|
Budapeşte : Tuna Nehrinin Kalbinde Bir Cennet... (Genel)
|
Macaristan'ın başkenti Budapeşte çok uzun bir süredir gitmek istediğim şehirlerin başında geliyordu. Haftalar öncesinden planlarımı yapmış, gezi için neler götüreceğimi ayarlamış ve çoktan hazırlanmaya başlamıştım. Yolculuktan bir önceki gece heyecandan gözlerime uyku girmemişti. Sürekli olarak, meşhur Asma Köprü, görkemli Parlamento binası, Tuna nehri ve etrafındaki yapılar gözümün önüne geliyor içim içime sığmıyordu.
Yolculuk günü son andaki uçak saatinin değişmesi üzerine zamanımızın büyük bir kısmını Atatürk havalimanında takılmış ve gerilmiş olarak geçirdik. Gerçek bir gezginin yapacağı gibi sabahtan çıkıp, uçağa binip, havaalanında inip doğruca otele gidip hemen eşyalarımı bırakıp, tabiri caizse ayağımın tozu ile hemen gezmeye başlamak istiyordum. Ama uçak saatinin değişmesi neredeyse bütün hevesimi kursağımda bırakmıştı. Birçok büyük şehir gibi Budapeşte'yi de kısa sürede gezmek mümkün değil. Bu sebepten dolayı ne kadar çok zaman yaratabilirsem o kadar avantajım olur diye düşünüyordum. Gerekirse gece gezecek ama istediğim yerleri görmeden dönmeyecektim ülkeme.
Bekleyiş ve yolculuk kısımlarında çok istediği bir sinemaya gidecek veya uzun zamandır görmediği sevgilisine kavuşacak bir âşık gibi duruyordum. Uçak iniş yaparken binlerce metre yukardan şehrin siluetini gördüm. İçimden 'nihayet oluyor' galiba diye geçirdim. Uçak iner inmez koşar adımlarla çantamızı alıp otele doğru yola koyulduk.
Otele gelirken rehberimiz tarafından ayaküstü Macarlar hakkında ufak tefek bilgiler edindik. Öğrendiğimize göre Avrupalı da olsalar dil konusunda baya tutucularmış. Evrensel olan birçok sözcük onlarda farklı anlamlarda kullanılıyormuş. Doğrudan devşirmek yerine farklı sözcükler bularak kendi dillerinde o şekilde kullanılırlarmış.
Kafamda planladığım gibi, gelir gelmez "Vakit nakittir!" düşüncesiyle hemen eşyaları bırakıp haritamı elime aldığım gibi dışarı fırladım. Vakit çok erken değildi ama yine de güneş batmamıştı ve göreceğim yerleri hala görebilirim diye düşünüyordum. Otel tam tren istasyonunun -onların deyişiyle Keleti Palyaudvar- karşısındaydı. Önceden duyduğum hikâyelerin, Macar öykülerinin başkahramanlarının ve Macaristan'ın kurucularının heykellerinin bulunduğu Kahramanlar Meydanı'na çok uzak değildim. Meydanın olduğu yönü referans alarak koşar adımlarla sanki meydan geldiğim zaman orada olmayacakmış edasıyla ilerliyordum.
Biraz ilerlemeden sonra meydan en güzel ihtişamıyla karşımdaydı. Gece ışıklandırması ve akşamın güzelliği heykelleri ve de bulunduğu meydanı daha bir güzel kılmıştı. Meydanın tam ortasında zamanın kurucusu Arpad ve atlıları bulunmaktadır. Arkasında iki yana yay biçiminde uzanmış sanki onu destekleyen biçimde duran, kuruluşundan bu yana ülkede rol üstlenen önemli din, devlet ve siyaset insanları yer almaktadır.
Kahramanlar Meydanı'nın o muhteşem siluetini aklımıza kazıdıktan sonra, tarih olarak tam da Macarların kurtuluş bayramı kutlamalarına denk gelmiş olduğumuzu hatırladık. Kutlamalar esnasında Tuna Nehri boyunca ve özellikle meşhur Asma Köprüsü civarında festivaller düzenlendiğini öğrendik. Sanki bu öğrenmemizi bekliyorlarmış gibi ayni o dakikalarda görkemli bir havai fişek gösterisi başladı. Göğün karanlığı onlarca çeşit renk ile aydınlanır. Mesajın alındığını ve orada olmamız gerektiğini bildiğimizden koşar adımlarla Tuna Nehrine doğru ilerlemeye başladık. Bütün halk kıyıda olduğundan iç kesimlerde bir tek insan dahi yoktu, yollar bomboştu. Biraz ilerlemeden sonra yolların neden boş olduğunu kesin bir şekilde görmüş olduk. On binlerce insan nehir kıyısına toplanmış ve kutlamaları gerçekleştiriyordu.
