Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Çek Cumhuriyeti ::::: Prag ::::: Orta Avrupa’nın En Güzel Başkenti - PRAG        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Çek Cumhuriyeti Prag 22 Haziran 2015 08 Ağustos 2013
10 Ağustos 2013
4334 4 TAMER 

 Orta Avrupa’nın En Güzel Başkenti - PRAG
 (Gezi)

Budapeşte ile başlayan muhteşem Orta Avrupa gezimiz Bratislava ile devam etmiş, üzerine de tatlı tadında Viyana ile rüyalara dalmıştık. Şimdi bu rüyadan uyanmadan bir başka güzel şehire, Orta Avrupa'nın en güzel başkentine gidiyoruz; PRAG...



Adı sonbahar ile özdeşleşmiş bu şehre gelmek Ağustos ayında kısmet oluyor bize. Viyana'da otelimizde aldığımız kahvaltının ardından üçlemenin son halkası olan Prag' a doğru yola çıkıyoruz. Ortalama 4,5 - 5 saat süren keyifli ve güzel manzaralı bir yolculuk sonrasında Prag' a ulaşıyoruz. Genel görünüm olarak bende bıraktığı ilk algı Ortaçağ ile harmanlanmış düzenli, temiz ve tarihi bir Avrupa şehri şeklinde oluyor. Prag şehri Vlatava nehri kenarına kurulmuş düz bir şehir olsa da yüksek bir tepenin üzerinde konumlanmış olan muhteşem Prag Kalesi nehri ve tüm şehri kucaklar gibi duruyor. Bizde Prag turumuza bu tepeden başlıyoruz. Daha sonra yürüye yürüye hem şehri keşfedeceğiz, hem manzaranın tadını çıkaracağız, hem de nehrin kenarına kadar ineceğiz. 




Prag Kalesi, Bohemya ve Kutsal Roma İmparatorluğu kralları ile, Çekoslovakya ve Çek Cumhuriyeti Devlet Başkanlarına ev sahipliği yapmış her zaman kurulu devletin yönetildiği yer olarak ün salmış gerçekten etkileyici bir yer. 870 yılında inşasının başladığı belirtiliyor. Avlusu Prag'ı tam yukarıdan gören geniş meydana açılan ve halihazırda da Devlet Başkanlığı Ofisi olarak kullanılan yapının sadece dışında iki tane gök mavisi üniformalı asker nöbet tutuyor o kadar, halbuki bahçe turist kaynıyor. Her halde gözle görünmeyen güvenlik önlemleri vardır diye düşünüyorum. Bu arada arkamızda bir hareketlenme oluyor. Dört tane daha mavi üniformalı asker tek sıra halinde uygun adım nöbet yerindeki askerlere doğru yaklaşıyorlar. Nöbet değişimi!... Askerler sanki ne düşündüğümü anlamış, vakur bir edayla "Buranın güvenliği bizden sorulur" der gibi havalı havalı gelip nöbet değişimi yapıyorlar. Bütün turistler şakır şakır fotoğraf çekiyor. 

 

 

Devlet Başkanlığı Ofisi...

 



Devlet Başkanlığının avlusunda ana giriş kapısının her iki yanında bulunan dev bayrak direklerinin birinde Çek Cumhuriyeti, diğerinde de Avrupa Birliği bayrağı çekili. Bu iki bayrak direğinin Türkiye'den getirilen Sedir ağaçlarından yapıldığını söylüyor rehberimiz. Bir şekilde gururumuzu okşuyor. 


 

Devlet Başkanlığı konutundaki Türkiye'den gelmiş Sedir ağacından bayrak direkleri...



