Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Avusturya ::::: Viyana ::::: Viyana : Yaşlı Kıtanın Aristokrat Şehri - 2 (Son)        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Avusturya Viyana 03 Eylül 2011 06 Temmuz 2011
09 Temmuz 2011
10774 1 hakangeziyor 

 Viyana : Yaşlı Kıtanın Aristokrat Şehri - 2 (Son)
 (Genel)

Viyana'daki ikinci günümüze 08.30'da güzel bir kahvaltı ile başladık. Peynirinden meyvesine domatesinden kekine zengin bir açık büfe vardı. Otelden Museum Quarter metro durağına kadar yürüdük ve buradan 48 saat geçerli ulaşım bileti aldık (10 €) sonra önce U2 hattı ile Karlsplatz'a, oradan da U4 hattı ile Hütteldorf istikametinde meşhur Schönbrunn Sarayına geldik. (Saray gezimizi bir başka yazıda ayrıca kaleme alacağım)

Saray gezimizi saat 14.00'de tamamladıktan sonra geldiğimiz gibi U4 metro hattına binerek bu sefer Landstrasse durağına geldik. Dışarıya çıkar çıkmaz telefondaki GPS'i çalıştırdım ve yaklaşık 650 metre yürüyerek Kegelgasse ve Löwengasse'nin kesiştiği yerde köşede yer alan Hundertwasserhaus'a (Renkli Bina) geldik.
Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından 1986 yılında yapılan bu renkli bina Viyana'nın en çok ziyaretçi çeken yerlerinden birisi. Soğan kubbesi, çatısındaki yeşillikler ve hiç birisi birbirine benzemeyen rengarenk katlar var. Aslında buralar belediye toplu konutları imiş ama klasik ve sıkıcı bir planın dışına çıkmak isteyen sanatçı böyle bir bina inşa etmiş. Binanın ana girişinde küçük bir çeşme bulunuyor. Ön cephesinde aradığınız ne kadar renk varsa kullanılmış. Bir de tabi çatıdaki ağaçlar ve yeşillikler ilginç. Sizin anlayacağınız biraz uçuk kaçık, alışılmadık, çılgın ve renkli bir bina. Binanın içinde yaşayanlar bulunduğu için doğal olaral ziyarete kapalı tabi. Burayı görünce kaldığımız otelin de nereden esinlendiğini anlamış oldum.

Yorgunluğumuzu gidermek için hemen renkli binanın çaprazında yer alan Village Cafe'ye oturduk. Birer Wiener Melange (tanesi 2,60 €) eşliğinde hem binayı hem de gelip geçen insanları seyretme fırsatımız oldu. Daha sonra binanın hemen karşısındaki alışveriş yerini ziyaret ettik. Başta Renkli Bina olmak üzere Viyana ile ilgili her türlü hediyeliğin bulunduğu bu küçük üstü kapalı
1 no'lu tramvaya bindik ve meşhur "Ring" caddelerini takip ederek Rathaus Parkına ulaştık. Bu "Ring" caddeleri oldukça popüler. Bir zamanlar eski kent surlarının bulunduğu yere inşa edildiğinden pek çok önemli yapı caddenin içinde kalan bölümünde yer alıyor. Aynı zamanda yüksek ağaçlarla kaplı keyifli bir yürüyüş yolu olarak da tercih edilebilir. Parkta görkemli Belediye Sarayı'nın bulunmasının yanında Park, yıl boyunca çeşitli etkinliklere ve festivallere de ev sahipliği yapıyormuş. Biz oraya vardığımızda da eylül ayına kadar devam edecek olan Film Festivali'nin hazırlıkları devam ediyordu.

Yeni Belediye Sarayı (Neues Rathaus) kuleleri ve görkemiyle ön plana çıkıyor. Zaten Viyana'lıların şehirlerinden duydukları gururu anlatmak için tasarlanmış. Binada 1575 oda varmış ve ön cephesi akşamları çok güzel biçimde aydınlatılıyormuş.