Kalabalık içinde dolaşırken kutlama alanının Asma köprünün hemen ayaklarına kurulmuş olduğunu gördük. Yönümüzü köprüye doğru değiştirerek Tuna nehrine ve bu köprüye biraz daha yakından bakalım dedik. Son derece güzel bir mimariye sahip ve kızgın Tuna Nehri'ni sanki dizginlermiş gibi bir edayla ayakta duruyordu köprü. Köprünün üstünden şehrin gece manzarası muhteşemdi. Yol yorgunluğunun da bastırması üzerine, o muhteşem atmosferi sabah tekrar yasamak umuduyla şehri saygıyla selamlayıp otelimize döndük.
Sabah, günün ilk ışıklarıyla hızlıca kahvaltımızı edip yollara koyulduk. Amacımız; Parlamento binası, Matyas Kilisesi, Kraliyet sarayı basta olmak üzere tüm şehirdeki görülecek yerleri gezmekti. Sıradan başlayalım dedik ve rotamızı Parlamento binası basta olacak şekilde ayarladık. Bina etraftaki herkese `Ben buradayım!!` der gibi tüm ihtişamıyla günesin altında parlıyor.Son derece göz alici ve şehrin mutlaka görülmesi gereken yerlerinin başında gelmektedir. Binanın nehrin arka tarafında kalan cephesinin hemen yanında donemin önemli isimlerinden Layosh Kossuth`un heykeli bulunmaktadır.
Tuna nehri boyunca ilerleyip karşıya şehrin 'Buda' tarafına geçtik. En önemli kiliselerinden biri olan Matyas kilisesine gelmeden önce yol üstünde Gotik ve Neogotik tarzında güzel yapılar karsımıza çıktı. Budai Református Egyházközség isimli kilise standardın dışında bir tasarıma sahip olduğundan gidilmesi gereken bir yapı. Ayni şekilde yine yol üstünde Batthyány tér isimli kilise yakin bölge içinde farklı mimariye sahip kiliselerden biri.
Sırtımızı Tuna nehrine donup tırmanmaya başladık. Matyas kilisesi ve balıkçı tabyaları kıyıdan biraz daha yukarda, tepede bulunuyor. Her ne kadar tabya kelimesi kullanılsa da bugüne kadar savunma amaçlı olarak işlev görmemişler. Zamanında balıkçılar loncası orada bulunduğu için adini oradan almış. Kıyının içlerinde yer alıyor, binalardan doğru düzgün bir yol görünmüyor olsa da, kilisenin ihtişamı her yerden rahatça görüleceği için tüm yollar Matyas`a deyisiyle kaybolma korkusu olmaksızın yokuşları çıktık ve kendimizi kilisenin önünde bulduk.
Yürüyerek tepenin altlarından gelen misafirleri, devasa tabyalar ve görkemli merdivenler karşılar. Merdivenler çıkılınca Matyas heykeli ve kilisenin meydanı karşınıza çıkıyor. Tabyalara çıkmak ücretli olsa da sanırım görülecek manzara karşısında her kuruşa değiyor demekten başka çare kalmıyor. Şehrin 'Peşte' tarafı tamamen ayaklarınızın altında ve her noktası sanki sizin için serilmiş gibi karsınıza çıkıyor. Karşımda muhteşem manzara, arkamda görkemli Matyas kilisesi, etrafımda bu kadar güzelliğin bir arada olusu beni o anda nefessiz bıraktı. Yolculuğun en başından bu yana içinde olmak istediğim o kısacık an gerçekleşmişti.
Avrupa mimarisi ve kilise dokusunu sevenler için vazgeçilmez bir yapı olarak gösterebileceğim Matyas kilisesi kilometrelerce uzaktan bile kendisini belli eden, yüksek ve göz alıcı can kulesiyle cüretkâr ve zamana meydan okuyan bir yapı.