St Vitus Katedraline doğru yolumuza devam ediyoruz. St. Vitus Katedrali gerçekten etkileyici, büyük ve neredeyse şehrin her yerinden görülebilen muhteşem bir yapı. 14. yüzyılda yapımına başlanan yapının Gotik doğu kısmında bir kule ve batı kısmında da 19. ve 20. Yüzyıl arasında yapılmış Neo Gotik tarzda iki kule bulunmakta. Katedralin dış süslemesi çok dikkat çekici şekilde korkutucu ve şeytani yaratık motifleriyle süslenmiş. Dışarı doğru uzanan bu motifler esasında su olukları. Yağmur sularının tahliye görevini üstleniyorlar. Ancak özellikle yağmurlu havalarda, zaten görkemli ve yüksek olan bu katedralin ihtişamı bu oluklardan gürül gürül akan sular ile daha da inanılmaz bir hal alıyor ve özellikle taşradan gelip ilk defa böyle görkemli dini bir bina gören o dönemin cahil insanları ipnotize olmuş gibi Hristiyanlığın etkisine kapılıyorlarmış. Dışı bu kadar korkunç ve ürkütücü olan katedralin içi ise dışının tam aksine vitraylar sayesinde oldukça aydınlık ve yüksek tavanı sayesinde de oldukça ferah. Katedralin kapısındaki kabartma rölyefler ise göz kamaştırıcı...



    

Katedral...




  

Su Olukları...




Katedral kapılarındaki işlemeler...



İç vitraylar...



Kaleden aşağı yürüyüşümüz devam ediyor. Dar sokaklardan geçerek yine mimarisi çok güzel yapıları barındıran ufak meydanlardan geçerek Vlatava Nehrine doğru iniyoruz. Bu meydanlardan şehir tüm albenisi ile kendini gösteriyor. Kiremit rengi bir şehir Prag ve bu özelliği ile sonbahar ile daha da örtüşüyor zihnimde. Buraya bir kez daha ve sonbaharda gelmek için söz veriyorum kendime. Bu arada gözüme Prag televizyon kulesi takılıyor, enteresan bir kule, sanki üzerinde birileri emekliyormuş gibi geliyor, fotoğraf makinemin yüksek zoom'u ile fotoğrafını çekiyorum ve bingo!... Evet gerçekten kulenin üzerinde emekleyen bebekler var. Sanırım esprili bir mimar tarafından inşa edilmiş olsa gerek...



Vlatava Nehrine doğru inen dar sokaklar...




Prag mimarisi ile gerçekten etkileyici bir şehir...



Tırmanan bebekleri ile Prag Televizyon kulesi...




Şehir meydanına doğru iniyoruz. Önce rehberimiz bizi en azından kazıklanmayacağımızı garanti ettiği tanıdık bir döviz büfesine götürüyor. Bir Arnavut'un işlettiği bu döviz büfesinden kendimize Çek Cumhuriyeti sınırlarında kaldığımız sürece yetecek kadarıyla Çek Koruna ediniyoruz. Çek Cumhuriyeti Avrupa Birliği üyesi olsa da Euro kullanmaya 2013 yılı sonundan itibaren başlayacak, bizim bu seyahatimizde 2013 Ağustos ayında olduğundan dolayı bu işlemi yapmak zorundayız. Çek Cumhuriyetinde döviz bozdurup Çek Koruna alacağınız zaman büyük bir olasılıkla kandırılıyorsunuz. Bunun için çok dikkatli olmakta fayda var. Ama en güzel çözüm Türkiye'de kullandığınız herhangi bir ATM kartı ile ATM'lerden Çek koruna çekmek. Bunun için kartınızın bağlı olduğu bir döviz hesabınız olması gerekmiyor. Siz ne kadar koruna çekerseniz o kadar karşılığı Euro veya Dolar Türkiye' deki hesabınıza çapraz kurla yansıyor. Tabi ki çok küçük bir döviz alış satış farkı oluyor ama fazladan komisyon veya paranızı hepten kaybetme gibi bir sıkıntı yaşamıyorsunuz. Prag'da döviz bozdururken yaşanabilecek nahoş olaylar;



1)- Döviz büfelerinin camında genelde çok büyük harfler ile örneğin 1 Euro = 25 Koruna yazar ve sizde içeri girdiğinizde o kadar koruna alacağınızı sanırsınız ancak size 14-15 Koruna verirler. Çünkü kapıdaki o büyük yazının üstünde hiç de dikkat çekmeyecek kadar küçük "we sell" yani (satıyoruz) yazar. Alış kuru ise "we buy" genelde içeride bir yerlerde yazılıdır ve dikkat etmezseniz göremezsiniz bile.



