Amerika Büyük Bir Şaka, Sevgili Frank, Ama Ona Ne Kadar Gülebiliriz? New York Seyahatı (Gezi Kitap)
Yazar: Enis Batur Sayfa Sayısı: 169 s. Dili: Türkçe Yılı: 2001, 1. Basım Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları / ÖZEL DİZİ ISBN: 9789750801846
(Arka Kapak)
'Buraya yaşanacak yer diye geliyorlar, oysa burası ölünecek bir şehir. Göçmen başvuru sayısında, bırakalım azalmayı, denetlenmesi güç bir artış sözkonusu bugün. Dünyaları hâlâ dar geliyor insanlara. Hâlâ orada, başka bir yaşam seçeneğinin onları genişletebileceği umudunu beslemeyi, büyütmeyi sürdürüyorlar. Buna şimdi kim nasıl gülecek?' Üç haftalık bir 'New York Seyâhatı'nda olabildiğince biriktiriyor Enis Batur: sanat, edebiyat, sokaklar, insanlar, şeyler, televizyon, sosisli sandviç, Thunderbolt, yine sokaklar, yazmak, yolcu olmak, mezartaşları, kitapçılar, yapılar, berduşlar, sıcak, kokular... Âciz çağın falını Paris ve İstanbul'da açmış bir yol erbabı, (şimdilik) son durağında, çağın son dönemecinde, kartları yeniden okuyor.
(Kitabın İçinden)
1998 yılının Temmuz ayında, Türkiye basını, televizyon kanalları ve gazeteleri dergileriyle, her zamanki gibi geçici bir süre için, İstanbul'un tarihi yarımadasındaki bir kazı noktası üzerinde yoğunlaştı. Şimdi otel olarak kullanılan eski Sultanahmet Cezaevi'nin altındaki eski bir sarnıçtan başlayarak, Ayasofya'nın Cankurtaran'a dönük cephesindeki boş bir arsaya uzanan kesitte nicedir yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkan mekânların Eski Saray'ın kalıntıları olup olmadığı henüz kesinleşmedi. Tartışmalar sürdüğü sırada, bir cumartesi günü, özel izin alarak yeraltına indik Samih Rifat'la, fotoğraf çektik. Yukarıda ekibiyle çalışan İTÜ jeoloji bölümü öğretim üyelerinden Ahmet Ercan beyle söyleştik uzun uzun, kullandıkları aygıtlar aracılığıyla, kazma vurmadan, yukarıdan aşağıyı nasıl okuduklarını öğrendik. Odaları, duvarları, dolguları kömür kalemlerle işaretliyorlar, "metal" keşfettiklerinde belirtiyorlardı.
Çoktandır; sanırım İskenderiye nekropolü bir otoyol çalışması sırasında ortaya çıkalı beri, kat kat yerin altında bekleyen eski kent kesitleri üzerinde zonkluyordu imgelemim. İlkyaz sonunda Roma'da, Forum dolaylarında aynı soruları evirip çevirmiştim zihnimde, Troya'dan İstanbul'a giden bir zaman/mekân çekirgesine binmiştim - konuya o sıralarda İTÜ'den çağrı alarak gittiğim bir oturumda değindiydim.
New York yolculuğunun içhazırlıkları o kavşakta başladı. Bu yıl, Amerikalıların deyişiyle "büyük New York"un 100. yaşgünü (yaşı) kutlanıyor topu topu, gerçi; yaşlı ya da eskil kentlerle bu bağlamda karşılaştırılması yadırgatıcı gelecektir pek çok kişiye; gelgelelim, yeryüzünün en genç kentleri arasında yer almasına karşın, New York'un aşağıdan yukarı kesitinin yabana atılamayacak özellikleri olduğunu düşünüyorum ben.
Bunu söylerken, yalnızca kentin karmaşık yeraltı düzenine gönderme yapıyor değilim; yüzyıllık geçmişinde ağır ve kanlı bir panorama oluşturan yeraltı hayatının efsanesiyle de kısıtlamıyorum kendimi; bütün bunları elbette unutmaksızın, o "tabaka"ların kent tarihi açısından altında kalmış öncülerini anımsatmak istiyorum. Bu satırları bir odasında yazdığım, 44. sokaktaki The Algonquin Oteli, aynı sokakta, iki adım ötede yer alan The Iroquois binası, şüphe yok ki "yağmur bulutları"nın ardında kalmış bir çağa selâm gönderen bir simge hepsi hepsi. Gelgelelim, bir yandan da, ne denli silinmiş olursa olsun, iki bin yıl önce birkaç yüz farklı dil konuşan bir kavimler topluluğunun bölgede yaşadığı gerçeğini anımsatıyor bize o işaretler. Hiç değilse, bundan tam iki yüzyıl önce "Bu diyarı, beldeyi satmak mı! Neden havayı, büyük denizi, yeryüzünü de satmayalım ki?" (1810) diyen Tecumseh'in sözlerinde olanca yoğunluğuyla varlığını korumuyor mu o uzak geçmiş?
Amerika'nın yerli dönemine, Avrupalıların beş yüzyıl önce "Yeni Dünya"ya ayak basışlarını önceleyen geniş zamanlara bir sefer düzenlemek değil niyetim. Diyorum ki, bir noktanın, onca adadan oluşan New York'un ulaşılabilen en alt noktasıyla, Manhattan'ın gökdelenlerinin doruk noktası arasında oluşan öncelikle bir imge'dir - gerçeklik sonra gelir.