Çok uzun zamandır görmek istediğim, planlar yaptığım ama sonra nedense bir şekilde ertelediğim Salzburg ve yanı başındaki gizli cennet Hallstatt için en uygun zaman Haziran sonundaki Ramazan Bayramı gibi gözükmeye başlamıştı. Ancak uçak biletleri için geç kaldığımdan dolayı Salzburg biletleri normalin üzerine çıkmıştı bile. Fakat komşu şehir Münih'e çok uygun bilet yakalayınca neden olmasın deyip bu fırsatı değerlendirmeye karar verdik. Münih benim daha önce gittiğim bir şehirdi ancak eşim ve kızım görmemişlerdi. Bir çılgınlık daha yapıp bayram sonrasına da üç gün izin ekleyince dönüşü Berlin'den yapıp daha önce görmediğimiz ve benim çok merak ettiğim soğuk savaş yıllarının bu yorgun ama şimdinin modern Alman başkentini görme fırsatını da seyahatimize ekledik. Böylece seyahatimiz şekillendi, üç gece Münih, üç gece Salzburg, bir gece Hallstatt ve üç gece de Berlin...* * *
10:30'da kalkacak olan Pegasus'un tarifeli Münih seferi için uçağımız motorlarına gaz verdiğinde saatim 10:45'i gösteriyordu. Son zamanlardaki Sabiha Gökçen havaalanı iniş ve kalkış performanslarını dikkate aldığımızda son derece başarılı diye düşündüm. Gazete, kitap, dergi kahve derken Münih için alçalmaya başladık. Sorunsuz bir şekilde pasaport kontrolünden geçip bavullarımızı aldık. Otelimizi Hauptbahnhof'a (Merkez Tren İstasyonu) çok uzak olmayacak şekilde ayarlamıştım. Havaalanından S1 ve S8 hatları ile çok rahat bir şekilde şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. S-Bahn istasyonuna çok kısa bir yürüyüş sonrasında biletimizi almak üzere otomatik bilet makinelerine doğru yöneliyoruz. Makinelerin en güzel özelliği Türkçe dil seçeneğinin de bulunması. Bilet seçeneklerinden uygun olanını seçip biletimizi alıyoruz. Üç duraklık şerit bilet, tek yönlük bilet, günlük sınırsız veya üç günlük sınırsız tek kişi veya grup bileti alabiliyorsunuz. Trenlerde çok fazla kontrol olmuyor ancak buna güvenip bilet almamazlık yapmayın çünkü kontrollerde 60 Euro cezası var ve hiç ben turistim, anlamadım, bilmiyordum diye kurtaracağınızı zannetmeyin çünkü gözünüzün yaşına bakmıyorlar. Tabi bu arada biletiniz günlük veya üç günlük değilse başka bir makinadan onaylatmanız ve başlangıç tarih ile saatini bastırmanız gerekiyor. Günlük ve üç günlük biletler için onaylatmanıza gerek yok çünkü alındığı saat itibariyle geçerlilik kazanıyor ve ertesi gün (ya da üç gün sonra) saat 06:00'da bitiyor.
Kısa bir metro yolculuğu ile otelimizin de çok yakınında yer aldığı Münih Hauptbahnhof'a ulaşıyoruz. Goethestrasse'de bulunan otelimize çok kısa bir yürüyüş sonrasında ulaşıyoruz. Resepsiyonda hemşehrimiz Derya hanım da çok kısa bir sürede giriş işlemlerimizi tamamlıyor ve bavullarımızı bırakmak üzere odamıza çıkıyoruz...
Odaya yerleşme ve kısa bir mola sonrası artık Münih sokaklarına atıyoruz kendimizi. Karnımız iyice acıkmış durumda ve çok fazla seçici olmadan soğuk birer bira eşliğinde birer pizza yemek üzere gözümüze L'Osteria (Meyhane) isimli İtalyan pizzacısı ilişiyor. Hava güzel dışarıdaki masaların zaten hemen hemen hepsi dolu. Kendimizi boş ve gölge masalardan birine atıyoruz. Eşim ben sizin pizzalardan birer dilim alırım bana yeter diyor. Kızımla ben birer pizza söylüyoruz, iki tane soğuk bira ve bir su.
İşte Almanya'da en keyif aldığım şeylerden biri...
Eşimin çok doğru bir karar verdiğini pizzalarımız gelince anlıyoruz. Çünkü pizzalarımız gerçekten çok büyük. Bu kadar büyüklükteki pizzalar ile Dubrovnik'te karşılaşmıştık. Orada da bir pizza neredeyse eşimle ikimize yetiyordu. Neyse ki burada üç kişi iki pizzayı bitirmek için fazla zorlanmıyoruz.
Eşimin doğru kararı, iki pizza üç kişiye yetiyor da artıyor bile...
Gerçekten çok büyük...
