de Preciados' da sokak sanatçıları... 


Puerto del Sol meydanı Madrid'in en meşhur meydanlarından bir tanesi. Yarım daire şeklindeki bu meydanın içerisinde iki tane de süs havuzu bulunmakta ama nedense biz oradayken ne yazık ki içlerinde su yoktu. Oysa ki bu sıcak Madrid gününde fıskiyeleri çalışsa hiç de fena olmazdı. İspanyolcada Güneş kapısı anlamına gelen bu meydan Madrid için bir başlangıç noktası olarak kabul ediliyor. Etrafında bir çok turistik restoran, kafe ve benzeri yerler bulunan bu meydanda aynı zamanda Madrid'in simgesi haline gelmiş meşhur çilek yiyen Ayı heykelini de görebilirsiniz. Genelde büyük grevler, gösteriler bu meydanda yapılıyor. Biz oradayken de boğa güreşlerinin yasaklanması için çok kalabalık bir grup gösteri yapıyordu.





Puerto del Sol Meydanı...




Çilek yiyen Ayı...


     

Puerto del Sol meydanı, adını çok duymuş olmama ve çok meşhur bir meydan olmasına rağmen benim çok fazla beğenimi kazanamadı ne yazık ki... Meydanı arkamızda bırakarak Calle Mayor caddesi üzerinden sağ tarafa doğru yürümeye devam ediyoruz. Bu cadde bizi çok kısa bir süre sonra Plaza Mayor meydanına ulaştırıyor... 


Plaza Mayor meydanı etrafı komple yüksek binalarla çevrili dikdörtgen biçiminde çok geniş bir meydan. Ortasında ise İspanya Kralı III. Felipe'nin heykeli bulunmakta. Binaların hemen önlerinde dev şemsiyeli kafeler, restoranlar yer alıyor. Sokak sanatçıları, ressamlar keyifle işlerini yapıyorlar. Dolaşmaktan yorulan ve sıcaktan bunalan turistler ise dev şemsiyelerinde soğuk su püskürtme sistemi bulunan bu restoranlarda buz gibi Sangrialarını yudumlayıp etrafı seyrediyorlar. Ayrıca geçici olarak kurulmuş olan sahnede her akşam Rus müzisyenler müzik yapıyorlardı. Bu sayede çok keyifli zaman geçirdik. Hava kararmaya başladıkça kalabalıklaşan meydan en sonunda neredeyse bir açık hava konserine dönüştü.  Plaza Mayor meydanını ben çok sevdim.  




Plaza Mayor Meydanı...



Plaza Mayor'da restoranlar...



Ve buz gibi Sangria... 


Plaza Mayor'un her köşesinden başka bir sokağa geçiş yapabiliyorsunuz. Araç trafiği de alt geçitler ile meydanın altından geçecek şekilde tasarlanmış. Bu köşelerden birinden çıktığınızda hemen karşınızda "Mercado de San Miguel" sizi karşılıyor. Burası her türlü sebze, meyve, yiyecek ve içecek ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz kapalı bir pazar havasındaki market. İsterseniz aldığınız ürünler ile hemen oracıkta karnınızı çok ucuza da doyurabilirsiniz.







Mercado de San Miguel...


Madrid'te en beğendiğim uygulama her noktada kafelerin, restoranların masalarının dışarıda olmasıydı. Bu şekilde şehir çok daha canlı ve hareketli gözüküyor. Bunu ne yazık ki İstanbul'da artık görmez olduk. Asmalı Mescit'i bile bitirdik el birliği ile. Neymiş insanlar yürüyemedikleri için rahatsız oluyorlarmış. Oysa bu masalar zaten yürüyüş yolunda değiller, hem sonra istedikten sonra düzenli bir şekilde denetlenir ve kimse de rahatsız olmaz. Ama niyet bağcıyı dövmek olunca olmuyor işte...  





Her noktada masalar sokaklarda... Şehir canlı, şehir yaşıyor...


Ertesi gün, kahvaltımızı ettikten sonra Don Quijote'un da (Don Kişot) heykelinin olduğu Cervantes Anıtını görmek üzere Plaza de Espana'ya doğru yürüyoruz. Otelimizin zaten Madrid'in Broadway'i sayılan Gran Via caddesi üzerinde olması bize ulaşım konusunda çok büyük kolaylık sağlıyor. Plaza de Espana' da otelimize çok yakın, Gran Via caddesinin sonuna doğru sol tarafta yer alıyor. Meydanın tam ortasında, zeytin ağaçlarının arasında İspanyol Edebiyatının en önemli karakterleri olan Don Quijote ve yaveri Sancho Panza'nın heykellerini de içeren Cervantes anıtı tüm görkemiyle bizi selamlıyor. Romancı, şair ve oyun yazarı olan Miguel Cervantes (1547-1616) tarafından 1605 yılında yazılmış olan iki ciltlik Don Kişot romanı zamanında dünyanın en iyi romanı seçilmiş olup belli kaynaklara göre de dünyanın ilk romanıdır. 