Belediye binasının önündeki Reichstrasseyi takip edince Viyana'nın bir diğer önemli kiliselerinden birisi olan Votivkirche'ye ulaştık. Franz Josep'in 1853 yılında Macar terzi Libenyi'nin bıçaklı saldırısından sağ kurtulması üzerine kardeşi Maximilian tarafından yaptırılan kilise ücretsiz olarak gezilebiliyor. Kilisenin hemen karşısındaki Freud Parkında insanlar kırmızı şezlonglarda güneşleniyorlardı. Bu şezlongları belediye koyuyormuş parka.
Geriye dönüp Belediye binasının önünden ilerledik. Caddenin sonunda sola Ring'lerden birisine döndüğümüzde ise karşımıza muhteşem Parlemento binası çıktı. 1873 -1883 yılları arasında inşa edilen binada antik Yunan tarzını hemen görüyorsunuz. Ana giriş kapısında Yunanlı filozofların heykelleri sıralanmış. Hemen ön taraftaki çeşmenin orada Bilgelik Tanrıçası olan Athena elinde asasıyla başrollerde. Yanlarda yine heybetli bronz atlı heykeller. Hiçbir şeyden kaçınılmamış anlaşılan. Ve biz adamların Meclis binasının kapısının önünde elimizi kolumuzu sallayarak yürüyoruz. Biz de nasıl peki ? Neyse...

Parlemento binasının hemen karşısında yer alan Volksgarten'da dünyanın farklı bölgelerinden getirilen gülleri görmeniz mümkün. Her birisinin altına türünü ve ait olduğu ülke/bölgeyi yazmışlar. Ayrıca Athena Tapınağını andıran bir de yapı mevcut. Bahçe son derece bakımlı ve güzel. Buradan aşağıya doğru devam ettiğinizde Hofburg Sarayının bulunduğu Heldenplatz'a çıkıyorsunuz. Şişelerimizi buz gibi suyla doldurduk. Cem'i beklerken hemen orada duran faytonları seyrettim biraz. Bu tarz bir gezi yapmak oldukça keyifli olabilir ama fiyatları bence yüksek: Yirmi dakikalık tur 40 €, kırk dakikalık tur 65 € ve bir saatlik tur ise 95 €.

Kubbenin altından geçip Michaelerplatz'a çıkmak istedik ama yolu kapatmışlardı. Arkadan dolaşıp meydana geldiğimizde İspanyol Binicilik Okulu'daki gösteri için kapatılmış olduğunu anladık. Binicilik Okulu'nun (Spanische Hofreitschule) tarihi 16. yüzyıla kadar gidiyor. Bugünkü yapısına ise 19. yüzyılda kavuşmuş. Atların belirli bir kareografi dahilinde gerçekleştirdikleri muhteşem gösterileri izlemek için her yıl binlerce insan Viyana'ya akın ediyormuş. İnternette küçük bir araştırma yaparak gösteri biletlerinin, koltuk yerine göre, 23 ila 130 € arasında olduğunu öğrendim.
Starbucks'ın önünden devam ettiğimizde biraz sonra Albertinaplatz'a çıktık. Sacher Otel ve Mozart Kafe tam karşımızda bizi selamlıyordu. Bu arada Viyana'nın tam bir cafeler şehri olduğunu da belirtmem lazım. Neredeyse her köşe başında bir hatta iki tane cafe mevcut. Çok da güzel pastaları olduğundan kahve keyfi daha da bir anlam kazanıyor herhalde. Biz de Cem'le bol bol güzel kahvelerin tadına bakmaya çalıştık.

Biraz dinlenmek için otele ulaştığımızda saat 18.45'ti. Resepsiyonda bulunan güleryüzlü genç delikanlıya (bizim suratsız kadın öğleden sonraları ve akşamları yok) güzel ve geleneksel Viyana tatlarını deneyebileceğimiz bir restoran ismi sorduk ve aşağıya indiğimizde yardımcı olacağını söyledi. Güzel bir duş alıp resepsiyona indiğimizde saat tam 20.00 olmuştu. Resepsiyondaki delikanlı bize geleneksel. Lezzetli ve ekonomik Viyana yemekleri yiyebileceğimiz bir restoranın adresini google.maps haritası üzerinde gösterdi ve bir çıktı alarak kağıdı bize verdi. Bizde Cem'le "Siebensternbrau" adlı restorana (Siebensterngasse 19, 1070, Wien) doğru yola koyulduk.