2)- Genelde vitrinlerde "no comission" (komisyon yok) diye yazar ama paranızı bozdurduğunuz zaman ciddi oranda bir komisyon keserler. Sorduğunuzda da sadece seyahat çekleri için komisyon olmadığını söylerler. Komisyon ödediğinizle kalırsınız.



3)- Veya çok iyi bir kur görürsünüz ve o kurdan paranızı bozduracağınızı düşünürsünüz ama yine olmaz çünkü o çok yüksek miktardaki bozdurmalar için geçerli derler yine çok düşük bir miktardan döviz bozdurmuş olursunuz.



Neyse bu kısa bilgilendirme sanırım herkese yeter...



Döviz bozdurduğumuz büfe Kafka müzesine çok yakın oraya doğru yürüyoruz. Charles köprüsünün sağına doğru yürüyoruz yani müzeye ulaşmak için. Yolumuzun üzerinde Vlata nehri zaman zaman bize kendini gösteriyor. Bu arada dünyanın en dar sokağı ünvanına sahip sokağı görüyoruz. Bu unvana yakışır şekilde bir sinyalizasyon sistemi var sokağın her iki tarafında da; size yeşil yandığı zaman sokağa girebiliyorsunuz, kırmızı yanıyorsa karşıdan gelene yol verip beklemeniz gerekiyor. Trafik ışığına duvardaki bir buton vasıtasıyla müdahale edebiliyorsunuz.




Vlatava Nehri...


Dünyanın en dar sokağına giriş çıkış trafik ışığı ile kontrol ediliyor...




Kafka müzesinin bahçesinde Çek Cumhuriyeti haritası şeklinde küçük bir gölet ve bu haritanın batısında ve doğusunda duran iki tane adamın resmen pipilerini tutup ülkenin içine işemelerini canlandıran bir heykel çalışması bulunmakta. Bu heykel sanki siyasilerin ülkenin içine ettiğini düşündürten bir çalışma gibi geliyor bana, oldukça da başarılı. Müzenin girişinde biri hariç (Gregor Samsa) bütün Kafka romanlarının başkahramanı olan iki tane dev boyutlu "K" harfi karşılıyor sizi. Burayı klasik bir müze olarak düşünmeyin. Kafka'nın ruhunu yansıtan karanlık ortamı, simsiyah duvarları, siyah tüller üzerine yansıtılan görüntüleri, arada bir çalan telefonları -ki eğer bu telefonları bulup da açarsanız çekçe mi almanca mı ne olduğu anlaşılmayan bir dilde boğuk boğuk konuşan adamı ve takip etmek zorunda olduğunuz labirent şeklindeki yolu ile müze değilde sanki bir Kafka romanının içerisine girmişsiniz gibi hissettiriyor size. Ayrıca çalan müzikler de bir harika. Müzeden çıkıp yolumuza devam ediyoruz. Charles köprüsüne doğru yaklaştıkça yolun kenarlarında sanatlarını resmettikleri tuvalleri sergileyen Prag'lı ressamlar, meşhur kuklacılar yer alıyor. Ayrıca biraz ileride kaynağını keşfedeceğimiz nefis bir tarçın kokusu kaplıyor etrafı. Rulo şeklinde hamurları metal silindirlere sararak hareketli bir sistem üzerinde hemen gözünüzün önünde pişen bir hamur tatlıcısından geliyor bu muhteşem koku. Dönüşte tadına bakarız diyoruz ama bir daha hiç fırsatımız olmuyor ve bu tatlının tadına bakamıyoruz.

              



KAFKA Müzesi...

Çek Cumhuriyeti haritasına karşılıklı işeyen heykeller... 

Mis gibi tarçın kokan çöreklerin kaynağını keşfettik...



Sonunda Charles Köprüsünün üzerine çıkıyoruz. Ciddi bir kalabalık var. Köprü tabi ki araç trafiğine kapalı ancak sağlı sollu ressamlar, hediyelik eşya satanlar, bunların ortalarında yürüyen ve kenarlarda fotoğraf çekmeye çalışan yüzlerce belki binlerce turist. Köprünün her iki tarafında çok güzel heykeller bulunmakta. Bunlardan bir tanesi de Osmanlı adamının zindancı olarak tasvir edildiği çalışma. Ancak dünya umurumda değil havasında sanki bizimki. Vlatava nehri de aynı bizim zindancı gibi dünya umurunda olmadan köprünün altından akıp gidiyor. 