Karnımızı doyurup enerji depoladıktan sonra Karlsplatz'dan Altstadt'a giriş yapıyoruz. Karlsplatz meydanında suların dans ettiği bir havuz bulunmakta. Havuzun kenarı fıskiyelerden seken sular ile serinlemek ve dinlenmek için oturan insanlar ile dolu. Bu alanda Münih belediyesinin ücretsiz Wi-Fi hizmetinden de yararlanabilirsiniz. Bizde biraz ıslanmayı göze alarak burada bir fotoğraf çektiriyoruz.
Evet biraz ıslandığımız doğrudur...
Karlstor (Karl kapısı) altından geçerek Neuhauser Strasse'de yürümeye başlıyoruz. Neuhauser str. trafiğe kapalı, sağlı sollu büyük mağazaların yer aldığı güzel bir alışveriş caddesi. Sonuna kadar keyifle yürüyoruz. Bu cadde sonunda Marienplatz meydanına açılıyor ve Münih'in muhteşem saat kulesi ve yeni belediye binası ile sizi karşı karşıya bırakıyor...
Karlstor kapısı...
Neuhauser Strasse...
Neuhauser Strasse...
Neuhauser Strasse'den Marienplatz meydanına çıkmadan hemen önce sol tarafta Frauenkirsche'yi (Kadınlar kilisesi) görebilirsiniz. Önüne kadar geliyoruz ancak tadilat nedeniyle kapalı içine giremiyoruz. Sadece dışarıdan fotoğraflayabiliyoruz.
Marienplatz meydanına gelince yeni Belediye Binası (Neues Rathaus) ve saat kulesi tüm ihtişamı ile sizi karşılıyor. Dört yıl önce Münih'e geldiğimde de beni oldukça etkilemişti bu bina. Hatta o zaman kış aylarıydı ve hava oldukça soğuk ve puslu olmasına rağmen epey bir vakit geçirmiştik bu binanın çevresinde. Şu anda da Marienplatz meydanı epeyce kalabalık.
Münih Saat Kulesi...
Yeni Belediye Binası (Neues Rathaus)...
Saat kulesini tam karşınıza aldığınızda binanın sağ tarafındaki kapıdan aşağı doğru inen bir merdiven ile girilen mükemmel bir restoran var bu binanın altında. Adı "Ratskeller"... Bir önceki gelişimizde tesadüfen fark ettiğimiz bu restoran o kadar hoşuma gitmişti ki o gelişimizde iki akşam orada yemek yemiştik. Bu sefer de mutlaka ailemle birlikte burada bir akşam yemeği yemek istiyorum. Ancak bu akşam için başka bir planımız var. 38 yıl önce doğumunu hatırladığım Acıbadem'deki en samimi komşumuzun kızı Özge ile buluşacağız. Kendisi bir yıldır burada Amazon.com firmasında çalışıyor. Hem hasret gidereceğiz hem de birlikte akşam yemeği yiyeceğiz. O yüzden Ratskeller'de yarın akşam için bir rezervasyon yaptırıyorum.
Binayı solumuza doğru alıp yürüdüğünüzde ise tam karşınızda eski Belediye Binasını görüyorsunuz. (Altes Rathaus) Yenisine oranla daha sade ve dış cephesi itibariyle de daha aydınlık bir bina görünümünde.
Eski Belediye Binası (Altes Rathaus)...
Eski Belediye binasının sağından yolumuza devam ediyoruz. Burası bizi Viktualienmarkt meydanına doğru götürüyor. Viktualienmarkt meydanı benim Münih'te en çok sevdiğim yerlerden biri. Meydan irili ufaklı dükkanları ile tam bir açık hava pazarı. Şarküteri, et, peynir satan küçük dükkanlar, çiçek ve hediyelik eşya dükkanları, bir şeyler atıştırıp serin serin Bavyera biralarının tadına bakarken oturup dinlenebileceğiniz bira bahçeleri ile her zaman hareketli ve canlı... Dolayısıyla bu meydanda çok keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Viktualienmarkt...
Yorgunluk sonrası hak edilen serinlik...
Biz de biraz soluklanmak üzere bir yere oturup Bavyera biralarının tadını çıkartıyoruz. Özge ile olan buluşmamızı onun Almanca kursu nedeniyle yarından sonraki akşama erteliyoruz. Bu akşam için artık bir planımız yok. Zaten günün yorgunluğunu da iyice hissediyoruz. Otelimize dönüş yapmanın vakti geliyor. Münih'in güzelliklerini seyrederek otelimize doğru yürüyoruz.
Çiçekler her zaman şehri güzelleştirir...
* * *
Sabah kahvaltısının ardından Englishen Garten'e (English Garden) gidiyoruz. Burası Münih şehri içerisinde yer alan doğallığı bozulmadan korunmuş bir orman ve Central Park'tan bir kaç kat büyük bir doğal park. Parkın tam ortasında bir Çin kulesi ve etrafında bira bahçeleri bulunmakta, ayrıca sıklıkla göreceğiniz bisiklete binen, jogging yapan insanların yanında sörf yapan gençlere de rastlayabilirsiniz. Evet sörf!... Parkın güney tarafındaki "Haus der Kunst" müzesine yakın olan girişinde Eisbach nehri üzerinde bulunan bir çıkıntı suyun debisini bir hayli arttırdığından bu bölge sörfçü gençler için gerçekten bulunmaz bir yer halini alıyor. Hem onlar hem de seyredenler için gerçekten güzel görüntüler ortaya çıkıyor.
