Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: İran ::::: İsfahan ::::: Trans Asya Ekspresi İle Gezi Günlüğü – 4 (Esfehan)        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
İran İsfahan 31 Mart 2011 31 Ekim 2006
01 Kasım 2006
7672 8 Uzak 

 Trans Asya Ekspresi İle Gezi Günlüğü – 4 (Esfehan)
 (Genel)

Emir-Kebir Hosteldeki bu ilk uykumdan sonra sabah uyandığımda saat 10.00 gibiydi. Arkadaşlar benden önce uyanmış. Umut'u heyecanlı bir şekilde ortalıkta dolanırken gördüm. Bana söylediği ilk şey Odd'un buraya geldiği idi. Anlaşılan Odd Tebriz'de bir veya iki gece kalmış. Umut'un Odd'a olan yoğun duygularından dolayı ondaki bu heyecanı anlayabiliyorum. Sabah 100T (Hatırlatma: 1$ = 920T) ile büyük bardakta bir çay aldım, yanına da validenin İstanbul'da iken hazırladığı çöreklerden ve Trans Asya'da tanıştığımız bir İranlı'nın hediyesi çokokremi alarak bahçede Umut ve Odd'un halen oturmakta olduğu masaya kuruldum. Onların kahvaltı yapmış olduğunu düşünerek afiyetle kahvaltımı bitirdim. Onlar heyecan ve tebessüm karışık yüz ifadeleri ile konuşmalarını sürdürürlerken ben yine internet kafeye doğru yollandım.

Yarım kalan bir miktar yol notumu da bilgisayara aktardıktan sonra ftp ile uğraşmaya başladım. Bilgisayarda program yüklü değildi ve kafeciye rica ettim programı yüklemesi için. Ama o, ya bilmediğinden ya da yanındaki kara çarşaflı, beyaz ve temiz yüzlü ve aynı zamanda hoş olan kız arkadaşı ile fingirdeşmekten ve oynaşmaktan bir türlü beceremedi, programı yüklemeyi. Artık ben de ftp'den çok kız arkadaşı ile arasındaki rahat ve gevşek diyalog ile ilgilenmeye başlamıştım. Bu esnada vakit yine öğleye gelmekte ve Umut işimin bitip bitmediğini kontrol için sık sık yanıma gelmekte. Günlük gezi programımızın büyük bir kısmını programlayan Serdarları bekletmemek adına kafecinin bir türlü beceremediği ftp işini bırakarak bugünkü gezimize başlıyoruz.

Aslında internet kafedeki uğraşımı, orada harcadığım zamanın nedenini arkadaşlar da anlıyorlar. Ve gezi notlarımı bloguma upload edip etmediğimi sık sık soruyorlar. Çünkü diğer arkadaşlar da ailelerine ve yakınlarına kendilerini bu siteden takip edebileceklerini bildirmişlerdi. Dolayısı ile bu konuda benim sorumluluğum biraz daha arttı ama henüz bir netice yok.

Bugünkü gezi menüsünde, Ateşgah, Sallanan Minareler, Ermeni Mahallesi, nehirdeki ismini hatırlayamadığım diğer bir köprü ve bir türlü doyamadığım Meydan-ı İmam var.

Gezimiz esnasında olabildiğince toplu ulaşım araçlarını kullanmaya çalışıyoruz. Hem çok ekonomik hem de halkla iç içe. Ateşgahtan geçen otobüslerin Emir-Kebir Hostelin önündeki otobüs durağından itibaren meydan yönünde iki-üç durak ileride olduğunu öğreniyoruz. Umut hemen kaşla göz arasında hostelin önündeki biletçiden 200T ile 8 tane bilet almış bile. Ateşgah'a gitmek üzere caddede yol alırken, gözlerimiz yine dükkanların camekanlarında. Bingöl, dükkanlardan birine doğru dalıyor. Ve İran'daki ilk dondurmamızı yiyoruz. O koca bardaklardaki leziz dondurmaların tanesi 200T.
İran'da hamur işi çok yaygın ve çok güzel şeyler çıkarıyorlar. Kurabiyeler, pastalar ve dondurma hem çok lezzetli hem de çok ucuz. Bol bol yemenizi öneririm. Bunları bu fiyata ve bu lezzette başka bir yerde bulmanız çok güç.

Dondurmadan sonra bu sefer Umut bir yere dalıyor. Ve hoş bir Captain Black tütün paketi ile dükkandan çıkıyor. Kendisi sigara sarmaya çok düşkünmüş ama yolda Serdar ve ben paketi incelediğimizde, bunun pipo tütünü olduğunu anladık. Umut'da tütünü aldığı dükkana tekrar dönüp değiştirdi. Sanırım o koca tütün paketi 2500T idi. Bu şekilde caddedeki dükkanları yoklaya yoklaya otobüs durağına geldik.