Matyas kilisesi civarında gezimizi tamamladıktan sonra kraliyet sarayına doğru yola koyulduk. Saray civarına vardığımızda saray civarında hazırlanmış olan bir festivale denk geldik. Sonradan öğrendiğimize göre bir folklor festivaliymiş. Geleneksel kıyafetlerin giyilip, geleneksel dansların edildiği ve yemeklerin yenildiği bir günmüş. Son derece renkli görüntüler ve kişiler eşliğinde kraliyet sarayının etrafını gezmeye koyulduk. Saray son derece muazzam ve şehrin Buda kısmında olmasının verdiği avantaj ile şehrin merkezine bakan kısımları harika denecek bir güzelliğe ev sahipliği yapıyor.
Şehrin belki de beni çeken en güzel özelliklerinden biri Tuna nehrinin şehre kattığı anlamdır. Şehrin kalbi vazifesinde olan bu nehrin etrafında bulunan her yapı nehrin güzelliği ile daha da efsaneleşmiş. Yüksek tepelere bile çıktığımda tek görebildiğim Tuna nehri ve nehrin çevresinde bulunan önemli yapılardı. Bu kadar güzel planlanmış bir şehri görmek bana ayrı bir zevk verdi. Bütün sokakların son derece muntazam olması ve kesişimlerin düzgün olması arkada isleyen sistemin çok düzgün olduğunu hatırlattı.
Manzara ve Tuna nehrine bu kadar düşkün olmuşken Gellert Tepesi`ne çıkmamak kesinlikle kabul edilmezdi. Budapeşte'nin merkez kısmında en yüksek noktası kabul edilen bu tepe, 11. yüzyılda paganlar tarafından öldürülen Hıristiyan piskopos Gellert`in adini almış. Tepenin nehre bakan kısmında Aziz Gellert`in heykeli bulunuyor. Tırmanmaya devam ettikçe bu tepenin uzaktan da görüldüğü kadar alçak olmadığının farkına varıyoruz. Yol ağaçlık ve gölge olmasına rağmen yine de insanda birkaç defa durup dinlenme ihtiyacı doğuyor. Kondisyonunuza güvenseniz de güvenmeseniz de sırt çantanıza bol bol sıvı ve yiyecek doldurup tırmanmaya başlamanız şiddetle tavsiye edilir. "Sıkıntı yoksa ödülde yoktur!" diyerek gözümüzü kararttık ve tepenin sonuna kadar tırmandık. Gördüklerim beklentilerimin de ötesinde beni çok büyük bir hazza ulaştırdı. Tek kelimeyle `kusursuz`!!!
Yorgunluğumuzu şehrin manzarasına bakıp attıktan sonra tepede bulunan ve barışı temsil eden Defne Tutan Kadın heykeline doğru ilerledik. Yol üzerinde ikinci dünya savasından kalma havan ve uçaksavar topları mevcuttu. Barışın temsil edildiği bir yerde böyle savaş araçlarının bulunması aklımızdaki işi tezada sürüklese de bu durum üzerinde fazla düşünmemeye gayret ettim. Heykel tepenin nehre bakmayan tarafına doğru inşa edilmiş. Etrafında dükkânlar ve restoranlar mevcut ancak fazla sayıda olmadığından dolayı restoranların fiyatları normalin biraz yukarısında seyrediyor.
Tepede gezmeyi tamamlayıp aşağıya Elizabeth köprüsüne doğru yol aldık. Köprünün üzerinden birçok güzel yerleri görmek mümkündür. Köprünün hemen bitişinde Budapeşte'nin önemli caddelerinden biri olan Vaci caddesine girdik. İki tarafı dükkânlarla çevrili olan bu cadde gençlerin uğrak yeri olarak biliniyormuş. Popüler bir cadde olduğundan dolayı dükkân ve restoranlarında fiyatları bu popülariteye göre biçimlendirilmiş.
Caddenin sonundan biraz daha doğuya doğru gittiğinizde Dohány utcai zsinagóga (Dohany caddesi Sinagogu) karşınıza çıkıyor. Şehirde bulunan en eski sinagoglardan biri olma özelliği bulunan bu yapı son derece güzel korunmuş ve bugüne kadar getirilmiş. Hıristiyan bir toplum içinde Yahudiler için böylesine büyük ve görkemli bir yapının varlığını görmek, barış ve uyum içinde bir toplum sinyalleri veriyor. Bina içi ve çevresi bakımlı ve güzel korunmuş. Toplum tarafından önem verilen bir bina olduğu birçok yönden belli oluyor.