 

Charles Köprüsü...


 

Zindanın başında bekleyen Osmanlı figürü...


 

 

 



Muhteşem Prag manzarası...



Charles Köprüsünü keyfine vara vara kat ettikten sonra Unesco tarafından koruma altına alınmış olan eski şehir meydanına doğru yürüyoruz. Prag sokaklarında sık sık görebileceğiniz eski model üstü açık arabalar turistlere otantik bir şehir turu yaptırmak üzere kullanılıyor. 1200 çek korunasına yani yaklaşık 120 TL' ye bunları kiralayabiliyorsunuz.  


Sizi Prag sokaklarında gezdirmek için bekliyor...



Eski şehir meydanı güzel bir ortam. Meydanın etrafı tarihi güzel binalarla dolu. Bunların altında cafeler ve restoranlar bulunuyor. Meydan cıvıl cıvıl, müzik yapanlar (özellikle caz),bunları keyifle dinleyenler, sohbet edenler, sadece etrafı seyredenler, fotoğraf çekenler, herkes hayatından fazlasıyla memnun. Bizde bu kalabalığa karışıyoruz. Bu canlılığın bir parçası olmak ve özellikle Prag' da olmak bizi de hayli mutlu ediyor. Ayrıca meşhur Astronomik saat de bu meydanda bulunuyor. Astronomik saatin önü her saat başında hareketleniyor, çünkü saatin meşhur kuklalarının gösterisi başlıyor. Biz 10 dk ile bir önceki partiyi kaçırdığımızı görerek sıcak havanın da etkisini bir nebze azaltmak amacıyla meydandaki cafelerden birine oturup soğuk birer çek birası eşliğinde hem meydanı seyretmeye hem de biraz dinlenmeye karar veriyoruz.



Yarım saati geçen bira molamızın sonuna doğru gösteriye on dakika kaldığını görüyor ve hemen hesabımızı ödeyip Astronomik saatin önüne doğru hareketleniyoruz. Ancak muhteşem bir kalabalık var ve tabi ki tüm güzel yerler kapılmış durumda.



Prag Old-City (Eski-Şehir) meydanı...

Meşhur Astronomik Saat...




Gösteriyi seyrettikten sonra meydana açılan ara sokakları da dolaşıp şehrin dokusunu iyice benimsiyoruz. Her içinden nehir geçen şehir gibi Prag'da çok etkiliyor beni. Tarihi dokusunu, yapılarını, sokaklarını, meydanlarını, Vlatava Nehrini ve Charles Köprüsünü çok beğeniyorum. Hakikaten iyi ki gelmişim dedirtiyor bana. 

 


Gün batmaya yakın...



Vlatava nehrini ve nehir boyunca kıyıdaki binaları daha da iyi gözlemleyebilmek amacıyla bir tekne turu yapıyoruz. Gerçekten keyifli oluyor. Vlatava nehri düz bir zemin üzerinde akmıyor, bu yüzden tekneler bir yönde ilerlerken aynı Panama kanalında olduğu gibi önce havuza alınıyor, su seviyesi yükseltildikten sonra ancak ilerleyebiliyorlar. Bu işlem ortalama 7-8 dakika sürüyor. 




Nehir gezimizi de tamamlayıp karaya çıkıyoruz. Bu arada saatin hiç farkında değiliz ama neredeyse akşam olmuş. Otelimize dönüyoruz. Akşam yemeği için Orta çağ gecesini yaşayacağımız bir programımız var. Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yola çıkıyoruz. Hava nispeten serinliyor, hatta yağdı yağacak bir pozisyonda. Yemek için geldiğimiz yer bir pasajın içerisinde ancak yerin altında bulunan büyük mahzen gibi bir yer. Giriş kapısından asla bu kadar büyük bir yer olabileceği aklınıza gelmiyor. Ancak merdivenlerden indikten sonra cidden büyük ve kat kat platformlardan oluşmuş, her yerde dev fıçıların, tahta masaların, sandalyelerin ve dev mumların olduğu, ayrıca yine tavandan sarkan dev demir halkalara takılmış ve akmış ama hala yanan mumlar ortamı iyice orta çağ havasına sokuyor.




