Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: İran ::::: İsfahan ::::: Trans Asya Ekspresi İle Gezi Günlüğü – 3 (Esfehan’a Doğru)        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
İran İsfahan 26 Mart 2011 30 Ekim 2006
01 Kasım 2006
8028 3 Uzak 

 Trans Asya Ekspresi İle Gezi Günlüğü – 3 (Esfehan’a Doğru)
 (Genel)

Trenimiz hareket ediyor ve başlıyoruz Esfahan'a (ya da İsfahan) doğru yol almaya. Ben içeride bunalıyorum ve sigara içmek için şöyle bir çıkıyorum. Bizden bir sonraki vagonun kompartmanlarından birinde Fransız turistler var. Neyse sigaramı içiyorum ve tekrar bizim kompartmandayım. Bu daracık yerde oturmaktansa bir de bu yorgunlukla, saatte epey oldu, yatayım diyorum. En üst yatağın birine kuruluyorum. Kuruluyorum ama ayakkabılarımı çıkartmamla odanın havası birden değişiyor. Çoraplarımı değişsem iyi olacakmış, neyse pencereyi açıyoruz da oda biraz ferahlıyor. Her zamanki gibi yatmadan önce mp3 playerimi açıyorum ve biraz müzik dinliyorum. Bu arada saat 24.00'e gelmekte ve diğer arkadaşlar da yatmakta. Oturduğumuz koltuklar ayarlanarak karşılıklı iki kişi yatabilmekte. Onların hemen üzerindeki açılır yataklara da karşılıklı iki kişi. En üste de karşılıklı iki kişi yatabilmekte. Yataklar yatak değil sanki mezar!

Trende zaten zor uyumuştum. Gece kan ter içinde uyandım. Sonra yattığım yerden bu kadar yorgun iken neden uyandığımın muhasebesini yaparken farkettim ki, tren o kadar hızlı gidiyor ki, sanki yokuş aşağı aracı boşa almışsınız kontrolsüz bir şekilde hoplaya zıplaya ilerliyor. Bu sürat, hoplamalar, zıplamalar ve odanın havasızlığı derken yattığım yer tam bir mezar oldu bana, panik atak oldum, bir telaşa kapıldım... Bu şekilde tekrar uyuyamayacağımı anladım ve odanın dışına çıktım. İki vagonun birleştiği kısma geldim ve bir sigara yaktım. Ortalıkta in cin top oynamakta. Yalnız bizim Fransız turistler sıra ile tuvalete gidip gelmekte. Sanırım trenin hoplayıp zıplamaları onlara da dokundu, onlar da rahat edemediler.
İki vagonun birleşme yerinden bizim vagonun çok fazla hoplayıp zıpladığını gördüm. Nerede ise vagon raylardan çıkacak. Oh be iyi ki kalkmışım, kendimi sağlama aldım diye düşünürken pencereyi açtım ve ne göreyim! Tren benim düşündüğüm istikametin tam tersi yönde ve yokuş aşağı değil dümdüz bir arazide yol alıyor. Şaşırdım, heralde kendime kuruntu yapıyorum diye düşünüp tekrar gidip yattım.

Sabah saat 07.00 gibi kalktığımızda Esfahan tren istasyonuna çok yaklaştığımızı gördük. Tren istasyona yanaşınca çantalarımızı topladık ve istasyon önündeki taksicilerle anlaşmak için istasyonun önüne geldik. Bu istasyon Tahran tren istasyonundan daha küçük ve tek katlı bir yapı. İstasyonun önüne indiğimizde taksiciler yeniden sık boğaz etmeye başladı. Ama işin rajonunu öğrenmiştik artık. Sizi götüreyim diye ayağınıza gelen bir taksiciye asla binmeyeceksiniz. Taksiciyi siz bulacaksınız. Mümkünse istasyonların dışından, istasyonlardakiler tam bir müşteri kurdu oluyor. Bize 3000T den teklifte bulunanları reddettik. Az ilerden Umut 2000T ye bir taksi buldu. Çantalarımızı yükledik ve kaynaklarımızda belirtilen ve Esfahan'da sırt çantalı gezginler için çok popüler olan Emir-Kemir Hostele doğru yollandık. Zaten biz taksiciye Emir-Kebir Hostel demeden o söylemişti. Ayrıca taksi şöförü, eğer taksi ile şehri gezmek istersek saati 2000T den gezdirebileceğini de belirterek bize telefon bilgilerini verdi. (Küçük bir hatırlatma; 1 $ = 920T)