Restoranı bulduğumuzda çok acıkmıştık ama hevesimiz kursağımızda kaldı. Biz şinitzel yemeyi kafaya koymuştuk ama garson sadece domuz etinden yapıldığını söyleyince vazgeçtik. Aşağıya doğru Museumquartier'e doğru yürürken sol taraftaki Spittelberg sokağını nispeten hareketli görünce daldık sokağa. İyiki de öyle yapmışız. Biraz ileride sağlı sollu restoranlar başladı. Önlerinde yer alan menülere bakarak "Gasthaus Am Spittelberg" de karar kıldık. Menü fiyatı içecek hariç adam başı 13,90 €. Ancak şinitzelinizin %100 dana etinden yapılmasını istiyorsanız 2 € fark ödüyorsunuz. Birer et sulu Viyana usulü erişteli çorba, şinitzel, tatlı olarak sacher torte menümüz dahilinde mideye indirildi. Kuru kuruya gitmeyeceği için büyük biralarımız da (tanesi 3,60 €) eksik olmadı tabi. Viyana'da şinitzel genelde patatesle ve özel bir salatayla sunuluyor. Açık söylemek gerekirse dana etli şinitzeli çok sevmedim. Tatlı da orijinal yerinde yendikten sonra keyif vermedi. Çorba ve salata ise nefisti doğrusu.
Saat 22.00'de yemek faslını tamamladıktan sonra iki önemli müzenin arasından ve Maria Theresa heykelinin yanından önce Hofburg Sarayına, sonra da Graben caddesine vardık. Oldukça kalabalık ama gündüz gibi değil tabi. Biraz dolaştıktan sonra birer bira alarak hareketli bir banka oturduk. Sohbet ve gelen geçeni seyrederken saatin 24.00 olduğunu farkettik. 20 dakikalık bir yürüyüşten sonra otele vardığımızda günün aslında ne kadar yorucu geçtiğini anladım... .............. Viyana'da son günümüz...Kahvaltımızı yapıp eşyalarımızı hotelin kilitli emanet odasına koyduğumuzda saat 10.00 olmuştu. Gideceğimiz yer Viyana'nın diğer bir popüler gezi yerlerinden olan Belvedere Sarayı idi. Otelin önünden geçen 57 no'lu otobüsle Opernring'e geldik. Buradan D tramvayına Sudbanhoff istikametinde binerek Belvedere durağında indik.

Osmanlıları yenilgiye uğrattığı için Habsburg generallerinin en ünlülerinden birisi olan Savoy Prensi Eugene'nin siparişi üzerine 1663-1736 yılları arasında inşa edilen Barok Saray, Yukarı (Upper) Belvedere ve Aşağı (Lower) Belvedere olmak üzere iki bina ve bunların arasında geniş bir bahçeden oluşuyor. Yukarı Belvedere aynı zamanda sezession akımının kurucularından meşhur ressam Gustav Klimt'in en geniş koleksiyonunun sergilendiği bir sanat galerisi olarak faaliyet gösteriyor. Ünlü "Öpüş" (Kiss) tablosu da burada sergileniyor. Aşağı Belvedere ise daha çok Prens'in kişisel eşyalarının sergilendiği bir yer.
Sarayın bahçesini gezmek ücretsiz. Her iki Belvedere'yi ve limonluk ile ahırları da gezmek isterseniz kombine bilet için 14 € ödüyorsunuz. Yok ben Saraylardan sadece bir tanesine girmek istiyorum derseniz o zaman tanesi 9,50 €. Tabi sizler de Cem'le benim gibi sanat özürlü iseniz sadece bahçeyi gezmeyi karar verebilirsiniz.

Saraya Yukarı Belvedere tarafından giriş yaptığımız için aşağıya doğru yürümeye başladık. Bahçeler düzenli ama açıkça söylemek gerekirse bir Schönbrunn Sarayı gibi değil. Yukarı Belvedere'nin ön cephesi gerçekten etkileyici. Aşağıya doğru hoş bir bahçe manzarası var. Özellikle Fransız tarzı bahçenin orta bölgesinde yer alan Pamukkale tarzı katmanlı havuz ve civarındaki heykeller güzel ama çok da etkilediğini söyleyemem. Belki de doğru tercih önce burasını gezmek ve daha sonra Schönbrunn Sarayına gitmek.