Prag'da Orta Çağ Gecesi...



Bu arada masalara şarap, bira servisi yapılırken ciddi bir müzik eşliğinde (davul ve gayda benzeri bir ses baskın) ekip yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Bu arada demin şarap ve bira servisi dedim ama biranın dev bir sürahide ve buz gibi geldiğini söylemeyi unuttum sanırım. Herhalde fotoğraf gayet açıklayıcı olmuştur. Müzik devam ederken ekip tüm masaların arasında dolaşıyor. Bu arada iki tane kıvrak Çek dansözü de katılıyor onlara, ortamda tabi ki çeşitli milletlerden turistler var ama ciddi sayıda olan Türk ekip dansözleri görünce seslerini daha da yükseltiyor.  Çok eğleniyoruz... 

Gecenin sonunda ancak bir sürahi bira serinletebildi..

Gecenin sürprizleri...



Dansözlerin kıvrak dansından sonra ekipten iki kişinin mizansen kavgası başlıyor. Seyredenlerin çığlık çığlığa katıldığı bu mizansen o kadar gerçekçi ki gerçekten devrilen masalar, kırılan bardaklar oluyor. Bu da gösterinin bir parçası mı bilemem ama bayağı etkili oluyor herkesin üzerinde.  Güzel ve eğlenceli bir ortamda bir o kadar da keyifli bir yemek yiyoruz ve hakikaten çok eğleniyoruz. Özellikle turla Budapeşte-Prag-Viyana turunu alanların Prag'daki bu Orta Çağ gecesine katılmalarını tavsiye ederim. Gece yarısını gece çıkıyoruz. Prag geceleyin de ışıklanmış haliyle bir başka güzel. 

Ciddi bir dövüş başlıyor...

Prag sokakları geceleyin de ayrı güzel...



Son derece yorgun bir şekilde otelimize dönüyoruz. Yarın programımızda Terezin Nazi Kampı, yol üzeri Krusoviçe bira fabrikası ziyareti ve tabi ki Karlovy Vary var. Karlovy Vary' yi ayrı bir yazıda anlatacağım.



Ertesi sabah kahvaltımızı ettikten sonra yola çıkıyoruz. İlk durağımız Krusoviçe bira fabrikası. Bira deyince genelde herkesin aklına önce Almanya gelse de Çek Cumhuriyetinin bira sanayine katkısı inkar edilemeyecek bir boyutta. Özellikle Avrupa'da yapılan istatistiklerde toplam tüketilen bira miktarında Almanya 12.117.000.000 litre ile ilk sırada, Çek Cumhuriyeti 1.890.000.000 litre ile ikinci sırada yer almasına rağmen, kişi başına düşen bira tüketiminde ise Çek Cumhuriyeti 180 litre ile birinci sırayı, Almanya ise 150 litre ile ikinci sırayı alıyor. Zaten bira ile öyle içli dışlı olmuş bir ülke ki, genelde tüm sarı biralara adını veren "Pils" adı da bu ülkenin "Plzen" şehrinden gelir. Bizde ise neredeyse Pilsen demek yasaklandı ve ülkemizin en büyük bira üreticisi firma bu yüzden basket takımın adını değiştirmek zorunda kaldı. Bu arada merak edenler için küçük bir not; ülkemizde kişi başına düşen bira tüketimi ise sadece ve sadece 13 litre... Yani öyle korkulduğu gibi bir alkol sorunumuz yok esasında.



Fabrika'ya ulaştığımızda önce kısa bir bilgilendirme sonra da kısa bir fabrika turu yapıyoruz. Bu bilgilendirme ve tur sonrasında arpanın yüksek sıcaklıkta nasıl malta dönüştüğünü, sonra nasıl kavrulduğunu, bu kavrulma süresinin biraya rengini nasıl verdiğini, şerbetçiotunun ve bira mayasının eklenmesiyle fermentasyon işleminin nasıl başladığını öğreniyoruz. Bu işlemin de 15-20 derecede yapıldığını ve şişelenen ya da teneke kutuya doldurulan biraların halen sıcak olduğunu çünkü esmer biraların 3-5 gün, sarı biraların da 7-10 boyunca fermentasyon işleminin sürdüğünü öğreniyoruz. 