Otobüslere orta kapıdan binebiliyorsunuz. Biz de orta kapıdan biniyoruz ve ne bilet isteyen var ne de bir şey söyleyen. Otobüsler İstanbul'daki yeşil renkli belediye otobüslerine benziyor. Otobüsün arka tarafında bayanlar oturuyor, ön tarafında ise erkekler. Yollar gayet güzel. Ateşgah, şehir merkezinden yaklaşık 8-10 dk uzaklıkta. Şehir merkezinden uzaklaştıkça binaların şekli değişmeye başlıyor. Ama yollar ve yol düzenlemeleri hiç değişmiyor, kaliteli. Öğle saatleri otobüste öğrenciler çoğunlukta. Kızlar kara çarşaflı ama çok tatlılar.

Serdar şöförün olduğu kısımdan itibaren otobüsü kamerasına almaya başlıyor. Yolu ve şöförü çekerken bir problem olmadı ama kamerasını yolculara doğru çevirdiğinde şöför her neden ise bir rahatsızlık duydu ve Serdar'da çekimini yarıda kesti. Aslında yasak değil ama şöförün insiyatifine kalmış. Sanırım otobüsün arkasındaki kara çarşaflı hatunlarını çekmemizden rahatsızlık duydular. Yoksa sokaklarda çekim yaparken herkes kameranın önüne atlıyordu, çekilen karede yer alabilmek için.
Ateşgah benim pek ilgimi çekmedi. Kıraç bir tepenin üzerinde kerpiçten yapılmış yarı döküntü tarihi bir kale. Açıkçası burası benim seyahat programımda da yoktu. Ama geldiğimizde pek fena olmadı, bu tepeden Esfahan şehrini kuş bakışı görebiliyorsunuz. Ayaklarınızın altında uzanan bu dümdüz araziye kurulu şehir, aynı zamanda bu tepenin etrafını çevrelemekte. Bu şekilde şehrin büyüklüğünü daha net anlayabiliyorsunuz. Alabildiğine uzanan dümdüz bu arazinin sonunda, aynı zamanda şehrin de bittiği yerde sıra sıra dağlar var. Dağların ardı çöl. İran'daki şehirler genellikle çölde bir vaha gibi. Şehri tepeden incelemeye devam ettiğimizde, nehirlerin olduğu yerlerin daha yeşillik ve ağaçlık olduğunu ve şehrin bu sulak kısımlarda yoğunlaştığını görebiliyoruz. Bu tepeden kaldığımız bir saat süresince bol bol fotoğraf çektik.

Tepeyi önce ben terkettim. Tepeye yolun hemen kıyısındaki açık tel örgülerin arasından geçerek çıkmıştık. Yukarıda iken giriş kapısının aslında az daha ileride olduğunu gördük. Ben bu kapıya doğru indiğimde görevli beni karşıladı ve üzerinde kalenin de resminin olduğu 50T lik biletlerinden bir adet verdi. Bileti anı olarak saklamak üzere bir kenara koyduktan ve arkadaşlarda diğer taraftan aşağıya indikten sonra sallanan minarelere doğru yol boyu yürümeye başladık. Yol birkaç km imiş. Araca binmeye lüzum görmeden bu güzel havada yola devam ettik. Burada yürürken bakabileceğimiz camekanlı dükkanlar yoktu ama biz yine bakacak bir şeyler buluyorduk. Yol boyu ara sokaklar, yerleşim yerleri ve kocaman kocaman ceviz bahçeleri var. Kah bu ara sokaklara dalıyoruz, kah bu bahçelere...
Dün akşam muhabbet ederken lafını ettiğimiz ve bir arkadaşın "İran'da kapalı kapıların ardında çok güzel şeylerle karşılaşabilirsiniz, onları iterek açmaya çalışın!" lafından sonra, artık her gördüğümüz kapıyı itelemeye başlamıştık! Bu espirili anlatımımda gerçeklik payı da yok değil. Yürürken, kaldırımın çevresindeki yüksek duvarlı bahçelerin ardından dallarını yollara doğru uzatmış ceviz ağaçlarını farkediyoruz. Ve bahçelerden birinin yarı aralık kapısını itelediğimizde uzun zamandır bakım yapılmadığı her halinden belli olan bir ceviz bahçesi ile karşılaşıyoruz. Ceviz mevsimi de geçmiş ama biraz dikkatli bakıp, yerdeki yaprakları biraz eşelediğimizde ve herkesin elinde birer avuca yakın ceviz biriktiğinde bahçe kapısını kapatıp yolumuza devam ediyoruz...

Sallanan minarelere gelmeden önce yolun kıyısındaki tatlı ve kurabiyeciye dalıyoruz. Koca simit büyüklüğünde bol cevizli o leziz tatlıların tanesi 100T.