Tren istasyonu biraz şehrin dışında kalıyor. Tren istasyonu ile şehrin arasında bir sıra dağ var. Buradaki dağlar bizdekilerden çok farklı. Kimi zaman çöl ama çoğunlukla çöllük dümdüz arazilerin ortasında bir yerden başlayıp çok da uzak olmayan bir yerde biten, yükseklikleri sınırlı tepelikler şeklinde tanımlanabilir, buralardaki dağlar. Bu dağ yapısı tamamen kıraç ve bizdekinden farklı. Açıkçası tren istasyonunda iken gördüğüm manzara karşısında çok şaşırmıştım. Esfahan'ı yeşillikler içinde bir yer olarak tasavvur etmiştim, tren istasyonunda ise kendimizi kocaman bir çölün ortasında bulduk. Ama şehir merkezine doğru yol aldıkça etraf yeşermeye ve nehirler görünmeye başlıyor. Çölün ortasındaki yerin yeşilliği de ancak bu kadar olur, bizim karadeniz bölgesindeki gibi bir yeşillikle karşılaşacağınızı beklemeyin.
İstasyondan itibaren 15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra Emir Kebir Hostele geliyoruz. Hostelin yanında da bir internet kafe var. Bu otel gezginlere yönelik tasarlanmış. Çok da ahım şahım bir yer olmasa da İran'da bizlere yönelik en iyi yer diyebilirim. Otelde haritalar, tren ve otobüs saatleri, otelin sunduğu diğer imkanlar yazılı olarak mevcut. Otobüs ve tren gibi ulaşım araçlarına acenta vasıtası ile bilet de sağlıyorlarmış. Tabii komisyonlarını alıyorlarmış.

Pazarlık yaparak dört kişilik bir oda kiralıyoruz 16.000T'den. Biz kaldığımız zaman hostelde çok fazla yer sıkıntısı yoktu, ancak burada her an her şeyin olması mümkün. Çünkü Esfahan'a gelen sırt çantalıların ilk uğrak yeri burası. Sabah kahvaltısı da mevcut (extra). Tuvaletler ve banyo ortak. Uluslararası telefon görüşmesi imkanı ve çamaşırlarınızı yıkatma şansınız var. Hostelin tam ortasında, oturmak için bir bahçe var. Zemin beton ve pek fazla yeşillik yok, birkaç masa ve sandalye mevcut. Bahçenin etrafını iki katlı hostelin odaları çevrelemiş. Trenle veya otobüs ile geldiyseniz bu istasyonlar şehrin dışında olduğundan buraya gelmek için ya taksi tutacaksınız ya da şehir içi çalışan otobüslere bineceksiniz. Ama yorucu bir yolculuktan sonra taksiye binmek daha mantıklı. Bu hosteli kime sorsanız bilir Esfahan'da!

Odamıza yerleşmek için bahçeden geçerken iki hanım bize "Merhaba!" diyor. Ayaküstü öğrendiğimize göre onlarda Türk ve iki arkadaş gezmeye gelmişler İran'a. Ve yarın sabah ayrılacaklarmış. Onlar da bugünkü programlarını bitirdiğinde ve akşam dönmüş olduğumuzda ayrıntılı olarak görüşmek üzere ayrılıyoruz.
Bahçede kahvaltı yapıyoruz. Menü; bal, peynir, tereyağı, yumurta, çay ve ekmekten oluşuyor ve 1000T. Kahvaltıdan sonra bizimkiler istirahat etmek istiyor, ben ise bir an önce internet kafeye gitmek istiyorum. Saat henüz 09.00 ve internet kafe 09.30'da açılıyormuş. Saatim 09.30'u gösterdiğinde kafeye gidiyorum. Kafe açılalı yarım saat olmuş, İran saati bizimkinden yarım saat ileride. Ve Türkiye-İran sınırından geçtiğinizde yarım saat ileri almanız gerekiyor saatinizi. Ama ben saatimi ileri almamıştım. Her saatime baktığımda yarım saat üzerine eklerim diye düşünmüştüm. Ama bu pek kullanışlı olmuyor. Size sınırdan geçer geçmez saatinizi yarım saat ileri almanızı öneriyorum.