Genç sörfçüler keyif içinde...
Burası gerçekten nefes alacağınız, stresinizi atacağınız, bol bol oksijen depolayıp, kendinizle baş başa kalabileceğiniz şehrin ortasında bir vaha. İnsanlar kendilerine sunulan bu muhteşem imkanın farkında, kimi bisiklete biniyor, kimi yürüyüş yapıyor, kimi güneşleniyor, kimi sörf yapıyor, kimi de bira bahçelerinde bir şeyler atıştırıp birasını yudumluyor.
Park planı...
Bizde bu muhteşem parkın keyfini çıkara çıkara aşağı yukarı 1,5 km yürüyerek Çin kulesine ulaşıyoruz. Çin kulesi, etrafında bira bahçelerinin de bulunduğu görsel bir yapı. İçerisinde bulunan merdivenler ile isterseniz en üst katına kadar çıkabilirsiniz. Etrafındaki masalar biraz soluklanıp bir şeyler yiyip içen insanlarla dolu.
Çin Kulesi...
Bira bahçeleri...
Hans ile aramız iyi...
Biz de bira bahçelerinde dinlendikten sonra parkın içerisinde biraz daha dolaşıyoruz. Bu arada keyifle birasını içen yöresel kıyafetli bir Alman (adı Hans'mış...) illa kendi fotoğrafını da çekmemi istiyor anladığım kadarıyla. Ben de yanına gidip bu isteğini kırmıyorum ve birlikte bir fotoğraf çektiriyoruz. Sonra kızımın çok görmek istediği Japon çay evini buluyoruz ama ne yazık ki kapalı. Hevesimiz kursağımızda kalıyor.
Artık şehre dönmeye karar veriyoruz. Planımız önce "Deutsches Museum"u ziyaret etmek. Sonra akşam yemeği için daha önceden yer ayırttığımız Ratskeller'a gitmek.
Deutsches Museum, Alman sanayi devrimini anlatan gerçekten çok özel ve güzel bir müze. Yılda 1,5 milyon ziyaretçisi ile dünyanın en çok ziyaret edilen bilim ve teknoloji müzesi olma unvanını elinde bulunduruyor. Bilim ve teknolojinin 50 farklı dalına ait bölümler var. 1903 yılında kurulan bu müze yüz yılı aşkın bir süredir insanlığa hizmet ediyor. Giriş fiyatı yaklaşık 10 € idi. Öğrenciler indirimli. Kapıda giriş yapan okul kafilelerindeki bıcır bıcır Alman çocuklarını görünce Alman devletinin hem tarihe hem de eğitime verdiği önemi görebiliyorsunuz.
Müze girişi...
Güçlü bir ekonominin temel taşı olan güçlü sanayiyi oluşturmanın ana girdisi ham maddelerin en verimli şekilde temini için madenciliğe vermiş oldukları önemi giriş katının altında geniş bir alanda sergiliyorlar.
Ve çabaların sonucu...
Deutsches Museum bünyesinde gemicilik, havacılık, ağır sanayi, enerji, çevre ve uzay bilimleri gibi bir çok alanda sergilenen binlerce ürünü barındırıyor. Her katta ayrı bir tema işlenmiş. Müzenin tamamını dolaşmak için 4 - 5 saat ayırmanız gerekir diye düşünüyorum. Biz iki saati aşan bir süre sonunda pes ediyoruz. Artık saat neredeyse 18:00'e geliyor, akşam yemeği öncesinde otelimize gidip bir duş almak istiyoruz.
Müzeden görüntüler...
Otele dönüp duşumuzu alıyor ve üzerimizi değiştiriyoruz. Akşam yemeği için gideceğimiz restoranın bulunduğu Marienplatz meydanı metro ile iki durak uzaklıkta, gündüz bu mesafeyi yürümüştük ama şimdi metro ile gitmeyi tercih ediyoruz. 19:30 gibi restorandayız. Henüz çoğu masa boş, ama 20:00 gibi yavaş yavaş dolmaya başlıyor, yarım saat sonra ise artık neredeyse hiç boş yer kalmıyor. Burası yerin altında, mahzen gibi bir alan ancak çok büyük bir yer. Geniş iki üç büyük salon bir birine açılan odalarla birleşiyor ve çok büyük bir alana dönüşüyor. Çok kaliteli ve aksamayan bir servisi var. Ve yemekler gerçekten çok lezzetli...
Keyifli yemeğimize bir şişe de kırmızı şarap eşlik ediyor elbette. Güzel bir sohbet eşliğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamadan saat 22:00 oluyor. Tatlı ve kahve sonrası tekrar metro ile iki durak uzaklıktaki otelimize dönüyoruz.
Geniş salonlar bir saat içerisinde doldu...
İnsan boyunda fıçılar...
Ve bretzel ekmeğimiz...