Minarelere geldiğimizde bir kısım turist içeride birikmiş, minareler görevli tarafından sallanmaya başlanacak idi. Sallama işlemine yeterince "gözlemci" birikmeden başlamıyorlar. 50'şer T vererek biletlerini aldığımız bu yere çok iyi bir zamanlama ile ulaşmışız. Minareler gövdeye ekli yerlerinin 2m altına kadar sallandı, görevli salladıkça. Görevli çokda yüksek olmayan minarelerin açıklıklarından tutunup ileri geri hareket ederek minareleri sallıyor. Minarelerin yapısında herhangi bir metal olmamasına ve çok eski olmalarına rağmen yıkılmadan elastiki bir şekilde sallanıyor. Minareler pek yüksek değil ama yıkılması halinde görevlinin sağ kalacağını pek sanmıyorum. Bu sıklıkta sallamaya devam ederlerse pek de uzak olmayan gelecekte kötü şeyler yaşanabilir. İyi bir sallamayla minare kendi doğrultusu ile tahminimce 5-10 derecelik açı yapacak şekilde esneyebiliyor. Bence bu minare olayının pek de bir espirisi yok, Ateşgah'da hiç değilse şehri tepeden görmüştüm...
Sallanan minarelerden çıktığımızda ve 2000T'ye bizi şehir merkezine götürebileceğini söyleyen bir taksiciyi geçtikten biraz sonra otobüs durağına ulaşıyoruz. Ve yine ücretsiz bindiğimiz otobüsten şehir merkezinde iniyoruz. Burada biletler otobüse binerken değil, otobüsten inerken şöföre veriliyor ama çoğu şöför biletleri uzatmamıza rağmen bizden bilet almadı. Otobüste iken Serdar bu sefer fotoğraf makinasını çaktırmadan kullanarak birkaç güzel enstantane yakalıyor.

Otobüsten indiğimizde karınlarımız da acıkmaya başlamışken caddedeki ciğerciye dalıyoruz. İran'da ciğeri şişe geçirip ızgarasını yapmak da bayağı yaygınmış. Birer porsiyon söylüyoruz ciğerciye. Her porsiyon için 8 şiş geliyor. Her şişte birer parmak uzunluğunda ızgaralanmış ciğerler. Ortaya da soğan, limon, domates ve reyhan ile donatılmış bir tabak. Arkadaşlar çok beğendiler ama ben bıktım bu ızgara işinden artık. Koca memleket de bir tane çorbacı göremedim yahu!
Karnımız da doymuşken, bu sefer de İran'da şimdiye kadar gördüğüm en güzel park olan Bülbül Bahçesi'ne giriyoruz. Bülbül Bahçesi (Nightingale Garden)'nin Farsçası Bagh-ı Bolbol imiş. İçerisinde süslemeli eski bir yapının ve fıskiyeli bir süs havuzunun olduğu bu enfes parkta 100'er T den birer tane çay alıyoruz elimize ve üç kişilik banka diğer banklar dolu olduğundan dört kişi sıkışıyoruz. Tahran'ın aksine Esfahan'da bu tarz soluklanabileceğiniz bahçeler çok. Biz de burada biraz soluklandıktan sonra parkın diğer kapısından Meydan-ı İmam'a gitmek üzere çıkarken, kocaman ihtişamıyla Esfahan Merkez Kütüphanesi'ni görüyoruz.

İlginç bir mimariye sahip bu kütüphaneye girdiğimizde kısa bir şaşkınlık yaşıyoruz. Kütüphane kataloğunu bilgisayarlardan tarayabiliyorsunuz. Ayrıca yüksek hızlarda internet bağlantısına sahip bir de internet kafenin mevcut olduğu mekanda ücret ödemeden araştırmasını yapan gençlere şahit oluyoruz. Ayrıca vitrinlerde muhtemelen yeni çıkmış çeşitli kitap ve dökümanlar da sergilenmekte. Bunlara da kabaca bir göz atıyoruz. Zaten kütüphaneye girdiğimizde herkes ilgi alanına göre dört bir yana dağıldı...
Bu kısa kütüphane turundan sonra tekrar meydana doğru devam ediyoruz ve kütüphanenin meydana çok yakın olduğunu gözlemliyoruz. Zaten meydana yaklaştıkça kültür ve sanat eserleri ile dolu yapıların sıklığı artıyor. Bunları inceleyerek meydana yollanırken hava kararıyor. Meydanı ve çevresindeki kapalı çarşıyı tamamen gezmek için korkarım yine vakit yetmeyecek...