İnternet kafede maillerime baktım hemen. Ve yol notlarımı bloguma koymak üzere fotoğrafları seçtim. Ve notlarımı bilgisayara aktardım. Bu işleri yapana dek öğlen oldu zaten. Bizimkiler de yavaş yavaş internet kafeye dökülmeye başladı, maillerine bakmak üzere. Tabii istanbuldan çıkalı 4 gün oldu. Benim yol notları henüz bitmemişti ve Esfahan'a gelmişim neredeyse üç saatim internet kafede geçti. Kafenin saati 800T ve fotoğrafları bilgisayara aktarmak için gerekli materyalleri de mevcut. Benim USB kablom var ama kablosu olmayanlar için burada memory bellek okuyucular da mevcut. CD kopyalama imkanı da var ve 500T...
Saat 13.00 gibi kafeden ayrılıyoruz, Esfahan'ı gezmek üzere. İlk hedefimiz, Esfehan'ı ikiye bölen Zayendeh Nehri üzerindeki bir köprü, Si-o-se Pol köprüsü. Ama biz Farsçası 33 sütunlu köprü olan Siosepol'e gidene dek 1-2 km'lik yolu 3-4 saatte alıyoruz. Ara sokaklara dalıyoruz, yol üzerindeki çinili yapıları inceliyoruz. Serdar'ın ilgi alanı olduğu için bol bol kamerasını çinilere çeviriyor, yakından inceliyor, değişik açılardan fotoğraflıyor...

Esfahan, İran'ın sanat ve kültür şehri. Caddelerde fast-food ve giyim dükkanlarından yer kaldıkça, çeşitli sanat ürünlerinin sergilendiği dükkanlara rastlıyoruz. Buradaki ürünler genelde ince el işçiliği gerektiren ürünler. Çeşitli manzara, portre ve motiflerden oluşmuş halılar, yine değişik motiflerle bezeli çiniler, doğal taşlar ve gümüş süslemeli takılar...vs. Umut ve ben dükkanların camekanlarına, Serdar ve Bingöl ise yapılardaki çinilere baka baka köprüye ilerliyoruz.

Siesopol köprüsüne doğru yol alırken karınlarımız acıkıyor ve artık gözlerimiz sürekli caddedeki kebapçılara kayıyor. Kebapçılardan birine girdik ve afiyetle çelo kebaplarımızı yedik. Ben bu çelo kebabı beğenmedim. Türk kebapları çok daha güzel...
Bu restoranı tercih etmemizin nedeni burada ekmek deyince akla gelen ve bizde ekmek nasıl tüketiliyorsa burada da o şekilde tüketilen, onların "nan" dedikleri bizim lavaşa benzer yiyeceğin pişirilme şekli idi. Bizde de bazı köylerde bulunan ilginç bir fırında pişiriliyor. Bu fırın öyle ki, topraktan ve fırının duvarları çok sıcak. Ekmeğin hamurları bu duvarlara yapıştırılıyor ve pişiriliyor. Bu fırın vesilesi ile girdiğimiz bu yerde yemekten sonra bir sigara içelim dedik, garson kültablasını da getirdi ama karşımızda oturan çift rahatsız olacak ki adam bizim masaya gelip sinirli bir şekilde bir şeyler söyledi. Biz de durumu anlayınca "Sorry!" deyip sigaraları söndürdük. Bu olaydan sonra zafer kazanmış bir kocanın eşi olmaktan gurur duyarcasına kasıla kasıla bir havaya giren hatun kişiyi görmeliydiniz. Bu durum şöyle de gelişebilirdi... Biz kültablası istedik, geldiğine göre işletme için bir problem yok. Ama müşteri rahatsızlık duyuyorsa işletme sahibine söyler, o da bizi uyarır. Yok illa ben kendim söyleyecem diyorsan, daha güzel bir üslupla söyleyebilirsin, üstelik ülkeni ziyarete gelmiş biz misafirlere...