Umduğumuzdan daha kısa süren Belvedere Saray gezimiz aşağı Belvedere'de son bulduğunda karşımıza bir gün önce uğradığımız Özgürlük Meydanı çıktı. Fazladan zamanımızın kaldığını düşünerek Cem'e Savaş Müzesi'ni (Army Museum) gezmeyi teklif ettim ve kabul etti. Tramvay durağına doğru yürürken önünden geçtiğimiz Cafe Prinz'de küçük bir mola vererek birer cafe latte içtik (2,60 €). Yeniden D tramvayına binerek son durak olan Sudbanhoff'da indik. Elektrik direklerindeki müze levhalarını takipederek yaklaşık 5-6 dakikalık kısa bir yürüyüşten sonra Savaş Müzesi karşımızdaydı.

Arsenal bölgesinde kalan Savaş Müzesi (Heeresgeschichtliches Museum) dışarıdan bakıldığında bir kale havası veriyor. 1850-1856 yılları arasında yapılan bina Viyana'nın en eski müzelerinden birisi olarak kabul ediliyor. Beş ana bölümü ile müze 16. yüzyıldan 1918 yılına kadar Habsburg İmparatorluğunun tarihçesini anlatıyor. Bunun dışında sonradan eklenen bölümde ise 2. Dünya Savaşına giden süreç ve savaştan kesitler sunuyor.
Savaş Müzesine giriş ücreti 5,10 €. Her ayın ilk Pazar günü giriş ücretsiz. Ayrıca 19 yaşının altındaki herkes de müzeyi ücretsiz gezebiliyor. Biletlerimizi alıyoruz ve herhangi bir kontrolden geçmeden müzeye giriyoruz. İlk bölümde hikaye meşhur 30 yıl savaşları ile başlıyor. Bildiğiniz gibi 30 yıl savaşları hemen hemen tüm Avrupa'nın yer aldığı bir protestan-katolik savaşı. Vestfalya Barışı ile sona eren savaşların en büyük sonucu Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun farklı devletlere ayrılması. Bu bölümde o dönemde kullanılan silahlar, giysiler sergileniyor. Ayrıca tablolarda da savaşlar resimlendirilmiş.

Müzenin ikinci bölümü belki de bizi en çok ilgilendiren yer. Zira 1683 yılındaki Osmanlı kuşatmasını ve devamını anlatıyor. Osmanlı askerlerinin silahları, özellikle de okçuların muazzam başarısı resmediliyor ve anlatılıyor. Tam ortada yer alan devasa tabloda savaştan enstanteneler yer alıyor. Polonya Kralı Sobieski'nin Kahlenberg tepelerinden gelerek Osmanlıyı gafil avlaması kuşatmanın sonucunu belirlemiş. Tabi, orada yazmıyor ama Kırım Hanı destek sözünü tutsaymış Polonyalılar gelemeyeceği için tarihin akışı bugünden farklı olabilirmiş.

Osmanlı bölümünün içinde meşhur Prens Eugene'ye de özel bir yer ayrılmış. Ne de olsa Osmanlı imparatorluğu dahil pek çok ülkeye karşı zaferler kazanmış bir general. 1716 yılındaki savaşta Damat Ali Paşa'nın şehit olması sonrasında ele geçirilen otağı aynen muhafaza edilmiş. Belki de müzenin en değerli parçalarından birisi.
Bunun dışında Maria Theresa bölümü, Napolyon savaşları bölümü, güzel kraliçe Sisi'nin eşi Kaiser Francis Joseph bölümü diğer alanlar. Bunun dışında zemin katta 1918-1945 yılları Avusturya tarihinin anlatıldığı ayrı bir bölüm daha mevcut. Burada tanklar, küçük uçaklar ve denizaltılar da sergileniyor. Farklı bir bölümde ise tamamen savaş malzemeleri, toplar, tanklar ve diğer ağır silahların sergilendiği bir bölüm daha var.