Nihayet Meydan-ı İmam'a geliyoruz. Dün buradaki kapalı çarşıyı iyi gezememiştik. Bugün bir yerden başlayalım ve sıra ile gezelim dedik koca alanın çevresini. Ancak gezmeye başladığımızda anladık ki bir hafta vaktimiz olsa yine gezemeyeceğiz burayı. Çünkü her dükkanda incelenecek o kadar çok ilgi çeken ve ilgiyi hak eden ürün var ki. Grupta herkes herhangi bir dükkanda ilgisini çeken bir şeye takılıp kalıyor. Üstelik Serdarların, ahbaplarına götürmek üzere hediyelik eşya alma gibi bir durumları da vardı.
Çarşıda benim en çok takıldığım İran tavlaları oldu. Bildiğim kadarı ile İran tavlanın memleketi. Mesela tavladaki sayıların isimleri bile Farsça; Dü, Se...Öyle muhteşem işlemeli tavlalar var ki gözlerini alabilene aşk olsun. Boy boy, çeşit çeşit, ahşap işlemeli tavlalar, mozaik işlemeli tavlalar vs. Bu tavlaların fiyatları 50.000T ile 150.000T arasında değişmekte. (Yine hatırlatma: 1$= 920T)

Serdar'ın takıldığı ürünler yine her zaman olduğu gibi vazolar başta olmak üzere işlemeli çiniler oldu. Umut ise başta takılar olmak üzere halılara da ilgi duydu. Bingöl ise en çok takılarla ilgilendi. Çeşitli desenlerde süslenmiş deniz kabuklu takılar, değerli taşlarla süslenmiş kolyeler vs. Tabii buradaki ürünler ince el işçiliği gerektirdiğinden oldukça pahalı, tavla örneğinde olduğu gibi. Ucunda Mısır turkuazı bir taş, diğer kısımlarında ise araları gümüşlerle süslenmiş İran turkuazı boncukların sıralandığı bir gerdanlık 30.000T civarında idi. Onu beğenmiştim. Umut, Serdar ve Bingöl ise deniz kabuklu ve deve kemiğinden yapılmış kolyelere daha çok ilgi duydular. Bunlar biraz daha uygun fiyatlı 10.000T civarında. Çeşitli şekillerdeki küçük cam vazolar 15.000T civarında. Süslemeli çini vazolar tabii daha pahalı.
Halılar, takılar, çiniler, vazolar, tavlalar hepsinin bir yığın hikayesi ve yapılış öyküsü var. Örneğin, biri kök boyası ile halılara desen yapıyordu. Aman Allahım ne zor iştir bu. Elinde bir damga, bir kök boyasına batırıyor bir halıya vuruyor. Tabii rasgele değil, ağır ağır, ahenkle, dikkatle...

Meydan-ı İmam'a geleli iki saat oldu ve kapalı çarşısında gezebildiğimiz dükkan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Burayı gezmek için uydurduğunuz hiç bir plan program tutmaz. Bir bakmışınız takılıp kalmışsınız bir yerde ve saatler akıp gitmekte...Artık bu durumun farkına vardığımda hiç de acele etmiyorum, nasıl olsa bir faydası yok acelenin burayı gezerken...

Bir ara Serdar'ı kaybediyoruz. Muhtemelen çinilere takıldı gitti bir yerlere. Kimbilir hangi çiniyi, hangi mesafeden, hangi açılardan fotoğraflamakta. Serdar'ı kaybettiğimizi anladığımızda, ortamın verdiği huzur ve sükunetin etkisiyle hiç telaşa kapılmadık. Çarşı ile meydanın arasında kalan geniş yolun meydan tarafına gittiğimizde, Umut duvarın üzerine uzanarak, Bingöl ise yere oturarak yaşadığımız bu atmosferi tamamlayıcı çok ilginç bir görüntü oluşturdular. Artık bu dünyadan ellerini etekleri çekmiş, inzivaya çekilmiş bir halleri vardı. Oradaki bekleyiş esnasında herkes bir düşünceye, belki de bir boşluğa dalıp gitti. Belki de bunları ben okudum onların yüzlerinden, belki de yalnızca uydurdum...
Tam karşımızda üzerindeki aya dokunacakmışçasına uzanan minareler olduğu halde meydandaki havuzda renk cümbüşü içerisinde fıskiyeler çalışmakta, önümüzdeki beton zeminden faytonlar geçmekte....Bu atmosfer içinde beklemekte iken, Serdar'ın bizi bulamayacağını, onu aramamız gerektiğini söylüyorum arkadaşlara. Ve elimize birer tane dondurma alarak başlıyoruz Serdar'ı aramaya. Ama henüz aramaya başlamışken o bizi buluyor. Artık son yediğimiz yemeğin üzerinden acıkacak kadar vakit geçmişken İmam-ı Meydan'a veda ediyoruz hoş duygular içinde...