Biz yemeğe başlarken bizim masanın karşısındaki masaya bir çift geldi. Bir müddet sonra konuşmalarımızdan bizim Türk olduğumuzu anlayacaklar ki "Merhaba!" deyip söze başladılar. Onlar da Türkmüş. Bir tur vasıtası ile gelmişler buraya gezmeye. Ve otellerinden etrafı gezmek üzere ayrılmışlar. Sanırım İran'a özgü asitli ayranı ilk burada tattılar. Çünkü normal bir ayran bulabilmek için bayağı bir uğraş verdiler ama nafile, İran'da normal bir ayran bulabilmek çok güç. Neyse bizim Türk turistler ile vedalaşıyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Bu arada ilk çelo kebabımı 2500T'den yemiş oldum...
Yemek faslından sonra bir müddet daha yürüyüp Siosepol köprüsüne ulaştık sonunda. Nehir çok geniş, dolayısı ile köprü de. Sanırım 300m civarında bir uzunluğa sahip. Köprünün altından akan nehir pek fazla derin değil, sığ. Su; gayet durgun, sessiz ve sükut, köprünün altındaki bölümlerden aheste akmakta. Üzerinde ise kalabalık bir insan trafiği. Köprünün üstünü nehri geçmek için kullananlar, gezenler, fotoğraf çektirenler doldurmuş durumda. Köprünün bizim bulunduğumuz yakasının girişinde, hemen nehrin kıyısında çayhane mevcut. İnsanlar nehrin kıyısındaki bu çayhaneye kurulmuş nargile ve çay içmekte. Sadece köprünün yanındaki çayhanede de değil, nehir boyu insanlar dolaşmakta, çimlerde oturmakta ve fotoğraf çektirmekte...
Biz de köprüyü görür görmez hemen fotoğraflamaya başlıyoruz. Bir saat süresince köprüyü dolaşıyoruz. Umut ve ben köprünün altında sıra sıra dizili taşlardan atlayarak nehri karşıdan karşıya geçiyoruz. Millet köprünün üstünden gidiyor biz ise altından. Gerçi üstünden de gittik ama bu değişik bir deneyim oldu. Aslında amacımız köprünün altından giderek karşıya geçmek ve dönüşü de üzerinden yapmaktı. Ancak yolun sonunda yani köprünün öte yakadaki kısmında yapım çalışması olduğundan kapalı idi ve aynı yoldan geri dönmek durumunda kaldık.

Artık köprüyü gezmekten yorulduğumuzda köprünün dibindeki çayhaneye oturduk. Bingöl ve ben birer tane de nargile söyledik. Nargileyi açıkçası pek beğenmedim, tütününü az koymuşlar. Nargileyi çekiyorum, çekiyorum ama nafile...bize turist muamelesi yapmışlar anlaşılan! Çaylarımız da geldi. Dört kişilik çay tabii yine demlikte 400T, nargile ise 300T. Köprünün altında çayların ve nargilelerin hazırlandığı yer çok ilginçti. Koca koca demlikler, kocaman çay ocaklarında sürekli kaynamakta. Siz çay istediğinizde hemen koca demlikten size verecekleri küçük demliğe döküyorlar. Nargileci de nargile yetiştirme telaşında. Burası tam bir hengame, değişik bir atmosfer, görülesi bir yer...
Nehrin kıyısında çaylarımızı yudumlarken günün yorgunluğunu atıyoruz. Boğazın kıyısında köprülerin dibinde yaşamış bir insan olarak bu nehir ve köprünün çok da ilgimi çektiğini söyleyemem, fotoğraflardan gördüğümde çok da görmek istemiştim ama...Çayhanedeki ambians çok daha ilginçti.

Köprüde otururken yavaş yavaş karanlık çökmeye başladı. Ve köprünün ışıkları yandı. Nehrin ortasındaki fıskiyelerin de bu ışık cümbüşüne katılması ile hoş bir görüntü oluştu. Hava tamamen karardığında köprüye veda ediyoruz meydana gitmek üzere. Meydanı çok merak ediyorum, fotoğrafları çok güzeldi.