Çeklerin en iyi biralarından biri...



Bu kısa ve bilgilendirici gezinin sonunda tadımların ve satışların yapıldığı büfeye uğrayarak damaklarımızı serinletiyoruz. Sonra yolumuza devam ediyoruz. İlk durağımız Terezin Nazi toplama kampı...




TEREZİN: Aslında keyifli bir Prag yazısına Terezin toplama kampını eklemek çok da içimden gelmedi ama o yıllarda orada yaşanan insanlık dışı tüm uygulamalara sessiz bir çığlık olması açısından bir iki satır karalamanın, orada savaş koşullarının da dışında, çok zor şartlar altında tutulan ve orada hayatlarını kaybeden insanlara insanlık borcumuz olmasından dolayı gerekli olduğu düşüncesindeyim.



Girişte düzenli bir mezarlık ile başlıyor Terezin. O dönemde Nazilerin verdiği isimle Theresienstadt. İkinci Dünya Savaşında Terezin şehrinde Gestapo tarafından kurulan bu getto-toplama kampı 24 Kasım 1941'den 9 Mayıs 1945'e kadar açık kalıyor. Bu toplama kampının en büyük özelliği II. Dünya Savaşının en büyük toplama, zorunlu çalışma ve imha kampı olan ve 1 milyonu Yahudi olmak üzere toplam 1,1 milyon kişinin öldürüldüğü Auschwitz toplama kampına gönderilen Yahudiler için bir geçiş noktası olmasıymış.



Kocaman harfler ile kapıya yazılmış olan "ARBEIT MACHT FREI (ÇALIŞMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR)" cümlesine her gün bakarak bu toplama kampında zorunlu olarak çalıştırılan insanlar, çalışarak bir gün buradan özgür olarak çıkabileceklerini hayal ediyorlardı belki ama ne yazık ki hiçbiri bu hayali gerçekleştirememişti.



Mezarlar...



Ana giriş... Şimdi ve geçmişte...



İnsanların buralarda ne acılar çektiğini hem binalarda dolaşırken hem de müze haline getirilmiş binadaki o günlere ait orijinal mektuplar, elbiseler ve diğer eşyaları görünce daha da iyi anlıyorsunuz. Hüzün dolu bu kampı içimiz acıyarak dolaşıyoruz hepimiz. Sonunda orada olanların acısını da yüreğimizde yaşayarak bu insanlık suçunu lanetliyor ve çıkışa doğru ilerliyoruz.







Ana bina görüntüleri...





 

 

Terezin odaları...


İnsanlık ayıbı...



 

 

Müzeden...



Hüzünlü yaşanmışlıklar ile insanlık dışı uygulamaların bir dönem hüküm sürdüğü Terezin kampını ardımızda bırakıp yolumuza devam ediyoruz. 

İstikametimiz Karlovy Vary...













 Yazılan Yorumlar...
TAMER
(03 Temmuz 2015)

Teşekkürler Hakan...

hakangeziyor
(02 Temmuz 2015)

Sevgili Tamer, her zamanki gibi harikasın. Kısa zamanım nedeniyle ziyaret edemediğim utanç kampını ibretle okudum. Bir daha ki Prag seyahatimin temel yerlerinden birisi olacak. Kalemine sağlık...

TAMER
(02 Temmuz 2015)

Sevgili Erdin Bey,
Beğeniniz için teşekkürler, güzel yorumlar hem daha çok yazmaya hem de daha çok gezmeye teşvik ediyor... Bekleyen yazılarımı daha hızlı kaleme almaya çalışacağım. Orta Çağ gecesinden biz de çok keyif almıştık, gerçekten ilginç ve güzeldi...

Erdin İVGİN
(01 Temmuz 2015)

Kalemine sağlık Tamer
Yazını keyifle okudum. Özellikle Orta Çağ Gecesini bölümü ve fotoğrafları bana çok ilginç geldi.

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.