Dışarı çıktığımızda saat 21.00 civarı. Sokaklar halen hareketli. Yürürken çay kafe yazan bir tabela görüyoruz. Burada hiç kafe türü bir şey ile tanışmamışken tabelayı takip ediyoruz ve binanın ikinci katına ulaşıyoruz. Kapının önüne geldiğimizde içeride çay içip nargile tüttüren kalabalık bir erkek topluluğu ile karşılaşıyoruz. Tabii yanımızda Bingöl varken giremiyoruz, zaten çok kalabalıktı.

Yürümeye devam ettiğimizde az ileride bir fast-food'a giriyoruz ve sosislilerimizi yiyoruz. Burada entellektüel tipli birkaç İranlı gençle muhabbet oluyor. Buradan ayrıldığımızda benim Meydandan tanesi 400T'ye aldığım mozaik işlemeli kalemlerden görüyoruz yandaki dükkanda. Umut da almak istiyor bu kalemlerden ama dükkan sahibi 4000T istiyor. Aslında kalemler aynı kalemler...

Az ilerde metal eşyalar üzerine yazı yazıp işleme yapan bir gence, arkadaşının hediye ettiği çakmağın üzerine bugünün tarihini ve bulunduğumuz şehrin ismini yazdırıyor Umut Farsça olarak. Bu arada fast-food'daki gençlerde beliriyor yanımızda. Ücreti ısrarla delikanlılardan biri ödemek istiyor. Buradan gençlerle beraber ayrıldığımız halde, yolda kendilerine Lonely Planet kitabının ikinci elini nereden bulabileceğimizi soruyoruz. Bu kitabı sevgili Fatma Özdirek önermişti bize, dün akşam. Gençler bizi birkaç kitapçı ve sahafa götürüyor ama bulamıyoruz kitabı. Ve buradan gençlerle birlikte Siosepol'e geçiyoruz çay içmek üzere.
Gençlerle çay, nargile ve köprü manzarası eşliğinde yaptığımız sohbette, ülkelerimiz hakkında bilgi alış veişinde bulunduk. İki gençten birinin ingilizcesi daha iyi idi ve genelde Umut ile konuştu. Ülkelerindeki baskı rejiminin zorluklarından bahsettiler. Internetin ISP ve proxyler vasıtası ile kısıtlandığından, ülkelerinde satılan veya tv de gösterilen filmlerin çok fazla makaslandığından bahsettiler. Ayrıca karşılaştığımız çoğu İranlı gibi İbrahim Tatlıses, Ebru Gündeş ve Sibel Can başta olmak üzere birkaç sanatçıyı daha hemencecik sayıverip şarkılarından da mırıldandılar.

Buradan ayrılıp hostelimize döndüğümüzde saat 23.00'ü göstermekte idi. Ve ben yorgunluk neticesinde bugüne son noktayı koyuverdim...

Esfahan'a, Serdar'a ve Bingöl'e Veda.. Sabah saat 7.30'da kalktım. Bizimkiler halen yatıyor. Anlaşılan bugün uykumu erkenden almışım. Bahçeye iniyorum bir şeyler yazmak üzere. Bahçede birkaç kişi mevcut, onlar da bir şeyler karalamakta.

Bizimkiler, güne yavaş yavaş merhaba derken yine internet kafenin açılış saati geliyor ve oraya doğru yollanıyorum. Az sonra bahçede yazı yazmakta olan Bob Marley'in sarışın mavi gözlü versiyonu, Avrupalı arkadaş da kuruluyor bilgisayarın başına. O benden erken ayrılmasına rağmen kafeden, 5$ ödüyor. Her ne yaptı ise bilgisayarda çok merak ediyorum.

Bu arada vakit yine epey ilerlemişken bizimkiler çıkageliyor. Yine plan, program hazır, bugün Esfahan'dan ayrılıyormuşuz, çantalarımızı şimdilik bir depoya koymamız gerekiyormuş, sonra da bilet işini halletmemiz. Serdarlar Şiraz'a gitmek üzere bilet alıyorlar. Biz ise Kerman'a geçeceğiz. Esfahan'dan Zahedan'a değil de Kerman'a geçmemizin nedeni tren güzergahının Kerman'da bitmesi. Yani Zahedan'a kadar tren yok.

Serdarlar Şiraz otobüs biletlerini hostel vasıtası ile aldılar. Hostel bir acenta vasıtası ile bu işi hallediyor ve komisyonunu da alıyor.

Burada her tarafa otobüs bulmak mümkün ama tren bulmak güç. Buradaki trenlerin Türkiye'deki hemcinslerinden daha bakımlı olduklarından daha önce bahsetmiştim ama İran'daki demiryolu ağı Türkiye'deki kadar geniş değil. Ayrıca Türkiye'de ülke içi demiryolu güzergahında istediğiniz herhangi bir yere, her gün tren bulabilirken burada öyle değil. Yani bazı yerlere 3-4 gün aralıklarla tren çalışmakta.