Hedefimizdeki bir yere giderken cadde ve sokaklarda, her zaman olduğu gibi yine bizi ayartacak bir şeyler buluyoruz! Haksız da sayılmayız ilgi çekici oldukça şey var etrafta. Tahran'daki Grand Bazaar'da gördüğümüz ve çeşitli şekil ve motiflerden oluşan büyük halı ve kilimlerin yerini burada, çerçevelenmiş ve üzerine manzara ve çeşitli portrelerin nakşedildiği halılar alıyor. Bu halıların üzerindeki resimlerin çok itina ile seçildiği belli, onlardan gözlerimizi alamıyoruz. Sanki her biri yağlıboya bir tablo. Hele bu halı-tablolardan birinin üzerindeki resim öyle hoşuma gitti ki. Resimde bir köylü eşeğine sarılıyor. Köylü için eşşeği o kadar değerli ki bir taksici için arabası ne ise bir köylü için de eşek öyle. Bu değer verme ve sevgi resimde öyle sıcak yansıtılmış ki. Beni, bu resmin halının üzerine nasıl nakşedildiğinden daha çok resmin kendisi ilgilendirdi. Ayrıca resim halının üzerine o kadar "gerçek" nakşedilmiş ki sanki köylü ve eşek tablonun çerçevelerini parçalayıp dışarı çıkacak!
Bu resim Serdarların da çok hoşuna gitmesine rağmen onları resimden çok onun halının üzerine nasıl nakşedildiği ilgilendirdi. Bu tabloları yakından inceledik ve dükkan sahibinin aksini iddia etmesine rağmen, bunların elde değil makinada dokunduğuna kanaat getirdik. Gerçekten de bu tabloların aynılarını başka dükkanlarda da gördük, o kadar aynı idiler ki, bunu ancak bir makine yapabilir. Eğer yeterli param olsa idi o köylü ve eşeğinin olduğu tabloyu almak isterdim. Ama fiyatlar el yakıcı, 100.000T ile 800.000T aralığında. Pek tabii böyle bir fiyat söyleyebilmek için fabrikasyon değil el yapımı demelisiniz!

Yolumuza devam ettiğimizde az ilerde bir resim galerisi vardı. Sanat ürünlerinin genelde halı ve çinilerden oluştuğu bir yerde yağlıboya tabloların yeraldığı bu yeri de ziyaret ediyoruz. Bu küçük resim galerisinin duvarlarındaki tablolar orijinal yağlıboyaların fotokopileri. Galerinin duvarlarını süsleyen bu soyut çalışmaların sahibi aynı zamanda bu galerinin de işletmecisi, Ermeni asıllı bir İran vatandaşı imiş. Kendisine tablolarının çok güzel olduğunu söylediğimde, bana hangi ülkeden olduğumu sordu. Ben de Türkiye deyince, kendisi Ermeni ve Türklerin kardeş olduğunu söyledi. Tabii ben de bu duruma biraz "Fransız" kaldım!

Galerisinde kendi ilginç çalışmalarının haricinde ünlü pek çok sanatçıya ait tablolar da mevcut. Burada bir saat kadar vakit geçiriyoruz, artık bakmadığımız tablo kalmadı gibi. Hepimizin hoşuna giden o eşşek desenli halı-tablonun çok benzerleri de burada var. Onlar tuzlu gelmişti alamamıştık. Ama bunların üzerlerinde 10.000-20.000 gibi rakamlar var. Ve Serdar bu resimlerden 8-10 kadarını beğenip ayırdı. Ama iş ödemeye geldiğinde hepimizin suratındaki ifadeyi görmeliydiniz. O fiyatlar Riyal değil Tumenmiş. Yani yaklaşık her biri 10$ - 20$ civarında. Bu orjinallerinin fotokopisi tablolar için 2$ belki az ama 20$'da çok komik doğrusu. Bu ülkede petrol bol olduğu için yakıt ve petrol ürünleri çok ucuz. Ama bu ülkede ağaç yok, coğrafyasının büyük kısmı çöl ya da çöllük arazi o yüzden kağıt ve ağaç ürünleri çok pahalı diye düşündüm.
Vaktin epey ilerlediğini düşünmeye başlamışken saatime bakıyorum. Ve, henüz 18.00'miş. Her halde yorgunluktan bu şekilde hissettim diye düşünürken, İran'ın bu sene yaz saati uygulaması yapmadığını hatırladım. Ne kadar kendine münhasır bir ülke! Sokaklar da halen cıvıl cıvıl. Esfahan'ın İran'ın diğer şehirlerinden farklı kendine özgü bir havası olsa da insan ve araç trafiği burada da yoğunluğunu koruyor.