Anıt Cervantes'in 300. ölüm yıldönümü olan 1916 yılında açılmak üzere planlanmış ancak parasal nedenlerle 1930 yılında açılabilmiş. Anıtın önü, etrafı, üstü Japon turistlerle o kadar dolu ki doğru dürüst bir fotoğrafını çekebilmek için epey bekliyoruz.  



Don Kişot ve Sanço Panza... 




Cervantes Anıtı...







Her yerde, her zaman poz veren Japon turistler... 


Anıtın ağaçlıklı ve serin bahçesinde biraz soluklandıktan sonra yolumuza devam ediyoruz. Biraz sonra Madrid Kraliyet Sarayının önüne geliyoruz;


 "Palacio Real Madrid"


Bu saray İspanya Kraliyet Ailesinin Madrid'teki ikametgahı olmasına rağmen sadece devlet törenleri için kullanılmaktaymış. Kral ve ailesi daha mütevazi olan ve Madrid dışında bulunan Zarzuela Sarayında oturmayı tercih ediyorlarmış.


  

Palacio Real Madrid - Madrid Kraliyet Sarayı



Palacio Real Madrid (görsel commons.wikimedia.org'dan alınmıştır.)


Sarayın içine girmiyoruz. Çünkü çok kalabalık gözüken bir giriş sırası var. Bu sıcakta da sırada beklemeyi çok fazla göze alamıyoruz. Madrid'in geniş ve bakımlı caddeleri ile gizemli ara sokakları arasında geçişler yaparak yürüyüşümüze devam ediyoruz. Geniş bir daire çizdiğimizden dolayı Gran Via caddesinin Calle de Alcala caddesi ile buluştuğu yere kadar geliyoruz. Burada Madrid'in en meşhur binalarından Metropolis binası bulunmakta. Bu bina 1911 yılında ofis binası olarak inşa edilmiş ve halen ofis olarak kullanılmakta. Kubbesindeki heykelin ise 24 ayar altından olduğu söyleniyor.  



Metropolis Binası...



Bakımlı ve geniş Madrid caddeleri...


Yolumuzun üzerinde Museo del Prado var. Müzenin önünde ise sokak sanatçıları sanatlarını icra ediyor. Kimi resim yaparken, kimi de saksafon çalarken köpeğinin şarkı söylemesini izletiyor... Müzeyi ziyaret etmiyoruz, çünkü giriş çok kalabalık. Beklemek yerine Madrid sokaklarını daha fazla gezmeyi, şehri daha çok yaşamayı tercih ediyoruz.



Museo del Prado...




Şarkı söyleyen köpek...




Prado Müzesinin önünde sokak sanatçıları...


Müzeyi bir sonraki gelişimizde ziyaret etmek için kendimize söz veriyoruz. Hem biraz soluklanmak hem de güneşin yakıcı etkisinden kurtulmak için hemen yakınımızdaki Retiro Park' a giriyoruz. Bu park Madrid'lilerin nefes aldığı yemyeşil bir alan, içerisinde yapay göllerin de bulunduğu bir vaha adeta...


Parka ulaşmak için karşıdan karşıya geçerken önümüzden geçen minik bir araba ve içindeki çift ile selamlaşıyoruz. Çok keyifli gözüküyorlar. 



Çok keyif aldıkları kesin...


Retiro Park içerisinde ilerliyoruz. Şehir içerisinde böylesine büyük bir alanı ağaçlıklar içerisinde yemyeşil bir park olarak şehir halkının hizmetine sunmak, o şehrin yerel yöneticilerinin, o şehrin insanına duyduğu saygıyı gösterir bence. "Her toplum da layık olduğu şekilde yönetilir" demiş zaten Montesquieu usta... 




Retiro Park...


Retiro Park' ta irili ufaklı bir çok yapay göl bulunsa da bunlardan en büyüğü "Estanque Grande" denilen dikdörtgen şeklindeki büyük gölet. Bu göletin geniş kenarlarından birinde ise 1874-1885 yılları arasında hüküm sürmüş İspanya Kralı XII. Alfonso'nun Anıtı bulunmakta. İspanyollar ise bu gölette kayık kiralayıp keyif yapıyorlar.

  



Kral XII. Alfonso Anıtı...




Estanque Grande... (Büyük Gölet)


Meşhur Kristal Saray'da Retiro Park'ta yer alıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra küçük bir gölün arkasına saklanmış tamamen cam yapı bütün ihtişamı ile kendini gösteriyor bize... 




Kristal Saray... 



İçeriden görünüm... 



Kristal Saray duvar işlemeleri...


Yorgunluğumuz artık iyice kendini belli etmeye başlıyor. Zaman hayli ilerlemiş ve sıcak ile beraber açlığımız da kendini hatırlatıyor.  Hem bir şeyler yemek, hem de meydanda kurulan sahneden yayılan Rus ezgilerini dinlemek için yeniden Plaza Mayor'a doğru yöneliyoruz. Yolda Makas eller ile karşılaşan kızımın fotoğraf isteğini elbette kırmıyorum. 


 Kızımın Makas Eller ile imtihanı...


Yarın sabah Toledo üzerinden Sevilla. Uzun bir İspanya turu bizi bekliyor...










 Yazılan Yorumlar...
  Henüz Yorum Yazılmamıştır
 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.