Umut, otelin resepsiyonundaki arkadaşlarla -ki aynı zamanda hostelin de sahipleri- iki kardeşten ingilizcesi daha iyi olan ile hararetli biçimde konuşuyor. Meğer buradan Kerman'a tren yokmuş. Biz de hostelin duvarlarında asılı tren hareket saatleri ve güzergahları ile yine duvarda asılı ayrıntılı bir İran haritası arasında mekik dokumaya başlıyoruz.

Madem bugün Esfahan'dan ayrılacağız Kerman'a da tren yok, o zaman Sirjan'a tren var mı diye bakıyoruz. Bander Abbas'a giden tren Sirjan'dan geçiyor ve bu gün saat 14:30'da Esfahan'dan hareket ediyormuş. Artık Sirjan'dan da otobüs ile Bam'a geçeriz diye düşünüyor iken Sirjan treninde yer kalmadığı haberini alıyoruz. Ama ben yine de rahatım çünkü bileti almak için tren istasyonuna gitmeyi düşünüyorum. Her nedense hostele bu konuda güvenemedim. İstasyondan güzergahımız üzerinde bir yerlere bilet bulacağımızdan eminim. O kadar eminim ki istasyona hemen gitmek yerine Esfahan'ı biraz daha gezelim öyle gideriz gibi bir karar alıyoruz Umut ile. Bunun üzerine çantalarımız depoda, Serdarlarda akşama Şiraz otobüs biletlerini almış oldukları halde tekrar Esfahan sokaklarına dalıyoruz.
İtiraf etmeliyim ki aklım trenden çok halen İmam Meydanında. Yine sokaklara, eski yapılara ve çinilere dalmışken meydana varamadan öğlen oluyor. Bu arada Serdar'lar da fikirlerini değiştiriyor ve Esfahan'da bir gün daha kalmak istiyorlar. Bu şehirden kopmak güç! Biz bir gün daha kalma durumunu trene bağlıyoruz. İstasyona varmadan bu netleşmeyecek. Hostele tekrar dönüyoruz. Serdarlar biletleri bir gün erteliyor. Ve bizim kalıp kalmayacağımızın belirsizliği nedeni ile bir Japon çiftin kaldığı odaya yerleşiyorlar. Bu arada ben de çektiğimiz fotoğrafları internet kafede CD'ye yazdırdım. Birer kopyasını paylaşıyoruz. Eğer saat 18.00'e kadar gitmemiş olursak Esfahan Merkez Kütüphanesi'nde buluşma kararı alıp vedalaşıyoruz. Vedalaşmak için birbirimize sarıldığımızda bu kadar alışmışken hem onlara hem de Esfahan'a, duygulanıyorum. Keşke hep beraber olsaydık!

Umut ile ben çantalarımız hostelin deposunda olduğu halde tren durumunu öğrenmek için istasyona gitmek üzere "şehir içi" otobüse biniyoruz. Sorduğumuzda şoför bizi yanlış anlamış olacak ki vardığımız yer tren istasyonu değil, otobüs istasyonu! Neyse sağlık olsun her ihtimale karşılık otobüs durumunu da öğrenmemiz gerekli idi zaten, tren işinin ne olacağı belli değil.

Otobüs terminalinde Kerman'a 20.30'da, Zahedan'a ise 17.30'da otobüs olduğunu öğrendik. Kerman 750 km'lik 10 saat süren bir yolculuk ve fiyatı 5000T. Zahedan ise 1250 km'lik 18 saat süren bir yolculuk ve fiyatı da 7000T. Otobüs terminalinden bu bilgileri edindikten sonra tren istasyonuna gitmek üzere yine "şehir içi" otobüslerden birine atlıyoruz. Şoförün tren istasyonunu onaylamasına rağmen, otobüsün şehre doğru yol aldığını gördüğümüzde yolda iniyoruz. Artık buradan otostop ile bir taksiye atlayıp tren istasyonuna ulaşıyoruz. Bizi istasyona bırakan Azeri Türkü sevgili kardeşimize teşekkürler ediyoruz. Bu arada otobüs istasyonu ile tren istasyonu arasında 15dk. süren uzun bir mesafe varmış. Otobüs istasyonu şehre daha yakın...