Meydan-ı İmam, çevresindeki ince İran işçiliği eserleriyle dolu dükkan ve atölyeleri ile karşılıyor bizi. Buralarda sadece üretilenler sergilenmiyor, aynı zamanda üretim de yapılıyor. O yüzden burasının diğer kapalı çarşılardan daha farklı bir atmosferi var. İranlı ustaların ince el işçiliklerini canlı olarak burada izlemek ve o süslemelerin ne kadar zahmetli aşamalardan geçilerek yapıldığını görmek büyük bir deneyim.

Genelde ahşap ve mika gibi yüzeylere monte edilmiş o mozaik işçiliği o kadar zor ki! Önce belirli desenlere sahip uzun mozaik çubuklar ince ince kesiliyor. Ve daha önceden kaplamanın yapılacağı eşyanın ölçülmüş parçalarına göre birbirine yapıştırılıyor ve en son da eşyanın kendisine. Anladığım kadarı ile çok zor bir iş. Ama ürünler de o ölçüde değerli ve pahalı. Ben en ucuzundan 400'er T den iki kalem aldım. Bu fiyatlar sizi yanıltmasın diğer ürünler çok pahalı. Meydanın çevresindeki dükkanlardan ve kapalı çarşıdan meydana doğru çıkamıyoruz bir türlü...

Dikdörtgen şeklindeki meydanın dar kenarlarının ortalarında karşılıklı çok büyük çini işçiliği gerektiren süslemeler ile biri kubbeli diğeri ise çift minareden oluşan iki yapı mevcut. Önce bu çinilere ve el işçiliğine hayran hayran bakıyoruz ve sonra da fotoğraflıyoruz.

Bu muazzam görüntülerden sonra meydanın çevresini gezmeye devam ediyoruz ve bir türlü meydana çıkamıyoruz. Sürekli meydanın çevresindeki atmosferle alakalıyız, kopamıyoruz ondan. Derken otantik mi otantik bir restoran karşılıyor bizi. Bestani Restoran. İçeri giremeden edemiyoruz. Zaten burada her şey bizi içine çekmiyor mu!
Yemeğinizi dilerseniz masalarda, dilerseniz halılar ile bezeli sedirlerde yiyebiliyorsunuz. Burası İran'ın geleneksel yemeklerinin sunulduğu, "geleneksel" bir mekan. Kapıdaki görevli ile muhabbetin ardından içeri giriyoruz ve sedirde oturmaya karar veriyoruz. Ama oturmadan önce mutfağa doğru bir keşfe çıkıyoruz. Çünkü menüyü elimize aldığımızda yemeklerin isimlerinden hiçbir şey anlamadık. Hiçbir restoranda sizi kolay kolay mutfağa almazlar ama bizi alıyorlar. Belki turistiz (aslında gezgin) diye, belki de Türküz diye...belki sempatik geldik belki de hepsi birden! Yemekleri ve isimlerini gördük ama benim aklımda Tebriz Köftesinden başkası kalmadı. Yanımda taşıdığım not defterine, garsondan rica ettim ve bu yemeklerin isimlerini yazdırdım. Farsçalarını da yazdı ama latinceleri şöyle; Tebriz Kofte, Badilcan, Baluk, KashBadilcan, Koctel Kadow. Bazıları bizim dilimize oldukça yakın.

Bestani Restorandaki yiyecek fiyatları 1000T-3000T arasında değişiyor. Ve İran'ın geleneksel yemekleri sunuluyor. Menüde yemek isimleri ve fiyatlar latince karakterlerle ingilizce olarak yazmakta idi. Fotoğrafını da çektim ama iyi çıkmamış. Peki nasıl gelinir buraya? Meydan-ı İmam'ı bulduysanız burayı da buldunuz demektir. (Adres: Chaharsogh Maghsod Bazar, No.127)
Umutla ben tebriz köfte aldık. Hay almaz olaydık! Top şeklinde kocaman iki köfte. Allahım ye ye bitmiyor. Daha önce fotoğrafını görmüştüm, tabakta suyu olmuyordu ama bizimkisi hem sulu hem de iki toplu! Tadı fena değildi ama ya Serdar'ın aldığı baluğa ne demeli. Enteresan bir görüntüsü vardı ama tadı da fena değildi doğrusu. İçindeki balık Hazar Denizi'nden gelme imiş. Bingöl ise bildiğinden vazgeçmiyor ve en sağlam ata oynayarak kebaba devam diyor. Salata bildiğimiz salata. Burada salatalara reyhan da katıyorlar. Hoşuma gitti bu ot. Yoğurt da güzeldi, içindeki çeşitli baharat ve otlarla beraber. Şu oldukça yağlı, içinde patlıcan ve fasulye üstünde de kızartılmış patates olan şeyi beğenmedim, çok ağır geldi, zaten geldiği gibi de gitti, yenmedi.