Keyifli müze gezimizi tamamladığımızda saat 14.30 olmuştu. Çıkışta indiğimiz duraktan D tramvayına binerek Schuttentor durağına kadar geldik. Burası aynı zamanda üniversite durağı olarak da biliniyor. Wahringer caddesi boyunca yürüyüşe başladık. Hedefimizde Liechtenstein Sarayı vardı. Ara sokaklarda ilerlerken bir ara Amerikan Büyükelçiliğinin önünden geçtik. Bu Amerikalılar gerçekten çok korkak insanlar. Sanırsınız ortada savaş var, bunlarda tahkimat yapmışlar sokağın iki yanına. Neyse biz konumuza dönelim...Sarayın ana girişi Fürstengasse'den ama biz tarihi bahçe kapısının yer aldığı Alserbachstrasse'den giriş yaptık. Yemyeşil yüksek ağaçların arasında ilerleyerek sarayın bulunduğu bölgeye ulaştık.

Saray, 17. yüzyılın sonlarında Liechtenstein ailesi için yazlık malikane olarak inşa edilmiş. Saray bugün için Rubens, Van Dyck ve Rembrandt gibi önemli sanatçıların eserlerinin sergilendiği bir sanat müzesi vazifesi görüyor. Biz küçük bahçesini gezdikten sonra içeriye girmedik ve tam önündeki banklarda oturup gelip geçeni seyretmeyi tercih ettik. Ama meraklısı için giriş ücretinin 10 € olduğunu söyleyeyim.
Çıkışta Hofer süpermarketten ufak tefek alışveriş yaptık. Almanya'da "Aldi" olarak bilinen süpermarket zinciri Avusturya'da "Hofer" olmuş. Yürüyüşümüze devam ederken haritadan ünlü besteci Franz Schubert'in Nussdorfer caddesi 54 no'daki evine çok yakın olduğumuzu görünce bir ziyaret edelim dedik ama maalesef kapalıydı.

Artık Viyana'da birkaç saatimiz kaldığı için merkeze dönmeye karar vermiştik ki tam karşımızda 38 no'lu tramvayın durdu. Tramvayın üzerinde Grinzing yazıyordu. Aslında mutlaka görülmesi gereken bu şirin yere zamanımız yetmeyeceği için gidemeyeceğimizi düşünmüştük. Cem'le kısa bir bakışmadan sonra kendimizi Grinzing yolunda bulduk.

Grinzing, Viyana'nın en tanınmış şarap üretim bölgesi. Kentin eteklerinde yer alan bu şirin bölge bir zamanlar şarap tüccarlarının yaşadığı küçük bir köymüş. Bugünse popüler şarap evlerine akın edilen, şirin ve bahçeli restoranlarında güzel yemeklerin yendiği turistik bir bölge haline gelmiş.
Tramvaydan son durakta inerek Grinzing'in dar sokaklarında dolaşmaya başladık. Renkli, en çok bir-iki katlı şirin evler ve bolca yerel meyhanelerle süslenmiş bir yer. Buradaki meyhanelere genel olarak "Heurigen" deniyormuş. Anlamı ise kendi şarabını kendisi yapan meyhane. Evlerin yapısından burada oturanların nispeten ekonomik durumunun iyi olduğu izlenimine kapılıyoruz. Gündüz gözüyle ortalık fazla sessiz olsa da Grinzing vakti olanlar için görülmesi gereken bir yer bence. Aynı zamanda pek çok yerde şarap açacaklarından oluşan koleksiyonlar var. İrili ufaklı yüzlerce tirbuşon...

Grinzing'de gezerken bu sefer karşıdan 38-A no'lu Kahlenberg otobüsünün geldiğini gördük. Şeytan yine bizi dürttü ve atladık otobüse. Yaklaşık 20 dakika sık ormanlık bir yoldan sürekli tırmanarak Kahlenberg'e ulaştık. Burası Viyana'ya yaklaşık 8,5 km uzaklıkta, 484 metre yükseklikte, ağaçlarla ve bağlarla kaplı bir alan. Nefis ötesi bir Viyana ve Tuna manzarası var. Her ikimizde keşke burada daha fazla zaman geçirebilseydik diye düşündük ama vaktimiz sınırlıydı. Bol bol fotoğraf çektik.