Ve tren istasyonunda, bilet ofisindeki hanımefendi ile yaklaşık bir saat sürecek diyaloğumuz başlıyor. İlk önce Umut kendisine ingilizce bilip bilmediğini soruyor. Görevli hanımefendi de çok güzel bir yanıt veriyor. "Sen Fransızca biliyor musun?!" Bu enteresan girişin ardından görevlinin yarım ingilizcesi ile anlaşmaya çalışıyoruz. Orada bir saatte edindiğimiz bilgi şu; Esfajan-Sirjan treni yarım saat önce yani 14.30'da hareket etmiş. Bir dahaki tren iki gün sonra imiş. Esfahan'dan Kerman'a tren yokmuş. Tahran'dan Kerman'a her gün bir adet tren varmış. Ve bu trenler Esfahan'a ve Sistan'a uğramadan Yezd üzerinden gidiyormuş. Bu son bilgiyi hatunun ağzından zorla aldığımızda bir an Yezd'e gitmeyi düşünüyoruz, Tahran-Kerman trenine buradan binmek için. Ancak daha sonra Cumartesi gününe kadar Tahran-Kerman trenlerinin dolu olduğunu o güzel tebessümü ile "anlatabildikten" sonra "Esfahan'da kalın burası çok güzel bir yer" diye eklemeyi de ihmal etmiyor.
Yukarıdaki haritada; Yeşil renkli birinci güzergah, Tahran-Kerman tren güzergahı, görüldüğü üzere bu tren Esfahan'a uğramıyor. siyah renkle belirttiğim ikinci güzergah Tahran-Esfahan tren güzergahı, mavi renkle belirttiğim üçüncü güzergah ise Esfahan-BanderAbbas tren güzergahıdır. Bu güzergahta Kerman'a en yakın istasyon Sirjan'dır.

4 Kasım Cumartesi günü Bander Abbas'a gidecek trenin 14.25' de hareket edeceğini belirtip, trenin güzergahını yanımda taşıdığım not defterime şu sıra ile yazıyor;

1.Esfahan 2.Maibod 3.Yazd 4.Bafgh 5.Sirjan 6. Bandarabas

Trenle Esfahan-Bafgh arası 6 saat, Esfahan-Bander Abbas arası 15 saat sürüyormuş. Onu da artık çalışma alanımız haline dönen not defterime şu şekilde yazıyor;

Esfahan (14.25)--------->Bafgh (20.08)--------->Sirjan (24.00)--------->BanderAbbas

Ayrıca tren bileti almak istersek buradan değil ama İnkılap Caddesindeki acentadan almamız gerektiğini söylüyor. Acentanın ismi de İnkılap (Enghelab) imiş. İnkılap caddesi, tren istasyonu yakasından şehre girişte Siosepol köprüsünün girişindeymiş. Esfahan-Kerman tren bileti 3000T.

Burada bir çırpıda anlattığım bilgileri, önümüzde tren saat ve güzergah listeleri ve demiryolu haritası olduğu halde hatunun ağzından ancak bir saatte alabildik. Bir ara sinirlenip defterime çizdiğim İran demiryolu haritasını çıkarıp "Esfahan'dan-Kerman'a nasıl tren olmaz" diye bağırdığımda işler biraz hızlanmıştı...Siz siz olun tren bilgilerini istasyonlara gelmeden önce internet üzerinden bir kontrol edin.

Şimdi kara kara düşünme zamanı... Otobüsle Kerman veya Zahedan'a mı gidelim? Yoksa Yezd'e gidip bugünkü Tahran-Kerman trenine mi şansımızı deneyelim? Yoksa Esfahan'da üç gün daha kalıp Kerman'a öyle mi gidelim? Umut ile tren istasyonundaki uzun müzakerelerimizin ardından bugün otobüsle Kerman'a gitmeyi kararlaştırıyoruz.
"Şehir içi" otobüs ile otobüs terminaline gitmek üzere tren istasyonunun yanındaki caddeye çıkıyoruz. Yarım saat bekledikten sonra otobüs geliyor ve biniyoruz. Otobüs öncelikle tren istasyonunun biraz daha dışındaki varoşlara şöyle bir uğradıktan sonra şehrin merkezine dönmek üzere otobüs terminalinden geçerken iniyoruz. Ve Kerman biletlerimizi alıyoruz. Biletleri alırken "otobüsler Volvo dimi abi" diye sormayı da ihmal etmiyoruz. Bu, seyahate çıktığımızdan beri ilk uzun yol otobüs tecrübemiz olacak...

Terminalden şehir merkezine çantalarımızı almak ve karınlarımızı doyurmak üzere yine bir "şehir içi" otobüse atlayarak ayrılıyoruz. Ama abartmıyorum bir sabah 15dk'da geldiğimiz bu yolu şimdi 1,5 saatte alıyoruz. İnanılmaz bir trafik var. Saat 17.00 ve akşam iş-okul çıkışı. Otobüsler, yollar öğrenci dolu. Otobüs terminaline doğru şehrin çıkışında üniversiteler ve okullar yoğunluk kazanıyor. Bu yüzden tüm duraklar ve otobüsler öğrenci dolu, bizim otobüsümüzde olduğu gibi. Otobüsün arkası yine kız dolu. Erkekler önde. Biz orta kapıdayız ve yönümüz kızlara bakıyor. Kızlar gayet rahat, muhabbet almış başını gitmekte, otobüsün arkasında.