Yemekten sonra herkesin üzerine bir ağırlık çöktü, yemeğin ve akşama kadar ayakta olmanın etkisi ile. Çaylarımızı bu şekilde yudumladıktan sonra hesabımızı kişi başı yaklaşık 3000T olarak ödeyip bu güzel mekandan ayrıldık. Buralara yolunuz düşerse buraya uğramadan geçmeyin derim...(Yine hatırlatma; 1 $ = 920T)

Restorandan ayrıldığımızda saat 22.00'ye geliyordu. Biz de fazla vakit kaybetmeden hemen meydanın ortasına doğru yollanıyoruz. Ve o fotoğraflarda gördüğüm harika manzara ile karşılaşıyoruz. Meydan o kadar büyük ki meydanın kenarında iken, meydanın ortasındaki koca havuzu göremiyorsunuz. Gece ve fıskiyeler de çalışmıyor ise o derin olmayan ama büyük havuzun kenarından meydanın çevresindeki yapının muazzam aksini suda görüyorsunuz. Burası, bu mekan kelimelerle anlatılamaz, hiçbir kelime bu atmosferi anlatamaz. Buraya gidin ve bu atmosferi yaşayın, ciğerlerinize çekin! Esfahan'ın, İran'ın ve belki de dünyanın en görülesi yerlerinden biri bence. Bu meydan, çevresindeki yapılarla birlikte Esfahan'a gitmek için yeterli bir neden. Bu önermenin doğruluğunu yaşamadan anlayamayabilirsiniz! Fotoğraflardan gördüğüm bu manzarayı sonunda ben de fotoğraflayabiliyorum ama tripotsuz gerçekten zor oldu...
Hostelimize döndüğümüzde saat 23.00'ü gösteriyordu. Odalarımıza çıkarken sabah görüştüğümüz Türk arkadaşlardan biri ile karşılaşıyoruz bahçede. Ve birkaç saat sürecek muhabbetimize başlıyoruz. Gezilerimizden bahsederken onun, benim için sıradan bir gezgin olmadığını anlıyorum. Gezi yazıları okumayı seven biri olarak kendisinin makalelerini okuduğumu anlıyorum konuşmalarımızdan. Hatta şöyle hoş bir tesadüf oluyor. Sabah arkadaşlar ile Siosepol'e gittiğimizde onlara burası ile alakalı daha önce gezi yazıları okuduğumu belirterek, yazarın talihsiz bir olayını hatırlıyor ve anlatıyorum. "Yazın havalar daha sıcak olduğunda insanlar serinlemek için köprünün altındaki bu sığ suda paçalarını sıyırıp yürürlermiş. Yazarımızda elinde fotoğraf makinası burada yürürken ayağı kayıyor ve makine nehre düşüyor..." Sabah anlattığım ve benim yazılarını çok beğendiğim bu gezgin-yazarın, akşam masada benim karşımda oturacağını söyleseler inanmazdım...

(Yarın Esfahan'a devam...)








 Yazılan Yorumlar...
NEŞE
(27 Mart 2011)

Büyük meydanın kenarındaki büyük yapı,İran -İslam sanatının şaheseri Isfahan Mescid-i Cuma olmalı...Ayrıca resimli halılar üzerindeki insan figürleri ilginç,çünkü böyle koyu dindar bir ülkede insan tasviri daha az yapılır diye düşünüyordum,yanılmışım..Verdiğiniz fiyatlar bana çok ucuz geldi,ne kadar güzel yemekler 3-4 dolar gibi...Çok teşekkürler,devamını bekliyorum..

Ferudun Babacan
(26 Mart 2011)

Eşekleri hep kıskanmışımdır.
İstedikleri yer ve zamanda anırırlar.
Duyan da ana bak ne güzel de anırıyor, der.
Ama bunu bir insan yapsa?
Gör başına ne gelir:)

hakangeziyor
(26 Mart 2011)

Macera devam ediyor...Bu arada yemekler de fena gözükmüyor doğrusu...
Kaleminize sağlık...

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.