Sinagog etrafında görülecekleri tamamladıktan sonra, en sona en güzeli bırakmak adına şehrin her tarafından da rahatlıkla görünen Aziz İstvan bazilikasına doğru yola çıkıyoruz. Şehrin belki de en güzel yapısı olduğunu düşündüğümden dolayı zamanımın çoğunu burada harcamaktan hiçbir rahatsızlık duymadım.
Bazilikanın önüne geldiğimizde hali hazırda kurulmuş yüzlerce sandalye gördük. Aksam için konser hazırlıklarının yapıldığı alanda birçok insan bu hazırlıklara yardımcı oluyordu. Sahne kurulmuş ve konser öncesi prova yapılıyordu. Sadece provalarda bile dinlemek için yüzlerce insanin etrafta olusu ve parçalar bittikten sonra büyük bir zevk ile alkışladıklarını görmek bende Avrupa insanının müzik merakını ve isteğini tekrar vurguladı. Sahnenin arkasından bazilikaya giriş yaptık. Girdikten sonra önceki düşüncelerimde ne denli hakli olduğunu gördüm. Burada, değil bir saat tüm gün bile geçirse insan bu mimariye, bu ustalığa ve yapının görkemine doyamaz. Işığın camlardan içeri süzülüp ortamı aydınlatışı, vitrayların size selamlar gözüyle bakıp karşılaması, tüm içindeki nesneler bile incelikle düşünülmüş ve ona göre yerleştirilmiş bir yapı.
Gerektiği kadar kaldığımı düşünmesem de, kapanış saati geldiği ve konser hazırlıklarının hızlandığını görünce bazilikadan dışarı çıkmak durumunda kaldık. Bazilikadan uzaklaşırken bir yandan görmek istediklerimin tamamına yakin bir kısmını görmüş olmamın verdiği haz, bir yandan da ne kadar gezsem de yetmez diyerek bir üzüntü kapladı içimi. Tur ile geldiğimiz ve sınırlı günümüz olduğu için her dakikası benim için değerliydi. Her dakikasını değerlendirdiğimi düşünüyordum ve bundan dolayı yüzümde bir gülümsemeyle otele dondum. Ertesi gün benim için bambaşka bir öneme sahip olan Viyana beni bekliyordu...
|
Yazılan Yorumlar... |
Kenan (11 Eylül 2012)
|
|
Merhaba, Macaristan ile ilgili yazıların hepsini okudum çok teşekkür ederim
|
NEŞE (02 Aralık 2011)
|
|
İki kez gittim,çok sevdim,ödenmeyen trafik cezam keşke problem olmasa da yine gitsem...
|
erman (29 Kasım 2011)
|
|
Harikulade büyüleyici ve insanı geçmişe götüren cazibeli bir şehir. Birkaç sokak adı halen Türkçe ve GülBaba Türbesi de şehirde bulunuyor. Doğa arkadaşımıza bize bu güzel şehri bize anlatan yazısı için kutlarım. Ellerine sağlık.
|
sevim (29 Kasım 2011)
|
|
aslında ben gördüm sanıyordum ama bu anlatımdan sonra görmemiş olduğumu anladım...tekrar mı gitsek ...Doğa bey japonya ve diğer ülkeleride bekliyoruz....
|
dogabekaroglu (29 Kasım 2011)
|
|
HakanBey, Tuna nehri için söylediklerinize tamamen katılıyorum. Budapeştede nereye gitsem gözlerim hep Tuna nehrini arıyordu. Güzelliği ve görkemi karşısında çoğu zaman soluksuz kalıyordum. Yorumunuz ve desteğiniz için teşekkür ediyorum.
|
hakangeziyor (28 Kasım 2011)
|
|
Doğa Bey, meşhur "Altın Üçgen"e gördüğüm şehirler arasında en beğendiklerimden birisi olan Budapeşte ile başladınız. Tek başına Tuna Nehri bile Budapeşteyi bir ya da bir kaç kez görmek için yeter diye düşünüyorum. Keşke daha fazla zaman geçirme şansınız olsaydı ama turlar maalesef böyle oluyor. Kaleminize sağlık...
|
Yorum yazmak isterseniz...
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.
|
|