Şehir merkezine girişte, şehri ikiye bölen nehir üzerindeki köprülerin girişinde trafik doruk noktasına ulaşmakta ve İstanbul trafiğini anımsatmakta. Burada şehrin iki yakasını bağlayan pek çok köprü var. Kimisi sadece yayalar için -ki Siosepol bunlardan biriydi- kimisi de araç trafiği için.

Şehir merkezine geldiğimizde ikişer porsiyon büyük sosislilerden yiyoruz. Her biri 1000T. Trafiği de düşünerek Serdar'lar ile buluşmak üzere kütüphaneye gidemeden 2000T'ye bir taksi tutup otobüs terminaline yollanıyoruz. Ama trafik nedeniyle gayet gerginim. Şoförlerle de aram iyi değil. Artık bu gerginlikle ağzıma ne gelirse söyleniyorum takside. Allahtan şoför Türkçe bilmiyor... ah bir bilse!.. neyse rahatladım!
Güç bela otobüs istasyonuna geldiğimizde saat 20.15 idi ve otobüsün hareketine 15 dakika vardı. Otobüsün kalkmasını beklerken Kerman'a giden yolculardan biri ile sohbet etmekteyim. Arada Türkçe konuşmalarımı duyan Azeri Türkü Tebriz'li arkadaşlardan biri geliyor yanımıza. Çok samimi ve canayakın. Heyecan içinde cep telefonuna kaydettiği bir klibi izletiyor bize. İstanbul'a gittiğinde Star TV'de yayınlanan İbo Show'a gitmiş. Orada sahneye çıkarak İbrahim Tatlıses ile konuşmuş. Çok mutluydu...

Zahedan'a Kerman üzerinden gideceğimi ta yolculuğa çıkmadan planlamıştım. Ve yolculuk boyunca İranlı arkadaşlar Kerman'dan itibaren Zahedan'a doğru olan bölgenin pek tekin olmadığından, orada uyuşturucu mafyasının bulunduğundan vs. bahsediyorlardı. Bu bizi çok fazla etkilemese de yolculara mesafeli ve şüpheli bakmamıza da neden olmuyor değildi.

Otobüste bize hemen şoförün arkasındaki ön koltukları vermişler. Bunda bilet yazanesindeki uzun saçlarını arkadan bağlamış, entelektüel görünümlü yaşlıca amcanın parmağı olsa gerek. Kendisi çok sıcak ve yardımseverdi.

Otobüsün saati gelince kalkıyor. Ve elveda Esfahan... elveda Serdar...ve elveda Bingöl...








 Yazılan Yorumlar...
İsmail Kaya
(22 Ocak 2012)

İran.Yönetiminden nefret ettiğim bir ülke ama aynı zamanda görmek için can attığım bir ülke.Elinize sağlık.

NEŞE
(05 Nisan 2011)

Hakan bu konuda tüm yazdıklarına sonuna kadar katılıyorum...Bu gezinin tadı böyle çıkar...

Uzak
(05 Nisan 2011)

Evet, gezilerime konulabilecek isim konusunda sizlere katılıyorum. Zaten benim de ilk düşündüğüm isim buydu!

hakangeziyor
(05 Nisan 2011)

Gerçekten yazınız gittikçe ilginçleşiyor. Sibel hanımın "Sefil gezi" tabirine aynen katılıyorum ama bence bir şehir ancak yürüyerek, yerel halkla irtibata geçerek, toplu ulaşımı deneyerek, bolca zaman geçirerek falan öğrenilir. Eminim herhangi bir turla buralara gitseydiniz aynı keyfi almazdınız. Ben de biraz sizin gibi gezmeyi sevdiğim için böyle düşünüyorum. Bilmem katılır mısınız?
Kaleminize sağlık...

Uzak
(05 Nisan 2011)

Teşekkürler. Sonraki durak Zahedan.

Sibel Sönmez
(05 Nisan 2011)

İrandaki sefil gezinizi okumak keyifli. Bundan sonraki durak neresi?

NEŞE
(31 Mart 2011)

Buram buram "doğu" kokan nefis ve karmaşık yolculuğunuzda her an yanınızda gibiyiz...Ateşgah çok ilgimi çekti,"Zerdüşt" inancı ile ilgili olduğunu ve kutsal ateşin yandığını biliyorum,bugün bile bu inançta olanlar var ve galiba da Yezd çevresinde yaşıyorlar..

Ferudun Babacan
(31 Mart 2011)

Gönül ferman dinlemiyor...
Ama o, ya bilmediğinden ya da yanındaki kara çarşaflı, beyaz ve temiz yüzlü ve aynı zamanda hoş olan kız arkadaşı ile fingirdeşmekten ve oynaşmaktan bir türlü beceremedi, programı yüklemeyi
Emeğine sağlık, mükemmel anlatım.

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.