Kahlenberg bölgesinin bizim açımızdan ayrı bir özelliği daha var. 1683 Osmanlı kuşatması sırasında Sobieski yönetimindeki Polonya birlikleri bu tepelerden saldırıya geçmişler ve ordumuzu arkadan çevirerek yenilgiye uğratmışlar. Tepede bulunan Barok tarzdaki kilise de bu tarihi olayın anısına inşa edilmiş. Duvarında Kral Lobieski'ye ithafen bir yazıt mevcut.
Bu noktada küçük bir tavsiye de bulunmak istiyorum. Viyana'ya gelmeden önce bazı turizm şirketlerinin detaylı programlarını incelediğimde Grinzing-Kahlenberg bölgesinin extra tur kapsamında satıldığını ve fiyatların yaklaşık 50-60 € olduğunu okumuştum. Bence hiç gerek yok. Anlattığım gibi buraya gelmek de gezmek de öyle çok büyük işler değil. Toplam dört bilet harcayarak ya da günlük bir bilet alarak en fazla 5,70 €'ya gidip dönmeniz mümkün. Kalan para da size ve yanınızda bir kişiye güzel bir öğle ya da akşam yemeği olsun. Karar sizin...

Arzu ederseniz Grinzing-Kahlenberg arasında Nisan-Ekim ayları arasında indi-bindi usulü çalışan tren benzeri gezi aracına binerek de bu iki bölgeyi gezebilirsiniz. Yaklaşık 60 dakikalık bu yolculukta belirli yerlerde inip gezdikten sonra her saat başı gelen diğer araca binerek yolculuğunuza devam edebilirsiniz. Yetişkin ücreti adam başı 7,80 €.

17.40 otobüsüne binerek önce Heiligenstadt'ta indik, daha sonra U4 metro hattı ile Karlsplatz'a, oradan da U2 ile Museumquartier'a geldik. Otele doğru ilerlerken daha önceden planladığımız gibi Starbucks'a uğrayarak Cem'in biriktirdiği bardaklardan aldık. (12 €) Türkiş Restoranda birer dürüm döneri ayranla midemize indirdikten sonra (5,40 €) otelimize geldik. Emanet odasından eşyalarımızı aldıktan sonra ağır adımlarla Westbanhof'a doğru yürümeye başladık. Tren garına vardığımızda saat tam 19.45'ti. Altı no'lu peronda bizi bekleyen Budapeşte treni oldukça uzundu. Sonradan öğrendik ki bizi bıraktıktan sonra Bükreş'e kadar devam ediyormuş.

Viyana, her yönüyle asaletin ve aristokrasinin şehri. Bunu her yerde görebiliyorsunuz. Sarayları, parkları, müzeleri, sanatçıları ve daha pek çok değeri ile görülmeyi çoktan hakediyor. Darısı başınıza...

Görüşmek üzere...








 Yazılan Yorumlar...
NEŞE
(03 Eylül 2011)

Sevgili Hakan,çok güzel bir final oldu bu yazı..Hundertwasser gerçekten çok ilginç değil mi,böyle bir apartman sitesi burada da olsa ne güzel olur...Meclis in önünden geçerken ben de benzer duygulara kapılmıştım,en ufak bir koruma ve engelleme yok,milletin meclisinde..Viyana daki "cafe" bolluğunun nedeni,geçen yüzyılda çok kısıtlı olan ısıtma sistemleri sebebi ile milletin kitabını ,gazetesini alıp cafelerde vakit geçirmesi imiş...Sizin yiyemediğiniz schnitzel i ben "sieben stern "de yemiştim,çok güzel bir yer,ben beğendim..Belvedere yi gezmediğinize üzüldüm doğrusu,bir daha Gustav Klimt orijinallerini nerede bulacaksınız ?Lichtenstein sarayında bir akşam konsere gitmiştik,nefisti...Çok teşekkürler,ellerine sağlık bu güzel yazı serisi için..

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.